Devlet Alevileri paylaşamıyor
Ayhan Aydın
AKP–Recep Tayyip Erdoğan tek adam rejiminin, birçok alanda olduğu gibi inançlar ve kültürler konusunda da yozlaştırıcı, asimile edici gayretleri, ya da bu yapılara doğrudan müdahale ederek kendi kontrolünde yeni yapılar oluşturma istekleri, 20 yıllık iktidarları boyunca hiç azalmadan, şekil değiştirerek, hep devam etti.
İktidarlarının ilk yıllarında Alevi bir yazar olan Reha Çamuroğlu’nun milletvekilliği ile başlayan (kısa sürede Çamuroğlu'nu tasfiye ettiler) “Alevi Çalıştayları” ile devam eden; zaman zaman cemevi ziyaretleri gibi toplumsal mesajlar içeren Alevilik hamlelerinin sadece görüntüden ibaret gayretler olduğu görüldü.
Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP, her yolu kullanıp iktidarlarını kuvvetlendirdikten sonra, zihniyetinin, bizzat mezhepçi yapısını öne çıkararak, kadını aşağılayan, sürekli gerici – dinci adımlar attı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sünni İslam anlayışını toplumun her kesimine dayatması, laiklikten, bilimsel eğitimden kopuşlar, bu yöndeki tüm çabalar, bu yönetimin ana yapısı oldu.
Ötekileştirici bir dil kullanarak cemevlerine “cümbüş evleri” demesi, Gezi direnişinde hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın annesini meydanlarda yuhalatması, her zaman aşağıladığı Kemal Kılıçdaroğlu’nu “niye inancını açıklamıyorsun, birilerinden korkuyorsan korkmana gerek yok, biz senin arkanda oluruz” gibi tehdit, küçümseme kokan konuşmalarıyla Alevi nefretini tüm iktidarları boyunca hep sürüp gitti.
Erdoğan-AKP rejimi, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun yöneticilerini “Ali’siz Aleviliği savunan cibiliyetsizler” olarak nitelendirdi. AİHM’nin, Cem Vakfı’nın girişimleri sonucunda aldığı Aleviliğin bir inanç, cemevlerinin bir ibadethane olup elektrik, su ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması ve Alevi inancının okullarda tarafsız bir şekilde okutulması yönündeki kararlarını yıllar boyunca ihlal etti.
FAALİYETLERİNE HIZ VERDİLER
Devlet gücünü elinde bulundurma ayrıcalığıyla, istediği yere kayyum atayıp, üniversitelerin özerk yapısını yerle bir eden Recep Tayyip Erdoğan-AKP tek adam rejimi, her alanda bu tip çalışmalarını sürdürmüştür. Bu anti demokratik rejim, her kesime gözdağı verme, bir yolunu bulup kurumların içini boşaltma, kendisine biat etmeyenleri tehditle, korkutmayla sindirip, kendisine benzetme veya kendisine benzeyen yeni sistemler kurma yolunda çok ciddi gayretler göstermiş, bu konuda da Aleviler üzerinde faaliyetlerine hız vermiştir.
Alevilik – Bektaşilik konusunda son yıllarda yeni bir çalışma içine giren AKP iktidarı, Süleyman Soylu’nun danışmanı olan Alevi-Bektaşi kimlikli Ali Arif Özzeybek başkanlığında, devlet olanaklarıyla Türkiye sathında Alevi kurumlarını, cemevlerini gezip, bu kurumlardaki başkan ve dedelerin, babaların, hizmet yürütenlerin nabzını tutup ciddi bir rapor hazırlayarak, bu konudaki gayretlerine hız verdi.
Kendince Alevilerin ihtiyaçları konusunda bir çizelge hazırlayan Ali Arif Özzeybek, önemli Alevi kurumlarını, bu toplumun temsilcisi olacak en önemli kanaat önderlerini hiçe sayarak yaptığı tüm çalışmalarının sonuçlarını Süleyman Soylu aracılığıyla Recep Tayyip Erdoğan’a iletmiş, geçtiğimiz sene içinde bu konuda bir takım somut adımlarla iktidarın gayretleri kamuoyuna sunulmuştu.
Bunun bir sonucu olarak, Cumhuriyet tarihinde ilk kez geçtiğimiz sene iktidarın zaten adeta birer memuru gibi çalışan tüm illerdeki valiler, kaymakamlar il ve ilçelerde çeşitli “muharrem iftarı” programları yaptılar, birçok dede, Alevi kurum başkanının katıldıkları “iftarlık muharrem etkinlikleri” düzenlediler. Alevi – Bektaşi geleneğinde, bin yıldır bu topraklarda böyle bir uygulama olmamasına rağmen birçok Alevi Kurumu bu çalışmaların yanında yer alarak, “neme lazım devletten uzak durmayalım” tavrını sergilediler.
AKP. tarafından geçen sene organize edilen ve her türlü gayretlerine rağmen, önemli Alevi – Bektaşi kurumlarının, destek vermedikleri Hacı Bektaş etkinliklerine Recep Tayyip Erdoğan, Kültür Bakanı, İçişleri Bakanı da katılmış, iktidara yaranmak ve menfaat beklentisiyle ve valilerin de marifetleriyle, başta Trakya yöresinden olmak üzere birçok dede ve baba da bu etkinliklerde boy göstermişlerdi.
Aynı şekilde Ankara’da hukuki bir süreçte ellerinden kullanım hakkı alınan Hüseyin Gazi Vakfı’nın bazı yetkililerinin de yardımıyla, Aleviliğin simgeleri olan Hz. Ali, Hacı Bektaş resimlerinin indirildiği bir ortamda, kimi Alevi-Bektaşi inanç önderlerinin de katıldıkları bir “muharrem iftarında” boy gösteren Erdoğan, bu tutumunu burada da sürdürmüş oldu. Erdoğan, Kültür Bakanı, İçişleri Bakanı aynı tutumu, İstanbul’daki Şahkulu Sultan Dergâhı’nın İstanbul Valiliği tarafından yapılan hizmet binalarının açılışındaki resmi törende de sergiledi.
KENDİ ARALARINDA KAVGA EDİYORLAR
Tüm bunlar Erdoğan – AKP rejiminin sözde yeni bir Alevi Açılımından başka bir şey değildi.
Nihayetinde bu hazırlık dönemlerinden sonra yapısı belirlenen ve deprem öncesi Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren, Kültür Bakanlığı bünyesindeki Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın açılışı de yine geçen hafta içinde resmen yapıldı. Başkanlığa da bir dönem CHP’de de danışmanlık yapmış olan Alevi –Bektaşi kimlikli Ali Arif Özzeybek getirildi.
Bünyesinde kimlerin yer aldığı, tam anlamıyla yetkilerinin neler olduğu, neler yapacağı konusunda hala soru işaretleri olan bu başkanlık; kendisini Alevilik-Bektaşilik, cemevleri, dedeler, babalar, inanç konusunda çalışmalar yapacak bir önemli kurum olarak tanıtıyor.
Ancak Ankara Hacı Bayram Veli Üniversite’sinde öğretim üyesi olan ve aynı üniversitedeki Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Müdürlüğü’nü de yürüten İlahiyat kökenli Prof. Dr. Ahmet Taşkın, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında, Alevi –Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’yla ilgili değerlendirmelerde bulunarak, “orada bulunanların yüzde doksanı bu işi bilmezler” diyor.
Ahmet Taşkın, son yıllarda Kültür Bakanlığı bünyesinde bulunan ve yurtdışındaki tarihi Türk eserlerinin onarılması, rehabilitasyonlarının sağlanması amacıyla kurulmuş olsa da, kültür ve inanç konularına da karışıp, kapsamını herkesin tam bilmediği işler yapan TİKA’nın danışmanlarından birisidir. Yurtdışı Türk Toplulukları, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi birçok kurumla işbirliği içinde Türkiye dışındaki Türk topluluklarıyla ilgili tartışmalı çalışmalar yapan TİKA’daki etkili isimlerden birisi olan Ahmet Taşkın; katıldığı programda aynı zamanda Alevi kurum yöneticilerine ve solcu çevrelere, her zaman için büyük övgüler dizdiği Erdoğan’ın ağzıyla ağır hakaretlerde bulunuyor.
Bir süredir Yunanistan, Bulgaristan, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’ndeki Alevi –Bektaşi ocak – tekke – yerleşim birimlerinde, kurumlarda AKP’nin politikaları çerçevesinde çeşitli gayretler gösteren Ahmet Taşkın hakkında sayısız iddia var. Aynı zamanda devlet güdümünde Alevilik – Bektaşilik konusunda yüksek lisans, doktora çalışmalarının genel koordinatörlüğünü de yapan Ahmet Taşkın, ne hikmetse bazı Alevi – Bektaşi kanaat önderi ve Alevi yazarların da el üstünde tuttukları bir isim.
Anlaşılan Kültür Bakanlığı içindeki Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’yla, Hacı Bayram Üniversitesi Türk Kültürü Hacı Bektaş Araştırma Merkezi arasında, Alevi -Bektaşi kitlesini sözde temsil, sözde sorunlarını çözme konularında yetki tartışması var.
Ama her şeyden önce onlara birilerinin, siz hangi yetkiyle, hangi güçle, hangi kimlikle, kim olarak Alevilik-Bektaşilik konusunda kendinizi bu toplumun, bu inancın yetkili temsilciler sayıyorsunuz?
Hangi plan, hangi güç, hangi cesaretle Alevilik-Bektaşilik konusunda planlar, programlar yapıyorsunuz?
Halka danışmadan, onları ve bin yıllık öğretiyi, gelenekleri, kökleri yok sayarak, Alevi-Bektaşi kurumlarına hakaretler yağdırarak gerçekte ne yapmak istiyorsunuz? diye sormaları gerekiyor.
ALEVİLERİ BEKLEYEN TEHLİKE
Yüzyıllar boyunca Osmanlı zulmü altında kalıp, kimliklerini korumak, yaşatmak konusunda insanüstü bir gayretle çağları aşan öğretilerini bugünlere getiren Alevi – Bektaşi toplumunun önünde şimdi çok ciddi bir açmaz daha belirmiş durumdadır.
30 yıllık Alevi örgütlenme döneminde, akademik çabalara yeteri kadar önem vermeyen, karşılaşılan sorunlar konusunda strateji geliştiremeyen Alevi toplumunu bizce şimdi çok daha ciddi bir tehlike bekliyor. Her geçen gün siyasetin daha çok öznesi olan Alevilik, Alevi kurumlarının, Alevi aydınlarının, kanaat önderlerinin yeterince direnç göstermemeleri sonucunda devletin daha çok güdümüne giren bir yapıya doğru mu gidiyor.
Akademik çalışma adı altında, Alevilerin sorunlarının çözümü adı altında, cemevlerine yardım, devlette yetişmiş insan, maaşa bağlanan dedeler, babalar istihdam etme adı altında acaba şimdi Aleviler, devletin Osmanlı’dan sonraki en büyük asimilasyon hamlesine mi maruz kalıyorlar? Osmanlı’nın yüzyıllardır yapamadığını bugünkü iktidar zihniyeti bir takım hukuki düzenlemelerle çok zorlanmadan mı yapmak istiyor?
Yüzyıllar boyunca, kendi geleneksel yapıları içinde dede-talip ilişkileri, ocak, ozan, tekke, pir- mürşit- rehber, öğretiyi cemlerde halk ile birlikte alınan kararlarla aktarma konusunda ödün vermeden bir gayret içinde olan Aleviler; devlet kuşatıcılığında, resmi sistemin, Sünni İslam anlayışının dayatmalarıyla kimliklerini terk etmek zorunda mı bırakılıyorlar?
25 Aralık 2022’de Yenikapı’da bir araya gelen birçok Alevi kurum temsilcileri iktidarın son hamlelerine karşı seslerini gür bir şekilde yükseltmiş, her türlü asimilasyon gayretine karşı olduklarını dünyaya haykırmışlardı.
Görünen o ki devlet hiç boş durmuyor, hayat hiçbir şekilde boşluk kabul etmiyor.
Devlet yapısı o kadar rahat ki, yüzyıllardır asimilasyon konusunda nasıl saat gibi işliyorsa bugün de aynı şekilde işliyor. Kim ne derse desin, bildiği yolda, tek tipli, tek inançlı, tek yapılı bir devlet ülküsüyle hareket etmeye, kendi bünyesi içine işine geldiğini almaya, kendisine benzeyecekleri de bir yolunu bulup kendisine katmaya devam ediyor.
Bunca eleştirinin olduğu, yıpranmaya da başladığı söylenen Recep Tayyip Erdoğan-AKP rejimi Aleviler üzerinde niçin bu kadar rahat hareket etme hakkını kendisinde bulabiliyor, ya da bu kadar fütursuzca nasıl hareket edebiliyor?
Şimdi Alevilerin ve de her konu gibi, Alevilik konusunu da kendisine sorun eden sorumluluk sahibi aydınların, sosyologların bunu kendilerine ve topluma daha çok sormaları gerekiyor bence.
Ayhan Aydın: Araştırmacı – Yazar