AKP döneminde üniversiteler: Normalleştirilen 'akademik suçlar' ve elitizm tartışması (2)
'Eliane Bickert’in ifade ettiği gibi ‘düş gerçeğin vekili ya da tamamlayıcısıdır’, üniversitelerin düş kurmaktan vazgeçmesi gerçeğin inşasında edilgen kalmalarına neden olabilir.'
Ayşegül BAŞAR
ARTI GERÇEK - AKP iktidarı, 'her ile bir üniversite' politikası sonucu, yeni açtığı ya da var olanlardan bölerek kurduğu üniversitelerin sayısıyla övünürken, paralelinde artan 'akademik suçlar'ı baskıyla 'normalleştirerek' görünmez kılmaya çalışıyor. Sahte diploma ile gerçekleşen görevlendirmelerin, liyakatsiz atamaların, intihallerin, tezlerin ücret ya da mevki karşılığında başkalarına yazdırılmasının ve bunların piyasasının oluşturulması gibi suçların önlenmesi bir tarafa, konuya ilişkin eleştiride bulunanlar hedef haline getiriliyor.
Alenen işlenen, basında da sık sık gündem olan bu suçların baskı ve 'kayyım' zihniyetiyle üstü örtülmeye çalışılırken, KHK'lerle boşalan kadroların doldurulmasında akademik yükseltme kriterleri dikkate dahi alınmıyor. Tüm bunların yanı sıra, iktidara yakın çevreler ise, sıklıkla dile getirdikleri 'elitizm' yaftasıyla, akademi içerisinden yapılan eleştirilerin içini boşaltmaya çalışıyor.
Melih Bulu'nun Cumhurbaşkanı tarafından Boğaziçi Üniversitesine rektör olarak atanmasıyla yeniden yükselen 'demokratik, özerk ve özgür üniversite' talebine ilişkin Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul ile yaptığımız röportajın ilk kısmını daha önce yayınlamıştık. Konunun kapsayıcılığı nedeniyle ikiye böldüğümüz ikinci kısımda ise akademik etik ve son zamanlarda AKP çevrelerince sıkça kalkan olarak başvurulan 'elitizm' tartışmasını ele aldık.
‘SESSİZLİĞİ KIRAN TEK ÜNİVERSİTE BOĞAZİÇİ OLDU’
İlk olarak, üniversitelerde hem akademik hem de idari personel istihdamında liyakate uymayan görevlendirmeler ve atamalar hakkında konuşan Kurul, "Ne var ki üniversite bileşenleri sendikalarından, derneklerinden, platformlardan kolektif çalışmalardan uzaklaştıkları için yalnızlaştılar ve üniversite içindeki liyakat dışı atamalar karşısında kendilerini yeterince güçlü hissetmedikleri için bir önlem alamıyorlar. Bu sessizliği kıran tek üniversite Boğaziçi Üniversitesi oldu. Atanan rektörün gerek atanma biçimi ve gerekse üniversite dışından oluşu ve eylemler karşısında demokratik olmayan tutumu nedeniyle ‘tanınmadı’. Yani çoğulcu, katılımcı ve özerk bir üniversite anlayışı baskılanmak istendiğinde üniversitenin bileşenleri tavır alabiliyorlar. Akademisyenler liyakat dışı atamalar karşısında daha enerjik davranmak için yan yana gelmeliler, yapılıp edilenlere birlikte itiraz üretmeliler" çağrısında bulundu.
‘‘YASAL’ GÖRÜLÜYOR AMA ETİKLİĞİ SORGULANMIYOR’
Kurul, ‘Söz konusu atamalarla KHK ile ihraç edilen akademisyenlerin yerini doldurmak mümkün mü?’ sorusuna ilişkin "AKP-MHP iktidar bloğu, hukuksuzlukları, keyfilik ve sınır tanımazlığı o kadar abarttı ki yerel güçler de bu süreçten pay almak istiyorlar. Fırsatını bulduğunda işsizlik okyanusunun giderek büyüdüğü Türkiye koşullarında kadroları bir akraba, yandaş veya arkadaşla dolduruyor. Bu yerleştirme koşulları uydurularak ‘yasal’ görülüyor ama etik olarak sorgulanmıyor. KHK ile ihraç edilen akademisyenler hem düşünce üretiyorlar hem de üniversitede etkili biçimde yer kaplıyorlardı. Kuşkusuz kadrolar doldurulabilir, ancak kadrolara yerleşenler haksız ve hukuksuz ihraçların sızısını hep hissedeceklerdir" cevabını verdi.
‘KADROLAR REKTÖRLERİN AKRABALARI İLE DOLABİLİR’
Öğretim üyesi yetiştirilmeden yeni bölümlerin açılmasından ve akademik yükseltme kriterlerinden vazgeçilmesinden yakınan Kurul, bu yöntemle üniversite kadrolarının rektörlerin akrabaları ile doldurulabileceğine dikkat çekerek, "Güçleri merkezde toplamış, genel hayatın kaynaşmalarından uzak, iktidar oyunlarından beslenen bir ‘birkaç adam’ yönetimi ile karşı karşıyayız. AKP-MHP iktidar bloğu için muhalefetten başka sorun yok adeta. İncelikle, ciddiyetle, saygıyla konuşma geleneği yok edildi. Şaşırmamız gereken pek çok olay karşısında ne yazık ki şaşırmamaya başladığımızı hissediyoruz. Baskı, tahakküm ve eşitsizlikler artıyor, hangi birisini gündeme taşıyacağımıza şaşırıyoruz. Bir okul müdürü öğrencilerin karnesini alıp AKP il başkanına teslim ediyor dağıtması için. Bir öğretim üyesi üniversiteler için ‘fuhuş yuvası’ diyebiliyor" ifadelerinde bulundu.
Emek, demokrasi ve barıştan yana olan toplumsal güçlerin her alanda, okulda, üniversitelerde, kentlerde daha çok ortak zenginlik üretmesi gerektiğinin altını çizen Kurul, üniversiteler için ‘fuhuş yuvası’ gibi benzetmelere ilişkin ise "Siyasal iktidarın en yetkili kişileri ve üniversiteler gibi seçkin kurumlardan gelen bu tür sesler toplumda hınç, nefret, kin gibi çok kederli duyguları tetikliyor. Bu durumda hedef genellikle en zayıf olanlar oluyor: Kadınlar, çocuklar, engelliler, göçmenler, ezilen toplum kesimleri. Kapitalizmin bu tarihsel uğrağı, ‘herkesin herkese savaşını’ keskinleştirdi, acımasızlaştırdı. Tüm bu olumsuz gelişmelere karşın toplumun önemli bir kısmı etik, duyarlı ve dayanışmacı bir yaşam sürdürme uğraşısı veriyor" dedi.
‘SORUN HALİNE GETİRİLMEDİKÇE NORMALLEŞİYOR’
Akademide etik sorunların sorgulanmadığı ortamda işlenen ‘akademik suçlar’ın normalleştiğine dikkat çeken Kurul, "Bilim insanlarının yaşadığı kültür akademik etik sorgulamalardan uzaklaştıkça, üniversite tarihini ileriye doğru taşıyan değerler ve ilkeler yerine para, çıkar, konum tutma, yükselme kaygıları arttıkça etik sorgulamalar ortadan kalkar. Sahte diploma krizleri, intihal dersler, tezlerini başkalarına yaptırma gibi yönelimler akademik alanlarda tartışılmadıkça sorunsal haline getirilmedikçe normalleşmeye başlar. Bunun en kötü biçimi ‘herkes biliyor, herkes yapıyor’ kanaatlerinin yaygınlaşmasıdır" diyerek şöyle devam etti:
‘ÜNİVERSİTELER DÜŞLERİNDEN VAZGEÇMEMELİDİR’
"Akademik etik olgu ve olayları, somut olayları sorgulama cesareti ve gücüdür. Sadece bir söylem değil, bir pratiktir de. Etkin sorgulamalar üniversite bileşenlerinin kendilerini kapan iktidar mekanizmalarından kurtulmalarını sağlar. Akademisyenlere, bireylere özerk tavırlar sergileyebilme olanağı sağlar. Bu kültürün gelişmesi ve yayılması, müzakere, tartışma, bu tür tartışmalara değer verme ile mümkündür. Cezalandırıcı olmaktan çok ikna edici, olumlu davranışları ödüllendirici bir nitelik taşır. İnsan toplumsal bir varoluştur, toplumsal alanın dönüşümünde akademinin bugünkü kültürü içinde yaşayan her bireyin sorumluluğu vardır. Üniversiteler düşlerinden vazgeçmemelidir. Eliane Bickert’in ifade ettiği gibi, ‘düş gerçeğin vekili ya da tamamlayıcısıdır’. Üniversitelerin düş kurmaktan vazgeçmesi, gerçeğin inşasında edilgen kalmalarına neden olabilir".
‘ELİTİZM TARTIŞMASI İLE HAKSIZLIKLAR GÖRÜNMEZ KILINIYOR’
Kurul, Melih Bulu’ya akademi içinden gelen tepkilerin iktidar yanlılarınca, ‘elitist çevrelerin eleştirileri’ olarak değerlendirilmesine ilişkin ise, "Bir deyiş vardır ‘yavuz hırsız ev sahibini bastırır’. Elitist-halktan akademisyen ayrımı ile rektör atamasını haklı çıkarmaya çalışmak, yapılan haksızlığı görünmez kılmak için olayın etrafından dolanmak ve esasa gelmemektir, bu etik dışı bir tutumdur. Bu kişiler suçlu olduğu halde kendilerini güçlü hissederler. Öte yandan siyasal iktidar, tabanını konsolide etmek için sıklıkla ‘mağduriyet’ yaklaşımına sığınmaktadır. Bu aynı zamanda uzun zamandır yaşanan ezilmişlik duygusunun kin, hınç ve intikam biçiminde kederli duygular olarak dışavurumudur.
Kültürel alanda hegemonya kuramadıkları için elitistlik suçlaması, Anadolu’da olup dil bilmeyen akademisyenlerin haklılığı gibi argümanlara başvuruyorlar. Dil öğrenmek, dilini öğrendiği kültüre, yaşam tarzına saygıyı da beraberinde getirir. Her daim olumsuzladığınız Batı kültürünün dilini öğrenmek için çaba harcasanız da sonuç alamayabilirsiniz. Başka bir dili öğrenmek o kültürün ürünlerine saygı duymayı, anlamaya çalışmayı, hatta o kültüre katkı sağlamak için güçlü duygular üretmeyi gerektirir" açıklamasında bulundu.
‘BAŞARI, SALT NİCEL GÖSTERGELERLE ÖLÇÜLEMEZ’
Son olarak, AKP iktidarı döneminde üniversitelerin sayısının artmasına ilişkin değerlendirmede bulunan Kurul, sözlerini şöyle tamamladı: "Üniversitelerin başarısı ya da etkililiği yeni açılan ya da bölünen üniversitelerin sayısı, üniversite okuyan öğrenci sayısındaki artış ile, uluslararası dergilerde yayınlanan makale sayısı ve referans sayısı ile yani salt nicel göstergelerle ölçülemez. Kuşkusuz bu olgular üniversite gerçekliğine dair bir veri sunarlar. Ancak üniversitelerin etkililiğini gösteren en önemli göstergelerden birisi toplumsal sorunlar hakkında bilgi üretme ve bu bilgiyi etkili biçimde topluma yaymadır. Siyaseten siyasal iktidardan farklı düşünen akademisyenlerin suçlulaştırılarak üniversiten tasfiye eden bir anlayışın hakim olduğu bir üniversitede üniversiteler yer kaplarlar ama düşünce üretemezler. Güvencesizlik, hissetme ve düşünme etkinliğine zarar verir. Bu nedenle özgürce düşünen, okuyan, yazan ve konuşan insanların varoluşları üniversite özerkliği ve akademik özgürlüklerle korunma altına alınmak istenmiştir. Güvenceli istihdam özgür düşünceyi beslerken güvencesizlik düşünceyi ve eylemi dağıtır. Bu koşullarda akademisyen sansüre boyun eğebilir, daha da kötüsü kendisine acımasızca oto-sansür uygulayabilir."