Şirket-devlet: Asrın felaketi
Efser Akman
Birkaç ay önce Korkut Boratav tüm Sol'a, mevcut rejime karşı bir araya gelme ve parlamenter temsili önemseme çağrısı yapmıştı. Ancak, bana kalırsa, ne ile karşı karşıya olduğumuzu çok da ayrıntılı ortaya koymamış, bu yüzden de parçalı yapı konusunda pek bir yol alamamıştık. Ve şimdi artık daha vahim bir eşikteyiz.
Bugün hepimiz, öfkeyle, ama dahası şaşkınlıkla, "altın günü"ne benzeyen bir "bağış seremonisi" izledik. Bu törende, "ödeme garantisi" verilmiş ama hiç vergi ödemeyen(!) inşaatçı, madenci, enerjici Cengiz İnşaatın okkalı bir bağış yaptığını izledik. Ancak "ihtiyat akçesini" bile borçla yerine koyan Merkez Bankası’nın bize sormadan 30 milyar lira bağışladığını görünce gerçekten donup kaldık! Varlık fonu içindeki Halkbank, Vakıfbank ve Ziraat bankası da yüklü bağış yaptı! Bu ortak yayınlı çok seyircili seremonide anladık ki, yalnızca iktidar değil, devlet de artık bizim bildiğimiz devlet değilmiş! Bizim vergilerimizle bütçe kullanan bu devlet meğer sorumlu değilmiş de "hayırsever"miş!
Bir yandan da, bütün şaşalı illüzyona rağmen, hepimizin içten içe bildiği şey daha da görünür olmuştu aslında. Kasa boşaldığı için, offshore hesaplara denetimsizce yığılan paralar iktidar blokunun bekası için çıkar havuzuna geri çağrılıyor, bunun da adı bağış oluyordu!
Bu tuhaf seremoniden 9 gün önce, deprem duyulur duyulmaz, tüm Sol, "parçalar halinde" halkla dayanışmaya koştu, tüm enerjisini can kurtarmaya verdi. Günlerce her grup, kurtarma faaliyetlerine katıldı, yardım topladı. Ama "parça parça" haliyle bu dayanışmanın uzun soluklu sürdürülme şansı var mı gerçekten? Tüm halkta iktidara bu denli bir ortak öfke varken ve ortaklaşan bir siyasi irade görkemli bir temsil yaratabilecekken, şu anda, "artık inşaat zamanı" diyen iktidarın, depremzedeleri her fırsatta azarladığı, birbirine karşı kutuplaştırdığı, yetmedi, silahlı çetelerin "korku iklimi yaratma" serbestisine sahip olduğu, fütursuzca Cemevine bile "kayyum" atandığı bir noktadayız artık!
İşte tam da bu yüzden, artık yeni durumu yeniden tarif etme zamanı!
Sol siyasetin ezeli tartışması, yani emek ve özgürlük ittifakı ile sosyalist güç birliği arasındaki "tez" tartışması mola vermek zorunda! Şimdi, kamucu politikaları benimseyen hukukçu CHP kanadı da dahil hep birlikte yeni bir tartışmayı canlandırma zamanı!
Her şeyden önce bileceğiz ki mühürsüz milyonlarca oyun sayılmasıyla 16 Nisan referandumu yalnızca Erdoğan'a tek adamlık bahşetmedi.
Asıl mesele, yeni rejimdi. Asıl mesele, neoliberalizme birlikte karar vermiş ancak yarattığı enkazı hangi yöntemle kaldıracağına karar veremeyen dünya kapitalizminin farklı fraksiyonlarının, "totaliter devlet mi sosyal devlet mi sorusuna verdikleri yanıta göre yolları çatallanırken, "popülist" totaliter devleti seçen uluslararası kapitalist blokun yarattığı ŞİRKET-DEVLET'ti!
PEKİ BU ŞİRKET DEVLET NEDİR?
Şirket-devlet'in en belirgin özelliği için "yurttaşa rağmen" olması diyebiliriz. Yurttaştan aldığı vergiye rağmen, yurttaşın haklarına rağmen, hizmet etme sorumluluğu almayan bu devlet formunun ortakları ise, ucuz emek sömürüsüne ve kamunun yağmalanmasına dayalı sermaye fraksiyonları: inşaata dayalı rant sermayesi, savaş ve çatışmadan beslenen savaş sermayesi, bu ortamdan beslenen SADAT gibi paramiliter bileşik sermaye, bu ortamdan beslenen uyuşturucu, silah, insan kaçakçılığına yaslanan offshore bankalarla sisteme giren kara sermaye. Maden, HES, JES gibi ekoloji düşmanı ilkel enerji ve fosil yakıt sermayesi, oligarklara dayanan turizm sermayesi, bunlara eklemlenen ve onları yaşatan banka ve borsa sistemi ve tüm devlet ortaklı banka ve şirketlerin oluşturduğu varlık fonu, sivil ve siyasi alanı devlet marifetiyle tahakküm altına alan ülkücü mafya ocakları ve holdingleşen tarikat vakıfları vs.
Şirket-devlet, yurttaştan yalnızca vergi alarak değil, üstüne yurttaştan kar ederek yaşayan ve yalnızca iktidar için seferber olan yeni devlet formu! Bu şirket-devlet formu, komünist rejimlerin yıkılmasından sonra kamu mallarını yağmalayarak zenginleşen, Putin gibi eski bürokrat ve istihbaratçıların başını çektiği oligark blokunun eseri. Bu formun çeşitli varyasyonları, doğu-batı sömürüsünü eşitleme hedefiyle, din-milliyet farklarına göre yaymak isteyen inşaatçı Trump'ın ve 2001 güvenlik konseptiyle imtiyazlar kazanan CİA eskilerinin Latin Amerika'yı popülizmle ele geçirmesiyle başladı, Afrika'yı yağmalayarak sürdü, Ortadoğu'ya yöneldi, Avrupa'ya yayıldı ama Rusya-Ukrayna savaşı ve Trump ile Bolsanaro'nun düşüşüyle gücü azaldı. Bir uluslararası kapitalist blok projesi olarak, şirket-devlet projesi, blokta hem batıyı hem de doğuyu temsil eden bir sömürü ve yağma makinesine hala şiddetle ihtiyaç duyuyor.
BAŞKA BİR SEÇENEĞİMİZ YOK
Bu yeni faşist model, seçimli rızaya dayanıyor görünse de, %51'i alamadığında, baskı aygıtlarını kullanmaktan çekinmiyor. Biz kendimiz gördük ki,2013-2015-2016-2017-2019-2020 pandemi süreci-en son 2023 büyük depreme kadar bu rejim, tüm eşikleri mühürsüz geçebilen anti-hukuk ve güvenlikçi devlet fonksiyonuyla da senkronize ve esnek bir şekilde çalışabiliyor! Bunu yapabilmek için önündeki en büyük engel ise, 16 Nisan referandumuyla, yürütmenin mutlak gücü eklenerek ikiye yarılmış olan Anayasada, hala yer alan, tüm İnsan hakları rejiminin birbirinden ayrılamaz, birbirine üstün tutulamaz haklar bütünü! Buradan yeniden Sol'un parçalılığına dönerek, evrensel insan hakları rejiminin bütünlüğünü içeren Anayasal temel-sosyal-kimlik-çevre haklarının hangilerini önceliğine aldığına göre parçalanan Sol'a tekrar hatırlatmak isterim ki, mevcut rejimin düşmanlaştırarak zayıflatma stratejisine karşı, tüm hakları kapsayan eşit-yurttaşlığı ve eşit-özgürlüğü hep birlikte savunmak dışında bir seçeneğimiz yok!
Son noktadayız dostlar. Elbette ki banka ve borsalara hükmeden, 2002'de AKP'ye devleti Anayasasız, hukuksuz, reflekssiz bırakma programını sunan ve devletin iktisadi kurumlarını yağmalayan TUSİAD ile kıyasıya mücadeleye devam edeceğiz. Ancak, Trump-Putin-Erdoğan eksenindeki totaliter şirket-devleti yenmek için önce her kim sosyal devlet, kamucu politika diyorsa, her kim evrensel-anayasal hakların bütünlüğüne işaret ediyorsa, müzakereyi gözeterek, önce kurtuluş, sonra Demokratik Cumhuriyet olarak kuruluşu, tüm yurttaşları kapsayacak şekilde birlikte tasarlamalıyız.
Brecht'in dediği ve daha da önemlisi her 1 Mayıs’ta hep bir ağızdan söylediğimiz gibi,
"Kurtuluş yok tek başına
Ya hep beraber ya hiçbirimiz"
Efser Akman: 1966 yılında Diyarbakır'da doğdu. Konservatuvar eğitiminden sonra Ankara Devlet Operası orkestrasında Keman sanatçısı olarak çalıştı. 2008-2015 yılları arasında KESK Kültür Sanat-Sen'de yönetici oldu. 2015-2017 döneminde A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi bölümünde lisansüstü özel öğrenci oldu. Daha sonra, KHK ile görevine son verilen Barış Akademisyenlerinin İHOP ile yürüttüğü İnsan Hakları Okulu'nda siyaset bilimi ve İnsan hakları atölyelerinden sertifika aldı.