17 yaşında cinsel istismara maruz bırakılan çocuğa; 'doğursun, gerekirse devlet bakar' denildi
Mahkemeler sistematik cinsel istismara uğrayan çocuğun hayati tehlikesi olmasına rağmen kürtaj olmasına karşı çıktı.
İsa Uğur ERDOĞAN
ARTI GERÇEK- Mersin’in Mut ilçesinde R.G. isimli çocuk sistematik cinsel istismar sonrası hamile kaldı. Korumaya alınan çocuğun kürtaj talebi savcılık ve hakimlik arasında süre giden yazışmalar sonucu ‘yasal sınırı’ aştı. Bürokrasinin sürüncemede bıraktığı durum eski AKP’li Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın ‘Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar’ sözlerini hatırlattı.
Mut Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği'ne ailesiyle 15 Mayıs 2017 tarihinde giden R.G.’nin yapılan muayene sonrası on haftalık gebe olduğu anlaşıldı. Hastane yetkilileri R:G.’nin yaşının küçük olması nedeniyle durumu Mut Emniyet Müdürlüğüne bildirdi. Mut Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.
Emniyette ifade veren R.G. kimden hamile kaldığını bilmediğini, cinsel istismarın tahminen 2016 yılı başlarında zora dayalı olarak gerçekleştiğini, bunun sonrasında çıplak fotoğraflarının ailesine gönderileceği tehdidi nedeniyle başka bir kişinin de cinsel istismarına maruz kaldığını belirtti. R.G. savcılığa S.K., D.K. ve S.Ö. ile on sekiz yaşından küçük A.U.Y. ve M.C. isimli kişilerin cinsel istismarına maruz bırakıldığını söyledi.
Anne D.Ü. ve baba S.Ü. ise çocuklarını istismar eden kişilerden şikâyetçi olup, gebeliğin sonlandırılmasını istedi. R.G.’de babasından korktuğunu belirterek koruma altına alınmak istedi. Çocuk, Mersin Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü Şiddet Önleme ve İzleme Merkezine götürüldü. Üç gün sonra ise Başsavcılık, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezine yazı göndererek çocuğun babasının tespit edilene kadar kürtaj işlemi yapılmamasını istedi.
SAVCILIK VE HAKİMLİK 2 AY BOYUNCA YAZIŞTI
Aynı tarihte de anne ve baba Mut Sulh Ceza Hakimliği’ne gebeliğin sonlandırılması için izin istedi. Hakimlik ise soruşturmanın devam ettiği gerekçesiyle talebin Başsavcılığa iletilmesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Başsavcılığa başvuran aileye bu kez karar yetkisinin Hakimlikte olduğu söylenildi. Hakimlikte, Başsavcılığın talebini reddetti.
Ret kararının gerekçesinde, Başsavcılık talebinde ve soruşturma dosyası kapsamında başvurucuya ait herhangi bir talep ve rızaya ilişkin beyanın olmadığını söyledi. İkinci gerekçede ise gebelik süresinin on haftayı geçtiğini ve R.G.’nin hayatının tehlikeye sokacak bir durumun olup olmadığı ve ruhsal bir zararın olup olmadığına dair dosyada herhangi bir belge olmadığı öne sürüldü.
Hakimlik kürtaj yapılması durumunda ceninin yaşam hakkının ihlal edileceğini söyledi. Aynı zamanda ilgili Kanun’un 99. maddesinde gebeliğin sonlandınlmasına izin verilebilmesi için kadının mağduru olduğu bir suç sonucunda gebe kalması gerektiği açıkça ifade edildiğinden ve bu suçun cinsel saldırı, cinsel istismar veya reşit olmayanla cinsel ilişki suçu olabileceği ancak reşit olmayanla cinsel ilişki suçu sonucu oluşan gebeliklerde bu hükmün uygulanıp uygulanmayacağının açık ve belirli olmadığı ifade edildi.
Kararın ardından R.G.’de bir dilekçe yazarak psikolojisinin çok kötü olduğunu intihardan ya da kendine zarar verici eylemlerde bulunmaktan korktuğunu, bebeği doğurmasının hayatının mahvolmasına neden olacağını belirterek kürtaj talebinde bulundu. Başsavcılıkta R.G.’nin beyanını Hakimliğe ileterek yeniden karar verilmesini istedi. Hakimlik tekrardan başvuruya ret kararı vererek aile ve çocuğun farklı tarihlerde başvuru yapmasını gerekçe gösterdi.
ATK RAPORU YETERİNCE AYRINTILI DEĞİLMİŞ
Bu kez de çocuğun avukatı Başsavcılığa dilekçe yazarak rapor hazırlanmasını talep etti. Başsavcılık talep üzerine, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı’ndan R.G. ’ye ilişkin rapor istedi. Raporda R.G. ve ceninin kürtaj yapılmaması durumunda hayati tehlikesinin bulunduğu belirtildi. Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı'nda yapılan muayenesi sonucu ise R.G. için doğum yapmasının psikolojik travma yaratacağı belirtildi.
Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığından alınan Adli Tıp Kurulu’ndan(ATK) alınan rapora dayanarak aile tekrardan Başsavcılığa müracaat etti, başvuru Hakimliğe gönderildi. Hakimlik bu talebi de reddetti ATK raporunun yeterince ayrıntılı olmadığını öne sürdü. Söz konusu raporda R.G.’nin hayatını tehlikeye atan, gebeliğin getireceği normal sorunların dışında bir olumsuz durum olmadığı gebeliği sonlandırmanın yaşam hakkı ihlali sayılacağı ifade edildi.
SAĞLIK BAKANLIĞI MEVZUATINDA YOKMUŞ
Son olarak Mut Sulh Ceza Hakimliği’nin kürtaj talebini reddetmesi üzerine, R.G. 28 Temmuz 2017'de Anayasa Mahkemesi’ne(AYM) başvurdu.. Yaşının küçük olması, zor ve tehdit sonucu birden fazla kişi tarafından nitelikli cinsel istismara maruz kalması nedeniyle gebe kaldığını belirten R.G., sulh ceza hakimliklerine birçok kez başvurmasına rağmen yanlış ve çelişkili kararlar verildiğini, bu tutum nedeniyle gebelik süresinin yirmi haftayı geçtiğini ve kararın alınmaması nedeniyle , cinsel istismar sonucu meydana gelen gebeliğe katlanmak zorunda bırakıldığını, bu nedenle ailesinin kendisini istemediğini ifade ederek insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağının ihlal edildiğini öne sürdü . Ayrıca yasal mevzuatta bir mağdurun suç sonucu oluşan gebeliğinin sonlandınlmasına ilişkin usule ve esasa ilişkin düzenlemelerin bulunmadığını, mevzuatın yetersiz ve belirsiz olduğunu. Bu durumun uygulamada suç mağduru kadınların yasal kürtaj hakkını kullanmasını imkânsız hale getirdiğini ve bunun özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ifade etti.
Başvuruyu kabul eden AYM Sağlık Bakanlığı’ndan suç sonucu oluşan on ve yirmi haftalık gebeliklerin sonlandırılmasına ilişkin usulü ve kararı alacakların hangi makam olacağını sordu. Sağlık Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Bakanlık Mevzuat Genel Müdürlüğü bu konuda herhangi bir düzenleme olmadığını söyledi.
KANUNDA OLMASA DAHİ YARGI TAKDİR HAKKINI KULLANMALI
Yüksek Mahkeme, Anayasa’nın kişinin maddi ve manevi varlığının korunmasını öngören 17. maddesine atıf yaptı. Gebeliğin sonlandırılmasına ilişkin kanunda öngörülen 20 haftalık yasal sürenin olmasına rağmen yargının ‘takdir’ yetkisini kullanması gerektiğini belirtti.
Söz konusu tutumun adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğunun altı çizildiği kararda, başvurucunun ‘kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine’ hükmedildi. Başvurucuya net 100 bin TL manevi tazminat ödenecek.