Bir yeni yıl yazısı: Faşizmin sloganının ‘yaşasın ölüm’ olması boşuna değil
Metin Sever
Bir yıl daha bitti. Zaman; yani “yeşilden sarıya/beşikten tabuta akan/ o dilsiz erguvan” gençleri bir yaş daha büyüttü, kimimizi de yaşlandırdı. Eskiyen yıl, kasaba nalbandı gibi yaşama sevincimizin törpüsü oldu. Kapıyı çalan yeni yıl ise bir korku tüneli. Heybesinde umuttan çok umutsuzluk, çaresizlik, belirsizlik, öfke, kaygı, tedirginlik duygularıyla bekliyor eşikte.
Aklıma 80 öncesi ve sonrası yıllar geliyor.
Biz çocuktuk. Ütopyamız vardı.
Muktedirlerin ise kötülük tezgahlarında hazırlanan ölümü, işkencesi, pususu, katliamı, sömürüsü ve cezaevleri.
Bazılarımızın yolu, iç denizlerimize yelken açmaya vakit bulamadan; sert bozkırlara, kar tutmuş dağlara düştü.
Bu koşullarda çoğu zaman büyük harflerle konuşurken, küçük harfleri ıskaladık. İçimiz dışarısı gibi sertleşti, yer yer de düşmanımıza benzemeye başladık. Gülten Akın boşuna yazmadı “Ah, kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya” dizelerini.
Fırtına günlerinde en büyük yaşam sevinci kaynağımız sanırım hala ütopyamızdı. O şeytan uçurtmamızdı; çıtalarını kırmaya, ipini kesmeye çalışsalar da bizi havada tutuyordu. Uzakta bir deniz feneri gibi yanıp sönen ışığın vaadiyle büyüdü çocukluğumuz.
Yani muktedirler her dönem, “Meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanıdır…”.
Bir görüntüyü unutmam.
Cezaevi koğuşunda plastik yoğurt kabında ve pamuktan toprakta bir çiçek boy atmıştı.
İlk operasyonda parçaladılar. İnsan bir çiçeğe neden düşman olur ki?
O çiçeği sardunya diye hatırlıyorum. O sardunya gelip penceremize konan bir kuştu.
O sardunya yaşama sevinciydi.
Ruhun firarını sağlayacak bir ‘iç tüneldi’.
Bu yüzden parçaladılar.
Daraltılan hayatı genişleten en küçük çabaya izin vermek istemiyorlar, itirazı sevmiyorlardı. Siyasi tutuklu değil ‘asker’ olmamızı istiyorlardı, çünkü yurttaşa değil topluluğa ihtiyaçları vardı her zaman olduğu gibi. Havanın kurşun gibi ağır olduğu bu ortamda istediklerini daha kolay yaptırabileceklerini düşünüyorlardı. Çünkü sürekli cephede kalındığında ölenle öldürenin madalyonun iki yüzü haline geleceğini biliyorlardı. Çin atasözündeki gibi esnemeyen ağacın çabuk kırılacağını da. İşte bu nedenle yaşama sevinci fısıltısı taşıyan her şeye düşmandılar.
ZOR GÜNLER GELİYOR
Bugünlerde de zor günlerden geçiyoruz.
6 yaşında kızını evlendiren tarikat şeyhi, tutuklamalar, yolsuzluk, talan ve pişkinlik…Diyanet, yılbaşı kutlamalarıyla ilgili nakaratını üstüne vazife olmamasına rağmen tekrarlayıp duruyor. ‘Ciddi’ ve ‘önemli’ insanlar sürekli bağırarak konuşup duruyorlar. Barış değil, savaş naraları atıyorlar. Epistemoloji olmadan ‘epistemolojik kopuş’ peşinde koşanlar yüzünden büyük bir ekonomik kriz üstümüze geliyor. Gezi davası kararı onaylandı. Roboski davasında 11 yıldır tek sanık yok, Şebnem Korur Fincancı tutuklu.
Devlet tahakkümünün aracı haline getirilmiş yargı kararları, 12 Eylül 1980 darbe dönemini bile aratıyor. Suç ve cezanın bilinemediği, tanımların silikleştiği, Kafka romanlarını aratmayacak günler.
Alt alta sıraladığında bitmek bilmeyecek bir liste.
Gelecek bir rüya kadar bulanık, belirsizlik bir mengene gibi ruhları sıkıştırıyor, öfke sütün köpüğü gibi kabarıyor.
Yine duvarları çaresizlik, umutsuzluk, kaygı, öfke ve yılgınlıkla örülmüş odanın içine çekmek istiyorlar itiraz edenleri. Hayatın eğlenceli bir lunapark olduğunu unutturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. İnsan olmaktan yorulmamızı, kendi üstümüze yıkılmamızı istiyorlar.
Çünkü otoriter ve totaliter rejimler bu belirsizlik ortamlarını sever, belirsizliği bir yönetme biçimi olarak kullanır. Hannah Arendt'in, faşizmi her an her şeyin olabileceği bir rejim olarak tarif etmesi boşuna değil. Bu tür rejimler yurttaşı sevmez, itirazı sevmez, birey değil topluluk ister. Çünkü topluluk dilsizdir, daha doğru ifadeyle lider gibi düşünür, hakikatle bağı kopmuştur. Birilerinin itiraz etmesi, farklı yaşam biçimi topluluğun kafasını karıştırabilir. İtiraza, farklılığa, yaşama sevincine öfkeleri bu yüzden.
2023’e böyle giriyoruz ve bu kez elimizde bir şeytan uçurtmamız da yok. Geriye inadımız ve yaşama sevincimiz kalıyor.
Bu koşullarda yeni yıldan ne dilenebilir ki yaşam sevincimizin eksilmemesinden gayrı.
Sadece büyük harflerle değil küçük harflerle de konuşmayı beceren bir yaşam sevinci dileyelim.
Unutmayalım, büyük harflerin çok olduğu yerde, yaşam az oluyor.
Yaşamın hem “her şey” hem de “hiç” bir şey olduğunu unutmadan çocuklarınıza daha çok sarılın; sevgilinizle daha çok öpüşün. Sait Faik ne der, “Söylemeliyim/Yok/ Yok... meydanlarda bağırmalıyım/Bu küçük/güllerin buram buram tüttüğü/ Anadolu şehri kahvesinde/Kiraz mevsiminin/ Sevişme vakti olduğunu…” Siz sevişmek için kiraz mevsimini beklemeyin. Aşk ve arzu devrimcidir.
Daha çok kitap okuyun, bir müzik eşliğinde yüreğinizin sokaklarında koşuşturun. Daha çok gülün.
Bu eylemlerin hepsi devrimcidir, yaşam sevinci devrimcidir.
Faşizmin sloganının ‘yaşasın ölüm’ olması boşuna değil.
Çetin Altan'ı analım, yeni yılda da “Enseyi karartmayın.
İnadınıza, umudunuza ve durup ince şeyleri anlamaya da vakti olan bir yaşama sevincine sahip çıkın.
Metin Sever: İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Uzun yıllar farklı gazete ve dergilerde değişik görevlerde bulundu. Yayınlanmış eserleri: Kürt Sorununda Türkiyeli Aydınlar Ne Düşünüyor (Cem Yayınları); İkinci Cumhuriyet Tartışmaları (Başak Yayınları); Kaf Dağı'nın Bu Yüzü (Doğan Yayınları); Düşmanını Arayan Savaş (Everest Yayınları), Türban ve Kariyer (Timaş Yayınları); Devlet Dersinden Çakıyoruz Abiler (Hayykitap)