Merkez Bankası'nın son faiz kararı ve 2022 büyüme rakamları üzerine
Dr. İlhan Döğüş
Merkez Bankası 23 Şubat’ta politika faizini 50 baz puan indirerek %8,5'e düşürdü. Faizleri düşürmenin eskisi gibi Dolar-TL kurunu yukarı çekmemesindeki temel faktörler ise ülkede yabancı finansal yatırımcıların, yani sıcak paranın, çok düşük seviyeye gelmiş olması, yani dışarı çıkacak yabancının kalmamış olması ve içerideki yerlilerin de döviz talebinin Kur Korumalı Mevduat uygulaması yoluyla bastırılmış olmasıdır.
Bu faiz indiriminin açıklandığı karar metninde deprem sonrası toparlanma sürecini desteklemek gibi bir saikin olduğu yazıyor. Ancak kamu harcamaları vergi ve borçlanmayla finanse edilmediklerinden, kendi kendilerini finanse ettiklerinden, yüksek faizin toparlanmanın asıl motoru olacak olan kamu harcamalarını kısıtlamayacağını ve özel sektörün yatırım harcamalarının tetiklenmesinin de faiz indiriminden ziyade yatırımların asıl belirleyicisi olan talebi güçlendirecek kamu harcamalarına ihtiyaç duyduğunu vurgulamak gerekir.
ARTAN EŞİTSİZLİK
Faiz artışının, borç-gelir oranı yüksek olan KOBİ’lerin ve alt-orta gelir grubundaki hane halklarının borç yükünü arttırıp onları iflasa sürükleyerek ve dolayısıyla işsizliğin artışına katkı sunarak ekonomiyi yavaşlatıcı etkisi güçlüdür. Ancak faizi düşürmenin tek başına firmaları yatırım ve üretim artışına sürüklemediğini son 30 yılda dünya ölçeğinde deneyimledik. Bu dönemde gerekli regülasyonlar olmadığı için düşük faiz spekülatif borçlanmayı özendirerek finans piyasalarında yatırımı tetikledi ve finans piyasalarının şişmesine katkı sağladı. Spekülatif borçlanmadan kasıt, verili faiz düzeyinden daha yüksek bir finansal kar beklentisi ile bankadan alınan kredinin finans piyasalarına yatırılmasıdır.
Ancak öte yandan vurgulamak gerekir ki, enflasyonla mücadele çerçevesinde faizi arttırma önerisinin gerçekçi bir karşılığı olmadığı gibi işsizliği artırarak işçilerin Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH)’dan aldığı payı baskılayıp eşitsizliği arttırmak gibi bir yönü de var. Bu fikriyat, işsizlik oranını, doğal dedikleri fakat aslında gerçekte olmayan ve pek de hesaplamadıkları “enflasyonu arttırmayan işsizlik oranının” üzerine çıkarmayı, böylece talebi baskılamayı hedeflemektedir. Bu sebeple, yani işsizliği yüksek tutmak sayesinde, emeğin GSMH’dan aldığı pay, ‘enflasyon hedeflemesi uygulaması’ ile birçok ülkede olduğu gibi, aşağıdaki grafikten görüldüğü üzere, Türkiye'de de düştü.
Grafik 1: Türkiye’de ortalama maaşın GSMH’ya oranı. Kaynak: Erişilebilir OECD verilerinden kendi hesaplamam.
Maaşların baskılanmasına ve düşük faiz düzeyine mukabil artan hane halkı borçluluk oranı, işçilerin pazarlık gücüne ket vuran bir faktördür. Üzerlerindeki borç yükü, işçilerin maaş artışı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönündeki taleplerini dillendirmelerine yönelik cesaretlerini kırmaktadır. İşçilerin pazarlık gücündeki düşüş, firma sahiplerinin karlarını ve firma yöneticilerinin gelirlerini artırdığından eşitsizliğin artışına katkı sunar. Aşağıdaki grafik, eşitsizliğin en genel kabul gören ölçümü olan Gini endeksinin Türkiye'de ‘enflasyon hedeflemesi uygulaması’ sürecindeki seyrini gösteriyor.
Grafik 2: Türkiye Gini Endeksi. Kaynak: stlouisfed.org
AKP hükümetinin faizi düşürmekteki temel iki saiki ise, maaşları yeterince arttırmadıklarından dolayı talebi tüketici kredileri ile güçlü tutmak ve depremle yara almış ve aslında depremden önce de kar marjları daralmış olan inşaat sektörünü desteklemektir, çünkü faizler düşük olduğu ölçüde konut kredisi talebi yükselmekte ve bu da ev fiyatlarını yukarı çekmektedir. [2022'nin tamamında inşaatta daralma %8,4 oldu ve salgın yılı olan 2020'deki %5,5'lik daralmanın üzerine çıktı (artigercek, 28 Şubat 2023).]
BORÇ DEFLASYONU
Örneğin faiz artıran ABD'de ise konut fiyatları 6. ayda da düştü (Bloomberght, 28 Şubat 2023). Faiz arttırmanın ev fiyatlarını düşürmesinin mekanizmasını şöyle açıklayabiliriz: Artan faizler daha önce kredi çekerek ev almış olan insanların aylık ödemeleri gereken taksitlerin miktarını yukarı çeker ve bu insanlar arasında önemli bir kısmı, gelirleri faizler kadar artmadığı zaman kredi borçlarını çeviremez duruma geldiklerinden dolayı evlerini bir an önce satıp bütün kredi borcunu kapatmayı isterler.
Fakat bu kadar çok ev satma isteği karşısında diğer insanlar da bunu fark ettiklerinden fiyatların daha da düşmesini beklerler ve evleri satın almazlar, çünkü borçluların evlerini bir an önce satmak zorunda olduklarının farkındadırlar. Onlar evlerin fiyatını daha da düşeceği beklentisiyle satın almazlarken bir an önce satmak isteyenler aciliyetlerinden dolayı fiyatlarını tekrar düşürmek yoluna giderler. Bu duruma literatürde ‘borç-deflasyonu’ denir, yani yüksek borçluluk düzeyinin sebep olduğu fiyat düşüşü.
ÜRETİM KAPASİTESİNİ ARTIRMAYAN YATIRIMLAR
TÜİK’in açıkladığı verilere göre, Türkiye 2022'de %5,6 büyüdü ve iç tüketim %19,7 büyüdü. Yani büyümeyi iç tüketim sürükledi. Yatırımlarda ise büyümenin ivme kaybettiği görüldü.
2020 ve 2021 yıllarında %7,4 artan yatırımlar 2022'de %2,8 büyüdü. Tüketimin büyümeye katkısı 10,4 kadar iken yatırımların katkısı 0,6 düzeyinde kaldı. İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçen yıl %30,1 iken, bu oran 2022 yılında %26,5 oldu (bloomberght, 28 Şubat 2023).
Bu verileri birlikte değerlendirecek olursak şunu söyleyebiliriz: Emeğin GSMH’dan aldığı pay düşerken, yani aslında maaşlar yeterli düzeyde artmamışken, büyümeye en büyük katkının iç tüketimden gelmiş olması, bu artan tüketimin tüketici kredileri ile finanse edildiğini gösterir. Yoksulluğun ve yoksulluk düzeyinin artmış olmasıyla beraber düşündüğümüzde, insanların gıda, kira, doğalgaz, elektrik, su gibi en temel ihtiyaçlarını karşılamak için bankalardan borçlandığını söyleyebiliriz. İşsizliğin ciddi düzeyde düşmemiş olmasını göz önüne aldığımızda da özel sektör tarafından yapılan yatırım harcamalarının üretim kapasitelerini arttırmak yönünde değil, daha ziyade var olan makinalarını yenilemek yönünde yapıldığını söyleyebiliriz. Büyük holdinglerce son dönemde açıklanan yüksek kârları ve sermayenin GSMH’dan aldığı payın artmasını, bu düşük seyreden yatırım harcamasıyla beraber düşündüğümüzde, firmaların yatırım yapmadan kar yaptıklarını ve bunu da artan tekelleşmeye borçlu olduklarını söyleyebiliriz. Sağlıklı ve istihdamı artırdığı ölçüde sürdürülebilir olan bir büyümenin temel motoru aslında krediyle finanse edilen tüketim değil, yatırım harcamalarıdır. Yatırım harcamalarındaki büyümenin hız kesmesinin önemli sebeplerinden biri, ihracatın ağırlıklı olarak yapıldığı Avrupa'da resesyon, yani daralma, riskinin baş göstermesidir.
En başta vurgulandığı üzere, yatırımların faize duyarlı olmadığının bariz kanıtı da Aralık 2021’de 14% olan Merkez Bankası politika faizinin Aralık 2022’de 9%’a düşürülmesine mukabil ciddi bir yatırım artışının olmamasıdır. Yoksulluğun ve eşitsizliğin arttığı bir durumda talep baskılanırken yatırımlar, salt vergi ve faiz oranlarındaki ve maliyetlerdeki düşüşün sağlayacağı karlardaki artışlar ile tetiklenmez.
Özetle, 2002-2019 arasında ‘bağımsız’ merkez bankasınca uygulanan enflasyon hedeflemesi döneminde de, 2019 sonrası ‘bağımsız olmayan’ merkez bankasının enflasyonu önemsemediği dönemde de emeğin GSMH’dan aldığı pay düşmüştür. Yani enflasyonu düşürmenin de maliyeti, artan enflasyonun da maliyeti, çalışan yığınlar üzerine indirilmiştir. AKP'nin büyüme modeli, istihdamı arttıran bir büyüme değil, eşitsizliği ve yoksulluğu artıran suni bir büyüme olmuştur. İnşaata ve onun etrafında örgütlenmiş ranta dayalı bu model, 6 Şubat depreminin bilançosunu ağırlaştırmış ve enkaz altında kalmıştır.
İLHAN DÖĞÜŞ: 1983 Newroz’unda Elbistan’ın Sevdilli köyünde dünyaya geldi. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra, ÖSYM bursuyla girdiği Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası Finans lisans eğitimini 2011‘de tamamladı. Akdeniz Üniversitesi ve Hamburg Üniversitesi’nin ortak Avrupa Çalışmaları yüksek lisans programını DAAD bursuyla Mayıs 2014‘te tamamladı. Ekim 2014 – Ekim 2017 arasında Hamburg Üniversitesi Sosyal Ekonomi departmanında „finansallaşma, maaş eşitsizliği ve tekelleşme“ başlıklı, uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış 3 makaleden oluşan doktora tezini tamamladı; araştırma görevlisi olarak „Büyüme ve Bölüşüm“ ve „Ekonomiye Giriş“ derslerini verdi. Rostock Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırma görevlisi olarak Finans ve İktisat Politikası, Dağıtım ve Rekabet, ve Endüstriyel İktisat derslerini verdi. Eşitsizlik, finans ve iktisat politikası temel araştırma konularıdır.