Özel sektör öğretmenlerinin mücadelesi

Özel sektör öğretmenlerinin mücadelesi
Türkiye koşullarında örgütlenebilmek büyük bir meseledir ve eğitim emekçileri de toplumun çoğunluğu gibi öğrenilmiş çaresizlik içindedir. Bu çaresizliğinde sebebi; ülkede yaşanan hak arama mücadelelerinin baskı ve yıldırma politikaları ile karşılaşmasıdır

Türkiye’de toplumsal alanda çözüme kavuşmayan birçok başlık var elbette ama bir toplumu ve toplumun geleceğini etkileyen, şekillendiren en önemli konulardan biri eğitimdir. Eğitim kavramından bağımsız düşünemeyeceğimiz şey ise “öğretmen”dir. Evrensel ve yerel kültürel mirasın iletilmesinde aracı rolü olan ve bireylerin tüm potansiyellerini gerçekleştirebilmelerini sağlamaya yönelik çabası nedeniyle “öğretmenlik”, bütün toplumlarda diğer mesleklerden farklı bir yere sahiptir.

Toplumsal statü ve ekonomik getiri bir mesleğin profesyonellik göstergelerinden biri olarak görülmektedir. Öğretmenliğin toplumsal statüsü ve devletin eğitim harcamaları, öğretmen istihdam politikaları ile doğru orantılıdır. Öğretmenlik mesleğinin istihdamının, büyük bir oranda kamu tarafından sağlanması nedeniyle, mesleğin ekonomik getirisi ve toplumsal saygınlığı devlet tarafından belirlenmektedir.

TÜRKİYE’DE ÖZEL SEKTÖR ÖĞRETMENLİĞİNİN GELDİĞİ NOKTA

Türkiye’deki öğretmenlik mesleğine baktığımızda kamu öğretmenleri ve özel sektör öğretmenleri ayrışmasını bariz şekilde görüyoruz. Kamudaki öğretmenlerle eşit ücret almayan özel sektör öğretmenlerinin taban maaş hakkı, ek ders etüt gibi etkinlikler için ödenmeyen ücret ve mobbinge maruz kalmak gibi bir dizi haklı talepleri vardır.

Özel okullarda 170 bin öğretmen görev yapıyor ve özellikle KPSS sonrası mülakatın da gelmesi ile atanmayan, ataması yapılmayan yüzbinlerce öğretmen, özel okullar tarafından ucuz işgücü olarak görülüyorlar. Geçim sıkıntısı, ülkenin ekonomik koşullarının yarattığı buhran, birçok eğitim emekçisini kaygılandırmaktadır. Branşında yetkin, bilgili ve donanımlı nice öğretmen özel okullarda, özel okulların olumsuz şartlarına rağmen çalışmak zorunda kalmaktadır. Kamu öğretmenlerinin tüm mesleki hayatları yolunda ya da sorunları, sıkıntıları yok demiyorum. Kamu öğretmenlerinin yaşamış olduğu problemler de var ama özel öğretim kurumlarında çalışan eğitim emekçilerinin yaşadığı temel hak, ücret eşitsizliği vb. gibi konularda kısmen de olsa daha avantajlı oldukları gerçeğini göz ardı edemeyiz.

2014 yılında başlayan özel teşvik, destek ve vergi indirimleriyle açılan özel okulların sayısı artışa geçti. Hatta eğitim ile yakından uzaktan ilgisi olmayan farklı iş kollarındaki insanlar, eğer paraları varsa ticari hesaplarda bulunarak okullar açtılar. Bazı dershaneler fiziki koşulların uygun olmamasına rağmen özel okullara dönüştürüldü. Peki sonra ne mi oldu? 2018’de teşvikin kaldırılması, pandemi dönemi ve ortaya çıkan ekonomik kriz ile birlikte okullar şirket mantığı ile yönetilmeye başlandı. Tüm bu olumsuzluklar bu okullarda düşük ücretle, güvencesiz çalışan eğitim emekçisinin sorunlarını daha da gün yüzüne çıkardı. Bunun yanı sıra devlet okullarına yeterli bütçenin ayrılmaması, kalabalık sınıfların var oluşu, devlet okullarındaki fiziki koşulların ve donanımın yetersizliği parası olan ailelerin, çocukları için özel okulları tercih etmesine sebep oldu. Hatta özel okullar, veliler için birer statü göstergesi haline de geldi. Özel okulların sınıfları, spor salonları, sağladığı imkanlar ve kendilerini “iyi eğitim” adı altında pazarlamaları ile velilerin bu okulları tercih etmesinde etkili olmuştur.

ÖZEL SEKTÖR ÖĞRETMENİNE BAKIŞ AÇISI

Türkiye’deki öğretmenlik mesleğine bakış açısını ve öğretmenliğin geldiği noktayı ele alacak olursak büyük bir itibarsızlaştırma söz konusudur. Bu itibarsızlaştırma ise kamu öğretmeni ve özel sektör öğretmeni ayrımı yapılarak, özel okullarda çalışan eğitim emekçilerinin niteliksiz, bilgisiz olduğu ima edilmektedir.

Buna bir örnek vermek gerekirse, 11 Temmuz 2023 tarihinde A haber canlı yayınında konuşan MEB (Milli Eğitim Bakanı) Yusuf Tekin’in, özel kurslarda görev yapan öğretmenler hakkında söylemiş olduğu şu sözleri hatırlamak gerekir; “Kurslardaki öğretmenlerin büyük çoğunluğu, herhangi bir sınava girip başarılı olmuş değillerdir. Benim öğretmenimin girdiği KPSS sınavında başarılı olamadığı için orada öğretmenlik yapıyor.” Bunlar bir eğitim bakanına yakışmayan sözlerdir.

Bu sözlerden sonra Bakan’a “KPSS sınavında başarılı olamayan öğretmenler sizin öğretmeniniz değil mi?” diye sormak lazım. ”Atanamayan mı, yoksa ataması yapılmayan öğretmenler mi?” diye de sormamız gereklidir. Burada şöyle bir durum söz konusudur; eğitim fakültelerinden mezun olan, öğretmenlik mesleğinin niteliğine ve donanımına sahip, bir kitle zaten var. Sonrasında ise öğretmenler KPSS gibi niteliği hala tartışılan bir sınava tabi tutuluyor. Tüm branşları ayrı ayrı düşünecek olursak her branşın ataması da aynı sayıda ve puan ile yapılmıyor. O halde MEB (Milli Eğitim Bakanı) Yusuf Tekin’e şunu sormak gerekli; branş olarak ataması az sayıda yapılan bir öğretmen 90 puan ile atanamıyorsa bu öğretmen mi sizin sınavınızı geçememiş oluyor. Velhasıl evet bu sınavı geçemeyen ve özel okullarda çalışmaya mahkum olan öğretmenler; bu ülkenin öğretmeni, eğitim emekçisi mertebesinde olamazlar gibi bir sonuç mu çıkarmalıyız?

ÖZEL SEKTÖR ÖĞRETMENLERİNİN ÖRGÜTLENME MÜCADELESİ

Her ne kadar gösterişli ve nitelikli, iyi eğitim veriyoruz diyen özel okullarda çalışsalar da aldıkları ücretlerle geçinemeyen, iş güvencesi olmayan nice yetenekli ve donanımlı öğretmen tüm olumsuzluklara rağmen çalışmaya devam ediyor ya da işini bırakıp başka işlere yönelmeye çalışıyor. Azınlıkta kalsalar da birçok öğretmen sesini yükseltmek, hakkını aramak ve olması gerekeni oldurabilmek için örgütlü mücadele içinde yer almaya karar veriyor. Öğretmenlerin geçmişten günümüze örgütlenme ihtiyaçlarına baktığımızda amacın sadece ekonomik ve sosyal hakları savunmak olmadığını görebiliriz. Aynı zamanda eğitim politikalarında da etkili olmak istemektedirler.

Türkiye’nin şu anki koşullarında örgütlenebilmek büyük bir meseledir ve eğitim emekçileri de toplumun çoğunluğu gibi öğrenilmiş çaresizlik içindedir. Bu çaresizliğinde sebebi; ülkede yaşanan hak arama mücadelelerinin baskı ve yıldırma politikaları ile olumsuz sonuçlanmasıdır. Geçtiğimiz ağustos ayında asgari ücret dayatmasına karşı İstanbul’da eylem yapan “Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası” üyelerinin ters kelepçe ile gözaltına alınması ister istemez birçok eğitim emekçisinin gözünü korkutmaya ve örgütlü mücadeleden uzak durmasına yetiyor. Doğal olarak çocuğunu, eşini, kendini ve geleceğini düşünerek soruşturma yemek ya da hapse girmek istemiyor. Ve ortada hak arayışı diye de bir şey kalmıyor.

Geçmiş yıllardaki öğretmen örgütlenmeleri ile günümüzün öğretmen örgütlenmelerini düşündüğümüzde, aklıma ilk gelen isimlerden biridir Fakir Baykurt. Öğretmenlerin örgütlü mücadelesi adına birçok eylemin başını çekmiştir. Hayatına TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası), TÖDMF (Türkiye Öğretmen Dernekleri Federasyonu) genel başkanlıkları gibi birçok şey sığdırmıştır. TÖS, 1971’de kapatıldığında şube sayısı 535, üye sayısı 72000 kadardı. Bu örneği veriyorum çünkü; o dönemin belki de en önemli örgütlü mücadelelerinden biriydi. Ve günümüz eğitim emekçilerinin hak mücadelesinde rehber olacak niteliktedir. Öğretmenlerin bugün yaşamış olduğu baskı, yıldırma politikaları o yıllarda da yok muydu? Demirel iktidarı “hak” diyen öğretmenin ağzını kapatmak için her türlü baskıyı uyguladı. Sürgünler, açığa almalar, öğretmen derneklerinin saldırıya uğraması, öğretmenlerin “faili meçhul” cinayetlerle ortadan kaybolması ve daha niceleri.

1969 yılında çalışan 169 bin öğretmenin, 109 bininin katıldığı “Büyük Öğretmen Boykotu”, örgütlü mücadelenin önemi gösterir. Bugüne kıyasla, o dönemde eğitim emekçilerinin gözünün pek oluşunu ve verdikleri mücadeleden vazgeçmemelerini Fakir Baykurt, “Mücadeleye giren insanlar sonuç ne olursa olsun buna katlanmayı bilmelidir” sözleriyle anlatır.. Geçmişte olup bitmiş bir örgütlü mücadeleye yer vermek istememin sebebi; hafızamızı tazelemek ve umudumuzu diri tutmak adınaydı. Özel sektörde çalışan eğitim emekçileri de hak mücadelesinden vazgeçmeyerek, o tek yumruğu daha da büyütmelidir.


Melike Sargın; Felsefe grubu öğretmeni ve yaratıcı drama eğitmenidir. Uzun yıllardır okul öncesi ve ilkokul yaş gruplarıyla çocuklar için felsefe (p4c) ve yaratıcı drama çalışmaları yürütmektedir. Aynı zamanda eğitimcilere yönelik Çocuklar, topluluklar ve şirketler için felsefe eğitmen eğitmenliği yapmaktadır. Alternatif eğitim modelleri, pedagoji, eğitim ve siyaset alanında yazılar kaleme almaktadır.

Öne Çıkanlar