Helalleşme yetmez (ama tam aksi anlamda)
Demir KÜÇÜKAYDIN*
Helalleşme üzerine yazılmamış bir şey yok.
Ama neredeyse hepsi demokratikleşme yolunda iyi gelişmelerin bir başlangıcı, daha ileriye gitmek için bir adım, Türkiye’nin bu kutuplaşmadan çıkması için gerekli bir adım vs. olarak görüyorlar ve öyle destekliyorlar.
Biz ise başka bir gerekçeyle geriye doğru atılması gereken ikinci bir adımın ilk adımı olması gerektiğini düşünüyor ve bu anlamda olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.
Ne demek istiyoruz?
Helalleşme iktidarı köşeye sıkıştırması, hareket alanını daraltması, tecrit etmesi nedeniyle olumludur. Sonuçları konusunda hiç hayale kapılmamak gerekir. Bu politika "demokratikleşme" veya "hukukun geri gelmesi" veya "parlamenter sisteme geçilmesi" vs. ile sonuçlanacağı için değil, (böyle olmayacaktır. Bunu sağlayacak program, güçler vs. yok) çok daha kötüye doğru bir gidişi engelleme yönünde bir hamle olduğu için olumlu bulunabilir.
Ama bu yetmez, ikinci bir adım atmak daha gerekir.
"Yetmez" derken herkesin sandığından başka anlamda, onların "yetmez" derken daha radikal ve demokratik tavırlar ve gelişmeler beklemelerinin tam zıttı bir anlamda yetmez diyoruz. İkinci adım tabiri caiz ise demokratikleşme veya hukuk yönünde değil, ilk bakışta, "hukuksuzluk", demokratikleşme en azından biçimsel eşitlikse, biçimsel eşitsizlik yönünde ikinci bir adım gerekir diye düşünüyoruz.
Olaya hukuki değil, savaşın, politikanın kavramlarıyla bakmalıyız demek istiyoruz.
Helalleşmenin ahlaki olduğu ama hukuki olmadığı söylendi.
Evet öyledir, ama işin hukuki boyutuna da tıpkı ahlaki boyut gibi politik olarak bakmak gerekiyor.
Herkes bunu söylerken, "tamam ahlaki olarak helalleşelim ama suçlular da mahkemelere çıkmalıdır, helalleşme bunu engellememelidir" anlamında yetmez diyor örneğin. Genellikle beklentiler bu yönde.
Kılıçdaroğlu da bu anlamda "Demeliyiz ki burada adalet olmalı, bir hak teslim edilebilmeli. Helalleşme ile hukuku da karıştırdılar. Hukuk ayrı ama helalleşme biraz daha farklı. Helalleşme kucaklaşma, sevgiyi egemen kılmadır. Böyle bakmamız gerekiyor." dedi.
Biz ise soruna hukuki değil, politik olarak bakıyoruz.
Çünkü sanılanın aksine bugün sorun demokratikleşme, Kürt sorununun halli, hukukun geri gelmesi, adaletin yerini bulması vs. değildir.
Esas sorun iktidarın bir çılgınlık yapmadan terk etmesinin sağlanmasıdır.
Bunlar çok büyük suçlar işlediler. Onlar açısından kendi sonları dünyanın sonu gibidir.
Hala belli bir kitle desteği ve muazzam bir operasyonel güçleri var.
Kendi sonlarını dünyanın sonu olarak görüp her türlü çılgınlığı yapabilirler.
Ve muhtemelen yapacaklardır da.
Esas sorunu bu yönde bir gidişi engellemek olarak koyunca, hukuki yaklaşımın dışına çıkıp, politik olarak bunun nasıl sağlanabileceği üzerine kafa yorulmalıdır.
Bu nedenle, ikinci bir adım atılmalıdır. Muhalefet bir araya gelip, iktidara açıktan, iktidarı meşru yollardan, bir çılgınlık yapmadan terk etmeleri karşılığında hukuken hesap sorulmayacağı teklifini yapmalıdır. Böylece iktidarın, köşeye sıkışmış bir kedi gibi, can havliyle, saldırmadan, iktidarı terk etmesi için imkan sunulmalıdır.
Moğol orduları bile düşmanın direncini kırmak için onları tamamen kuşatmıyor, kaçacak bir delik bırakıyorlardı ki ölümüne dövüşmek zorunda kalarak büyük zarar vermesinler. Muhalefet en azından Cengiz’in orduları kadar esneklik göstermelidir.
Yani iktidara yaptıkların yanına kalacak ama gel bu kazan kazan (win win) oyununa katıl demelidir.
Özellikle "hesap vercekler" sloganları ile politika yapan sosyalistlerin ve solcuların "bunun neresi win win" deyeceklerini de tahmin ediyoruz.
Ama bugün en büyük kazanç, bir çatışmanın, bir iç savaşın, bir çılgınlığın engellenmesi olur. Bunu engellemek en büyük kazanç olacaktır.
Demokrasi, parlamenter sistem, hukukun üstünlüğü vs. gibi konuların gündeme gelmesi için bile önce bunun engellenmesi gerekmektedir.
İnanmayanlara Marks’tan örnek vereyim. Örneğin Marks, eğer burjuvazi ve toprak sahiplerinin direncini ve sabotajını engelleyecekse, kamulaştırmalar karşılığında tazminat vermenin en ucuz yol olduğunu söylüyordu.
Örneğin Engels şöyle yazıyordu:
"Bu kamulaştırmanın karşılık ödenerek ya da ödenmeyerek yapılması ise, özünde bize değil, ama iktidara geçme koşullarımıza ve özellikle de büyük toprak sahibi efendilerin tutumuna bağlı bulunacaktır. Bir zarar ödentisinin her durumda kabul edilmez bir şey olduğunu hiç mi hiç düşünmüyoruz; eğer tüm bu çeteden kurtarmalık vererek kurtulursak, kendisine göre bunun bize daha ucuza mal olacağını Marx bana kaç kez söyledi bilimem."
Durumu bugüne ve şimdiki güç ilişkilerine aktarırsak, Marks-Engels’in sözleriyle "eğer tüm bu çeteden kurtarmalık vererek kurtulursak, bunun bize daha ucuza mal olacağını" hesaplamak gerekiyor.
O halde "helalleşme" adımını ikinci bir adım izlemelidir. İktidarın yatıklarının yanına kar kalması. Bunun karşılığında barışçıl bir geçiş.
Bu adımı HDP atabilir ve atmalıdır.
HDP, tüm halka ve tüm muhalefet partilerine, "gelin iktidara olağan yollardan, örneğin bir seçim veya erken seçimde, kaybettiği takdirde iktidarı terk etme sözü verirse, suçlarının üzerine gidilmeyeceği, hukuki süreçler başlatılmayacağı garantisini verelim, bu bizler için en az acılı ve en ucuza mal olmuş bir geçiş olacaktır" teklifini ortaya koymalıdır.
Özüre helalleşme dediğimiz ve İslami vokabülerle konuştuğumuz bu günlerde, bu tür yaklaşıma bir İslami örnek de verebiliriz.
Ali bir savaşta tam bir düşmanının tam kafasını koparacakken, düşmanı Hz. Ali’ye küfretmeye başlıyor. Bunun üzerine Ali adamı öldürmekten vazgeçiyor. Adam küfre devam ediyor, Ali yine hiçbir şey yapmıyor, kılıcını indiriyor. Bunun üzerine adam, beni niye öldürmüyorsun deyince, Hz. Ali, "ben Allah için savaşıyorum (yani adil ve insanca bir düzen için savaşıyorum), şimdi seni öldürsem, bana küfrettiğin için seni öldürdüğüm sanılabilir" diye cevap veriyor.
HDP, en mağdur parti olarak, kendisi için değil, adil ve insanca bir düzen için savaştığının, en barışçıl yolları savunduğunun bir nişanesi olarak böyle bir teklifi getirmeye herkesten fazla hak sahibidir.
*Aktivist-Yazar