Ortak akıl mı yoksa kolektif cinnet mi?
Josef H. KILÇIKSIZ
Türkiye 70’li yıllardan beri çözemediği bir döviz krizi yaşıyor. Ancak ülkenin içinden geçtiği şimdiki kriz diğerlerinden çok daha absürt (usdışı, saçma) özellikler taşıyor. Krize çare olarak sunulan araçları bir metaforla açıklamaya çalışayım. Kışın odununuz yok diye evin direklerini kesip yakar mısınız? Şimdiki hükümet ne yazık ki bu absürt yola başvurdu.
Isınmak için evin kolonlarını kesip yakmak ne pahasına olursa olsun koltuğu bırakmamak psikolojisiyle yakından ilişkilidir. Koltuktan olursam yargılanırım korkusuyla yakından bağlantılı bir suçluluk psikolojisidir. Evin direklerinden kastım Merkez Bankası’nın hazineye pervasızca devredilen rezervleridir. Bu rezervler sayesindedir ki şimdiki kriz baskılanarak ötelendi.
Merkez Bankası ve kamu bankaları 2019'un başından bu yana TL'yi desteklemek için piyasaya yaklaşık 110 milyar dolar sattı. Fakat buna rağmen haftalardır baskılanan dolar kuru dün adeta patlama yaptı.
Merkez Bankası’nın sert faiz artırımına giderek yeni likidite kaynakları bulması hastanın yapay solunumla bir süre daha hayatta kalmasını sağlayabilir. Ancak sorun, yapısal, kapsamlı ve derin olduğu için bu önlemler de geçici nitelik taşıyor.
Türkiye 2017’den beri rezervlerini tüketiyor. Milli varlıklar ne olduğu belirsiz "Varlık Fonu" na aktarıldı. Varlık fonu talanın sürdürülmesi için eksiksiz bir vektör işlevi görüyor.
Bırakın sorunu çözmeyi hükümet şimdiki sorunun varlığını bile kabul etmiyor.
TÜİK ile halkın gerçekliğindeki enflasyon rakamları arasında bir uçurum bulunuyor. Hükümet bir çeşit "politbüro" rakamları açıklayarak halkı kandıracağını zannediyor. Ancak, çalınmasın diye peynir ve bebek bezinin marketlerde kilit altında tutulduğu bir ülkede yaşadığımız görmezlikten geliniyor.
Enflasyon bir sonuçtur, arkasındaki süreçleri yönetmeden, bileşenlerini tespit etmeden bu soruna bir çare bulamazsınız.
Örneğin enflasyonun önlenebilmesi için Merkez Bankası’nın kayıtsız koşulsuz özerk olması gerekir. Bankayı darphaneye çevirip hadsiz hesapsız para basmasını emreden siyasi akıl, ısınmak için evin direklerini yakan aklın ta kendisidir.
Türkiye’de bütçe açıklarının Merkez Bankası’nın para basması üzerinden kapatılmaya çalışılması gibi enflasyonist bir para politikası hep olageldi. Bu alışkanlık sadece AKP’nin sorunu değildir. Merkez Bankası’nın para basarak hazineyi fonlaması bu paranın hazineden geri alınması koşuluyla bir dereceye kadar normal görülebilir. Fakat Merkez Bankası’nın basıp hazineye devrettiği para bir türlü piyasadan geri çekilemiyor.
Peki bu para nereye gidiyor? Kredilere gidiyor. Türkiye’deki bankalar son zamanlarda neredeyse sokaktan geçen adama bile bol keseden krediler dağıttı. Neredeyse eksi faizlerle dağıtılan ucuz konut ve taşıt kredileri konutların ve ikinci el otomobil fiyatlarının katlanmasına yol açtı. Geriye dönmeyen krediler yüzünden korkarım ileride haciz ile birlikte banka batma durumları da yaşanacak.
Birinci el otomobil için şimdi en azından dört ay önceden sıraya girmeniz gerekiyor. Bir tanıdığım, sırasını on bin liraya başkasına devrettiğini anlattı.
Parasal likidite daralması terimi kaba bir euphemismdir. Parasal likidite daralmasına gitmenin amiyane karşılığı, faiz arttırmak ve para basımını azaltmaktır. Kısacası cephane iyice azaldığı için kuru baskılama politikası sonlandırıldı.
Türkiye fetih, kılıç Ayasofya çılgınlıkları ile oyalana dursun, ülkeye acilen likidite lazım. Katar ile swap kurtarmaz artık. Üstelik Türkiye’nin kredi risk puanları yüzde altı yüzlere çıkmış durumda. Başka bir deyişle Türkiye borç para vermenin çok riskli olduğu ülkeler arasında sayılıyor.
Ülkeden korkunç bir beyin göçü de yaşanıyor. Türkiye’nin ekonomik ve beşerî varlıkları talan edildi. Avrupa’nın tedarik zincirinden hızla kopan Türkiye’nin sanayisi Çin ekonomisi ile yarıştırılıyor.
Ekonomi hızla ısınıyor. Bankaların çöküş ihtimali hız kazandı. İşsizlik almış başını gidiyor.
Ülke malını mülkünü satarak katma değer üreten ekonomik ve beşerî varlıklarının kökünü kuruttu. Halk üretmeden lüks bir hayat süren mahalle sosyetesi gibi sermayeden yiyor.
Reel sektörün döviz açığı nedeniyle yüksek döviz ihtiyacı, turizm gelirlerinin salgın yüzünden adeta sıfırlanması, Hazine garantili projelere dövizli ödemeler, ihracatın üzerinde seyreden ithalat, vatandaşların ekonomi politikalarına güvensizlik yüzünden birikimlerini dövizde tutması, hatta son dönemde vatandaşların TL kredi çekip döviz, altın almaları, hisse senedi ve borç senetlerinden yabancı çıkışı, TL'ye içeride negatif reel faiz uygulanması nedeniyle mudilerin dövizde kalmaları, finans ve finans dışı kesimin net dış borç ödemesi gibi unsurlar Türkiye'nin dövize olan ihtiyacını artırıyor.
Yukarıda saydığım reel parametreler arasında biri var ki milliyetçi anlatıyı bozguna uğratıyor. Vatandaşlar kredi çekip döviz ve altına yöneliyor. TL cinsinden mevduatlara kayış olmuyor. Bu da "hırsızın hiç mi suçu yok" dedirten bir gerçekliğe işaret ediyor.
Bence sorun artık bir ekonomi sorunu olmaktan çok bir zihniyet, bir "medeniyet perspektifinden yoksun olmak" sorununa evirildi. Çünkü politik ve sosyal bileşenleriyle ekonomi, siyaset yapmanın başkaca bir şeklidir.
Haydi diyelim ki TÜİK ile, işte bilmem ucuz kredilerle halkı kandırdınız, peki uluslararası yatırımcıyı, likidite sağlayan kuruluşları nasıl ikna edeceksiniz?
Ülkeye döviz likiditesi sağlayacak olan kuruluşlar ülkenin sadece ekonomik parametrelerine bakmıyor. Muhtemelen hapisteki Kavala’yı, Demirtaş’ı, gazetecileri, polis ve bekçi şiddetini, İstanbul Sözleşmes’ini, Doğu Akdeniz’i falan da soruyor.
Aşırı bir savla, döviz likiditesi ile Sümela Manastırı’nda tahrip edilen ikona yüzleri, Ayasofya’da çekilen kılıç, Süryani Diril çiftinin ölümü, Hatay Barosu Başkanı Avukat Ekrem Dönmez’in gözaltına alınması, Cumartesi Anneleri’nin Taksim’e çıkmasının engellenmesi, Kürtçe konuşma yasağı, Covid-19 vakalarının gizlenmesi, ölüm orucunda olan avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal'ın vaziyeti arasında ince bir diyalektik bulunuyor.
Ortak akıldan hep söz edilir. Ben bunun olmadığını düşünüyorum. Şeker fabrikalarının kapatılmasını, dışarıya beyin göçünü, entelektüel insan kaynaklarının hapiste çürümesini, denetimsiz başkanlık sistemine geçilmesini, bol keseden para basıp kredi vermeyi, katma değer üretmeyen betonsal yatırımları, üyelerinin ölümü pahasına Grup Yorum’a konser izni vermemeyi, işkence ve kötü muameleyi, ekonomik alt yapısı olamadan beş milyondan fazla mülteci almayı, gazetecileri hapse atmayı engellemek için hayata geçirilmeyen ortak akıl olsa ne olur olmasa ne olur. Şimdiden sonra hayata geçirilse neye yarar?