Selahattin Demirtaş'ın dediği: Başka bir Türkiye mümkün!
Taner Aday
+GERÇEK- Eski Alman Başbakanı Helmut Schmit, "Demokrasi ile tartışma iç içedir. İçinde tartışma olmayan demokrasi, demokrasi değildir. Bu, Perikles’ten beri böyledir" demişti. Peki ama bu böyle değilse ne yapmalı? Politika açısından cevap çok basit: Bunun koşullarını hazırlamak için çalışmalı.
İşte Selahattin Demirtaş, uzunca bir süredir tam da bunu yapıyor. Üstelik de demokratik olmayan koşullarda, "içerden", "dışarda" olanlara, demokrasi yarın gelecek bir şey değil; bu gün gerçekleştirilmesi gereken bir yaşam tarzıdır mesajı vererek.
Bu konuda yaptığı bir çok söyleşi var, ama 18 Temmuz 22 tarihinde Murat Sabuncu ile yaptığı, onun düşüncelerini en somut dile getirdiği söyleşidir. Bu söyleşi yayınlandıktan tam on gün sonra, yani 24 Temmuz’da Murat Sevinç "Diken’de" bir değerlendirme yazısı yazdı. "kendisini ve partisi HDP’yi de bazı açılardan o eleştiri halkasına dahil etmesi, bana, konuşabilecek alan açma, var olan zemini ferahlatma çabası gibi görünüyor." dediği aynı yazıda, "susmayı tercih edenler" dediği kesim, işte bu Demokrasi Tartışması’nda, aynı seçimlerde oy kullanmayan "sessiz kitle" gibi bir rol oynuyor. Son tahlilde iktidardan yana tavır alıyor.
İşte bu noktada Demirtaş’ın "İğne-Çuvaldız metaforu" önemli. Eleştiri, ancak özeleştiri varsa anlam kazanır. Bu işi "kalem erbabı" yapmayacaksa, yapmıyorsa, onlarda "mutlak hakikat" düşüncesine teslim olmuşlardır denebilir.
İşte bu nokta, Demirtaş’ı bir hukukçu olarak da zorluyor. Ortada "mutlak hakikati temsil ettiğine inanan, politik erki tek başına elinde tutan bir Otokrat (Hükümdar), kendince "mutlak değerler" uyduran bir diktatörlük heveslisi var. Burada, onun kişiliğinden çok temsil ettiği düşünceyi, bu düşüncenin, bir yasa koyucu olarak, bu otoriter kişinin elinde, kendisinin de "mutlak doğru/iyi insan" olduğuna inanması ile politikayı da itaatkarlığa indirgemesinin, demokrasi ile hiç bir ilgisi olmadığının, en geniş kesimlere anlatılması sorununa vurgu yapıyor.
Çünkü bu nokta, demokrasinin kendisini meşrulaştıracak, her türlü haklılık zeminini kaybettiği gibi göründüğü noktadır. Tam da bu nedenle savunulması zorunluluğunun da doğduğu açıktır. Bence bunun gören çok ama Sayın Selahattin Demirtaş bu sorunu "içerden" görüp doğrudan tavır alan tek kişidir.
Evet, mutlak hakikate, sabit değerlere inanmak, metafizik, dini-mistik bir dünya görüşünü politikanın merkezine almak anlamı taşır. Bu ise eşyanın doğasına terstir. Demirtaş, açtığı tartışma ile demokrasinin, göreli gerçeklikler/doğrular ile göreli değerlerlere dayandığına vurgu yapıyor. Neyin neye göre doğru olduğu, hangi değerlerin hangi guruba, "çoğunluğa" göre gerçek olduğunun, sağıklı bir tartışma ortamında, belirlenmesi, bu "doğrular" ile "değerlerin" de her an başka değerlere yer açmaya hayır olmaları, felsefe ile bilimsellik açısından, eleştirellik ile pozitifizm önerisidir. Değişkenliğin akıl ile kavranması, mutlakiyetçiliğin reddedilmesi. Buyrun, Selehattin Demirtaş’ın cesaretinin tanımı.
"Bölünme psikozu", "silahların bırakılması" buz dağının tepesindeki konular. Buzlar eridikçe onlar da çözülecektir. Söyleşilerde "Aday adaylarının seçimle belirlenmesi" önerisi bu iki konudan daha önemlidir. MHP ile AKP’nin bir "Türkiye Partisi" olmadıkları, asıl HDP’nin Türkiye Partisi olduğu betimlemesi, Türkiye’nin bir halklar topluluğu olduğunun politik olarak da dile getirildiği betimlemedir. Türkiye’de tekçi, ırkçı-milliyetçi partilerin, toplumu temsil iddiasının yanlışlığının belgelendiği noktadır.
Demirtaş, son olarak ortak aday nedir? Başlıklı yazısında:"Ortak Cumhurbaşkanı adayı" konusunu anlatırken, "Ortak aday bir kişi değil bir anlayıştır.Tek adamın karşısına çıkacak bir başka tek adam ya da tek kişi değildir. Kollektif aklın sözcüsü, birleşmiş bilincin aktarıcısıdır" diyerek, nasıl bir sistem önerdiğini, tartışmanın önemine vurgu yaparak, açıkça anlattı.
İşte bu nokta, Demirtaş’ın eşitlikçi, özgürlükçü, laik bir toplum talebinin politik olarak savunulması gerektiği, noktadır.
Demirtaş Türkiye gerçekliğini hepimizin önüne koyup, "Başka bir Türkiye hala mümkündür" diyor.
Yasalarla güvence altına alınmış bir eşit tartışma ortamı, meclisteki çoğunluğun, azınlık muhalefetinin, tümüyle yanlış, tümüyle doğru olmadığı, muhalefetin bir gün çoğunluğa dönüşebileceğini bilmek, bilince çıkarmak. Demokrasi diye adlandırdığımız sistemin tüm anlamı işte budur! Bu da politik totaliterizmlerin önüne çıkartılması gereken şeydir.
DEMİRTAŞ BUNCA YALNIZ KALMAMALIYDI !
Politik tutuklu olarak Demirtaş’ın konumu Pilatus’un mahkemesindeki İsa Peygamber’in konumu gibi. Pilatus, bir Roma’lı olarak demokrasiye inanıyor. Yahudi cemaatinin seçkinlerine soruyor. "Paskalya Bayramı’nda iki tutukludan birini affetmek istiyorum. Yahudilerin kıralını mı bırakayım?" deyince kalabalık "Barnabas’ı" diye bağırıyor. Vakanüvis burada bir ekleme yapıyor: Barnabas bir hayduttu!
İşte TC Meclisi'ndeki mutlak hakikatçi çoğunluk da benzer bir tavırla, hiç bir suçu olmayanı hapiste, işlemediği suç kalmayanı da iktidarda tutuyor!
Biliyoruz ki Türkiye’deki demokrasi yanlıları, bu dört söyleşiyi tartışmaya açan dört gazetciden, imza kampanyasına imzasını koyan ikiyüz aydından ibaret değil.
Demirtaş da açtığı tartışmanın etkisin farkında.
BİR EKSİKLİK
Eksik olan nokta, Sayın Demirtaş’ın vurguladığı "Başka Türkiye’nin", yurt dışında, Türkiyeli göçmenler arasında somut olarak yaşandığı halde, AB ülkelerindeki politik platformlarda, yeterince temsil edilmediği, bir aydınlatma, açıklama faaliyetinin olmamasıdır.
Demirtaş’ın birleşme çağrısı, en çok, en kolay yurt dışında karşılık bulabilirdi. Ama olmadı! Örneğin HDP Danışma Kurulu’na bir de Yurt Dışı kurul eklenebilirdi. Demirtaş’ın çağrısı her politik platformda her dilde anlatılmalı, Demirtaş yani onun istediği Türkiye ile dayanışma içinde olunmalı idi.
Geç değil, çünkü hiçbir şey için, hiçbir zaman çok geç değildir!
Evet Başka bir Türkiye hala mümkün!