Ankara Barosu Başkan adayı Bülent Yücetürk: Baro AKP’nin hukuksuzluklarına direnç göstermedi, etkisiz kaldı

Ankara Barosu Başkan adayı Bülent Yücetürk: Baro AKP’nin hukuksuzluklarına direnç göstermedi, etkisiz kaldı
Ankara Barosu Başkan adayı Yücetürk, AKP dönemindeki hukuksuzluklara karşı baronun direnç gösteremediğine vurguladı, 1980 darbesinde Ankara Barosu’nu yöneten Muammer Aksoy dönemini hatırlattı: Kenan Evren’e karşı gösterdiği direnci Erdoğan’a göstememiştir

Müzeyyen Yüce


İSTANBUL -Türkiye’nin ikinci büyük barosu olan Ankara Barosu 68. Olağan Genel Kurulu Atatürk Kapalı Spor ve Sergi Salonu’nda 12-13 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek. Mevcut Baro Başkanı olan Demokratik Sol Avukatlar Grubu’ndan Mustafa Köroğlu’nun yeniden aday olduğu seçimlerde sekiz aday yarışacak.

Avukat Hakları Grubu adına Ebru Dönmez, Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar Grubu adına Doğukan Tonguç Cankurt, 100. Yıl Demokratik Sol Avukatlar Grubu adına Bülent Yücetürk, Türk Milliyetçisi Avukatlar Grubu adına Hakan Erdem, avukat İbrahim Akın, Mehmet Zeki Kaplan ve Özgür Piroğlu yeni dönem başkanı olabilmek için 23 bin 684 bin üyesi bulunan Ankara Barosu avukatlarının oylarına talip olacak. Seçim öncesi başkan adayları ile konuştuk. Bugün 100. Yıl Demokratik Sol Avukatlar Grubu’nun adayı Bülent Yücetürk seçim sürecini, vaatlerini ve yargı sistemine ilişkin sorunları anlattı.

‘İKİNCİ BAROYU ZİYARET EDEREK MEŞRULAŞTIRDILAR’

Öncelikle şunu sormak istiyorum: Ankara Barosu’na ilişkin eleştirileriniz nelerdir? Neden aday oldunuz?

Ankara Barosu yönetimine dair iki temel noktada eleştirimiz var. Öncelikle Ankara Barosu ‘başkent barosu’ olması sebebiyle tarihinden de güç alarak tüm hukuksuz uygulamalara karşı önce ve lider olması gerekir. Ancak yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı, bir hukuk krizinin ve çürümüşlüğün yaşandığı, mahkeme kararlarının yok sayıldığı bir dönemde direnç gösteremedi, ses çıkaramadı. Mevcut yönetim bu noktada bir duruş sergileyemediği gibi 2. Baro gibi numaracı bir baroyu ziyarete gidip onlara meşrutiyet kazandırdı. Bu benim adaylık kararı vermemde en büyük kırılma bu oldu. Bir diğer nokta da baronun avukatlara yabancılaşması, bu süreçte meslektaşlarımızın yalnızlaşması. Aynı zamanda da yönetimsel sorunlar da var tabi ki.

yeni-proje-9.jpg
Ankara Barosu Başkan adayı Bülent Yücetürk


‘KURULLARI ETKİSİZLEŞTİRDİLER, BARONUN VARLIKLARINI TİCARİLEŞTİRDİLER’

Nedir onlar?

Bu yönetim göreve gelmeden önce Ankara Barosu’nda adliyeler arasında servis hizmeti vardı. Ankara'da adliyelerin bölünmüşlüğü Türkiye'deki tek örnektir. Yönetimin ilk yaptığı şey meslektaşlarımızın işini kolaylaştıran bu servisleri kaldırmak oldu. Yine bu yönetimden önce Ankara Barosu Gelincik Merkezi'nde ve adli yardım merkezinde avukat görevlendirilmesi yapılır ve bu görevlendirmelerle meslektaşların bir kısmı, özellikle mesleğe yeni başlayan genç meslektaşlarımız ücret alıyorlardı. Yönetim bu uygulamaya da son verdi. Böylece avukat arkadaşlarımıza gelir sağlayan bir kapı kapanmış olurken gelincik merkezi de etkisizleştirildi. Yine bu dönem baronun sahip olduğu mal varlıkları AKP’nin ülkeye dayattığı ‘özelleştirme’ mantığıyla devredildi. Devrederken de baronun zararına olacak şekilde işlem yapıldı. Baroların asla içinde olmaması gereken ‘ticarileşme’ süreci başlattılar. Baronun varlıkları da kötü yönetiliyor. Sürekli güç kaybediyor.

‘BARO MUAMMER AKSOY’UN KENAN EVREN’E GÖSTERDİĞİ DİRENCİ ERDOĞAN’A GÖSTEREDİ’

Siz de biraz bahsettiniz; Türkiye’deki yargı sistemine ilişkin çok ciddi problemler var. Yargı bağımsızlığı ve adaletin sağlanması noktasında hukuka güvenin de iyice zedelendiği bir süreç yaşıyoruz. Bu hususta barolar nasıl bir misyon üstlenmeli? Baroların hukukun üstünlüğü noktasında etkisiz kaldığını düşünüyor musunuz?

Türkiye’deki bütün hukuksuzlukları baroların çözmesi gerektiği gibi bir iddiamız elbette yok. Ancak barolar en azından tüm hukuksuzluğa karşı ses yükselten, bu sesi de kamuoyuna duyuran, sivil toplum kuruluşları ile direnç oluşturarak toplumda barolara karşı güveni tesis eden kurumlar olmalıydı. Bu noktada etkisiz kaldıkları bir gerçek. AKP’nin 22 yıllık iktidarında araçsallaştırılan bir yargı var ve bunun üzerinden siyaset, kurumlar ve toplum dönüştürülüyor, dizayn ediliyor. Baroların bu dönüşüme, hukuksuzluğa net bir şekilde karşı çıkması, ses yükseltmesi gerekiyordu. Ancak barolar maalesef bu süreçte bir suskunluğa gömüldü. Ankara Barosu da ‘suskun’ baroların öncülüğünü yaptı bir anlamda. Ankara Barosu 1980 darbesi sürecinde başkanlık yapan Muammer Aksoy’un 12 Eylül faşizmi lideri Kenan Evren’e karşı gösterdiği direnci AKP döneminde Erdoğan’a karşı gösterememiştir. 12 Eylül dönemi STK’lar, demokrat, yurtsever ve devrimci insanların üzerinden silindir gibi geçmiştir. Muammer Aksoy Ankara Barosu başkanlığı yaptığı o dönemde 12 Eylül faşizmine karşı direnmiştir ve ses çıkarmıştır. Aksoy, kendi döneminde çıkarılan Ankara Barosu dergisinin başyazarı olarak kendi sayfasını devamlı boş bırakmıştır. O dönemde bu tepki bile bir direnç oluşturmuştur. Çıkıp da 12 Eylül faşizmi lideri olan Kenan Evren’e karşı söz söyleme cesareti gösterdiğinde Ankara Barosu, toplumun güven duyduğu bir baro olarak saygınlığını korumuştur. Ancak şu an baktığımızda Ankara Barosu AKP döneminde maalesef bu direnci gösterememiştir. Baro Muammer Aksoy dönemine geri dönecektir.

YENİ ANAYASA TARTIŞMASI: ‘TBB VE BAROLARIN ÖNCÜ OLDUĞU BİR HUKUK İNŞASI ELZEM’

Muammer Aksoy da 1961 Anayasası’nın hazırlanmasında payı olan, ayı zamanda komisyonda sözcülük yapan bir isimdi. O günden bugüne bakıldığında Türkiye’de yine ‘yeni anayasa’ tartışmaları yapılıyor. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı? Anayasa yaparken nasıl bir süreç izlenmeli?

Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğu kesin ancak bu anayasa Türkiye’nin ihtiyaçlarına temel olan, zemini sağlam bir anayasa olmalı. Bugün Türkiye’de yeni bir anayasa ihtiyacının en temel olduğu alan hukuk alanıdır. Bakıldığında şu anda muhalefete farklı yandaşa farklı bir düşman hukuku sistemi işletiliyor. Kadına şiddet, kadın cinayetleri, çocuğa taciz, çeteleşme gibi bir dolu suçun ‘cezasız’ kalması adalet talebini daha da güçlendiriyor. Tam bu noktada elzem bir ihtiyaç olan anayasanın yapım sürecinde Türkiye Barolar Birliği (TBB) ve barolar etkin ve öncü olmalıdır. Bu noktada yeni bir anayasadan ziyade nasıl bir hukuk sisteminin inşa edilmesi gerektiğinin ayrıntıları ortaya konmalı ve HSK başta olmak üzere AYM, Yargıtay gibi kurumların da dahil olduğu hiçbir siyasi partinin araçsallaştıramayacağı bir model oluşturulmalıdır. Bu da toplumla paylaşılmalıdır. Bunun dışında AKP’nin zihniyeti ile yeni bir anayasa yapılabilir mi? Elbette hayır. Çünkü AKP hukuka, demokratik bir Türkiye modeline bizim baktığımız yerden bakmıyor.

CEZA İNFAZ SİSTEMİ: ‘BASİT SUÇLARA ETKİN CEZA VERMEZSENİZ CEZASIZLIĞI YAYGINLAŞTIRMIŞ OLURSUNUZ’

Yeni anayasa tartışmalarını ‘bir hukuk sistemi inşası’ olarak değerlendirdiniz. Buna değinmeden önce kadın cinayetleri ve çocuğa yönelik şiddet ve taciz vakalarındaki artış da toplumun birincil sorunu haline geliyor. Özellikle cezasızlık kültürüne karşı AKP ceza infaz sisteminde değişiklik yapmayı planlıyor. Suçluların cezasız kalmasına sebep olan uygulamalar neler? Yeni bir ceza infaz sistemi hukuk sistemi inşası ihtiyacına cevap verir mi?

Bakın bugün kadın cinayetleri işleniyor, çocuklar katlediliyor. Bir cezasızlık kültürü üzerinden toplumun hiçbir ferdinin kendini güvende hissetmediği bir süreç yaşanıyor. Bu sürecin ortaya çıkmasındaki en büyük faktör adalet sisteminin işleyişidir. Bugün yeni bir infaz sistemi tartışılıyor. Bugüne kadar sürekli numaralandırılmış yargı paketleriyle o günün tartışılan konuları üzerinden pansuman tedbirler yapıldı. Bu da bir süre sonra tıkandı ve sorunlara cevap veremez hale geldi. Bu durum bizi cezasızlığın yaygınlaştığı, toplumda güvensizliğin tetiklendiği bir sürece götürdü. Toplumun genelini ilgilendiren, basit adi suçlar dediğimiz, toplumun her ferdinin her an karşılaşabileceği, toplum güvenliğini tehdit eden davalar var. Yaralama, sokakta yapılan bir kavga, basit dolandırıldık gibi suçlarda siz etkin bir ceza sistemi uygulamadığınız zaman ve o suç faili cezasız kaldığında toplumun genelini etkileyen bir cezasızlık süreci başlar. Burada ihtiyacımız olan şey bütüncül bir hukuk inşası. Sadece ceza ve tedbirler üzerinden çözüm aramak yerine hukuk eğitiminden başlayarak, toplumun zihinsel dönüşümünü de içine katacak bir sistem inşa etmek lazım.

‘İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ERKEK EGEMEN ERİL DİLİN DEĞİŞMESİ VE TOPLUMUN EĞİTİLMESİ NOKTASINA BİR DİRENÇTİ’

İşte İstanbul Sözleşmesi tam da erkek egemen, eril dilin değişmesi ve bakış açısını dönüştürmesi açısından önemliydi. Yani toplumun eğitilmesi noktasında önemli bir dirençti. Çünkü İstanbul Sözleşmesi ile sadece bir alanı düzenlemiyorsunuz; toplumun bakış açısını da değiştiriyorsunuz. Kadına, zayıf durumdaki bireye ve dezavantajlı gruplara bakış açısını değiştiriyordunuz. Bu değişim AKP’nin ve destekçileri tarikatların kodlarına uymadığı için İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırdılar. Bunu da LGBTİ+Q üzerinden toplumu korkutarak meşrulaştırdılar. Aynı zamanda sözleşmeyi kaldırırken de 6284’ün varlığını koz olarak kullandılar. Peki sözleşmenin kaldırılmasından sonra ne oldu? Bu süreçte çocuk istismarı, kadın cinayetleri azaldı mı? Hayır. Demek ki İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmanız iyi olmamış.

‘194 BİN AVUKATIN 60 BİNİ SON ÜÇ YILDA MESLEĞE GİREN AVUKATLARDAN OLUŞUYOR’

Türkiye’de sayıları neredeyse 200 binlere ulaşan bir avukat popülasyonu var. Bu sayının büyük bir bölümünü de genç avukatlar oluşturuyor. Bu noktada özellikle genç avukatların öne çıkan sorunları nelerdir? Avukat sayısındaki bu artış hangi sorunlara gebe?

İktidarın ‘her ilde bir üniversite’ mantığıyla açtığı niteliksiz hukuk fakültelerinin kapatılması gerekiyor. 194 bin avukatın 60 bini son üç yılda mesleğe giren avukatlardan oluşuyor. Bu korkunç bir rakam. Bu şekilde devam edildiği sürece neredeyse her şey var bir tane avukat olacak ve bu avukatların büyük bölümü işsiz olacak. Avukatların bir kısmı açlık sınırı altında köle gibi çalışacak, bir kısmı da iş bulamadığı için ruhsal çöküntü yaşayacak. Bugün avukat intiharları yaşandığını görüyoruz. Bu popülasyonu hukuk mesleğine giriş sınavı ile engelleyemezsiniz. Yapılması gereken çözüm yıllık hukukçu ihtiyacının belirlenip üniversitelerdeki kontenjanın ona göre ayarlanmasıdır. Bunu yaparken de niteliksiz hukuk eğitimi veren fakültelerin de kapatılması lazım. Çoğu fakültede hukuk eğitimi verecek akademik kadro yok.


‘BİZ KAZANDIĞIMIZDA ‘DEMOKRATİK SOL’ KAZANMIŞ OLACAK’

Ankara Barosu’nun Demokratik Sol Avukatlar Grubu çok uzun yıllardır yönetiyor. Sizin seçilmeniz durumunda nasıl bir baro yönetimi olacak?

Bugünkü itirazımız demokratik sol adı altında seçimlere giren ve demokratik solun mavi renginin arkasına saklanan ama demokratik solun ilkeleriyle hiçbir ilgileri olmayan kişilerin aslında böyle olmadıkları halde bu şekilde baro yönetmesi. Buranın ilkelerini taşımayan, bunun savunuculuğunu yapmayan, tam tersi davranışlarla aslında demokratik solla bağdaşmayan ve demokratik solun da ismine ve özüne zarar veren insanlar olduğu için biz bunlara karşı çıkıyoruz. Seçimleri kazandığımızda kazanan demokratik sol olacaktır.

Öne Çıkanlar