Bir asırlık muhasebe - 2 | Cumhuriyet ve Ermeniler: Tehcir, soykırım, inkar…

Osmanlı Devleti’nin son döneminde soykırıma uğrayan Ermenilere yönelik baskı ve inkar Cumhuriyet boyunca da devam etti. “Bir asırlık muhasebe”nin ikinci bölümünde Ermenilerin gözünden Cumhuriyet’e bakıyoruz.

Çimen CAN


“Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye halkları nasıl bir cumhuriyet istiyor?” sorusu ile yola çıktığımız röportaj serimizin ikinci bölümüne Anadolu’nun bir başka kadim halkı Ermeniler ile devam ediyoruz. Osmanlı’nın son dönemi uğradıkları soykırımla Anadolu’daki varlıkları ortadan kaldırılmaya çalışılan Ermeniler Cumhuriyetin kurulması ile neler yaşadı? Yazar-yayıncı Rober Koptaş ile yüzyıllık tarihsel süreci ve Ermeni toplumundaki yansımalarını konuştuk.

'CUMHURİYET DE ERMENİLERİN ACILARINI YOK SAYARAK VAR OLDU'

Ermeniler açısından Cumhuriyet tarihini soykırımdan bağımsız düşünmek mümkün değil. Rober Koptaş’ta Cumhuriyetin yüzyıllık muhasebesine buradan başlıyor:

"1915 ila 1923 arasında Ermeniler bağlamında yaşanan her şey aslında Cumhuriyet’in kurulmasının temel yapı taşlarından biri oldu. Anadolu'nun farklı yerlerinde yaşayan, farklı sınıfsal ve sosyolojik yapılarda olan, bazıları birbirine benzeyen, bazıları birbirine benzemeyen heterojen Ermeni toplumunun yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan katledilerek ya da sürgüne edilerek atılması üzerine inşa edilmiş bir Cumhuriyet. Dolayısıyla Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet dönemi arasında aslında bu bağlamda bir devamlılık var. Cumhuriyet rejimi de Ermenilere yapılanı bir soykırım olarak tanımadı. Vatan savunması dedi, inkar etti, sözde soykırım dedi. Bütün o acıları aslında yok sayarak var oldu. Yaşanan sadece bu değildi. Aslında aktif olarak da Ermenilere dair politikalar soykırımın devamı gibi oldu."

'ANADOLU KADİM HALKINDAN ARINDIRILDI'

Soykırım gerçeğini hasıraltı eden yeni Cumhuriyet, sonrasında Ermenilere yönelik siyasetini de bunun üzerine kurdu. Koptaş’ta Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ermenilere dönük baskılara dikkat çekiyor:

“Bu insanların Anadolu içlerinde seyahat etmeleri yasaklandı. Belli meslekleri yapmaları yasaklandı, bazen dillerini konuşmaları yasaklandı. Varlık vergisi gibi uygulamalarla ekonomik olarak onların gelişmesi engellendi ve ekonomik varlıklarına el konuldu. 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Türkiye'nin nüfusu yaklaşık 13 milyon çıkıyor. Burada da yaklaşık 100 bin Ermeni olduğu söyleniyor. 13 milyonluk Türkiye nüfusunun bugün 85 milyona çıktığını düşünürsek 5 kat 6 kat artmış durumda. En azından erminlerin de 100 binden 500-600 bine çıkmaları gerekirdi. Bugün ise Türkiye'de 50 bin ermeni var deniyor. Bence o kadar bile yok. Bu bir ezber gibi tekrarlanıyor on yıllardır ama bence belki 35- 40 bin Ermeni var. Çok az kalmaları kaydıyla Ermenilere dair var olan her şey adeta tarihten silindi. Anadolu bu kadim halkından arındırıldı.”

'BİZİM ADIMIZ BİZE KABAHAT'

Koptaş yaşanan acıların Ermeni toplumda yarattığı travmaya, sosyolojik ve psikolojik yıkıma dikkat çekiyor. Yaşanılan korkuyu ise şöyle tanımlıyor:

"O korku o baskı, can güvenliği korkusu, mal güvenliği korkusu, çocuklarımıza, okullarımıza, kiliselerimize bir şey olmasını korkusu. Annemin tabiriyle “bizim adımız bize kabahat”. İnsanların belki de aslında çok da devletin Ermeni ise olmalarına gerek kalmadan devlet onları illa kendi saflarına katmak için çaba göstermeden neyin söylenmesi gerektiğini bilen bir durum oluşturdu. Bu anlamda Ermeniler bence ruhsal olarak toplumsal psikoloji açısından da bireysel olarak da bir anlamda bir şizofreni içinde yaşıyorlar. Ben ciddi ruhsal sorunlar yarattığını düşünüyorum bu baskıların."

'DEVLETİN YOK OLMAYA YÜZ TUTMUŞ DA OLSA BİR ERMENİ NÜFUSUNA İHTİYACI VAR'

Ermenilerin öz yurdu artık onlar için mazideki vatan. Birçoğu Avrupa’ya, kendilerini daha güvende hissettikleri başka ülkelere göçtü.

Koptaş, küçük bir Ermeni cemaatinin Türkiye de yaşamasının iktidar açısından da tercih edildiğini söylüyor ve nedenini şöyle açıklıyor:

"Zararsız sayıda Ermeni’nin burada kalmasını istiyor ki dünyada başka yerlerdeki diasporadan, batı ülkelerinden Ermeniler veya azınlıklar konusunda Türkiye’ye baskı geldiğinde, “bakın biz burada Ermeniler ile çok rahat mutlu mesut yaşıyoruz. Onların hiçbir derdi yok. Hatta onlara türlü desteklerde de bulunuyoruz” desinler. Bunu onaylayacak da Ermeni bireyler, kurumlar bulunsun. Bu yüzden devletin bugün artık azalmış, yok olmaya yüz tutmuş da olsa bir Ermeni nüfusuna ihtiyacı var."

'BAŞARAMAYACAKSAK BİLE ONLARIN İŞİNİ ZORLAŞTIRMAMIZ GEREKİYOR'

Peki ikinci yüzyılında Ermeniler nasıl bir Cumhuriyet istiyor? Koptaş umutlu olmasa da mücadeleden vazgeçilmemeli diyor:

“Ben cumhuriyetin gidişatını çok iyi görmüyorum. Zaten AKP öncesi de çok matah ve iyi değildi. Kürt sorunu çözülmemişti. Demokratikleşme adımları çok zorluydu. Ülkenin kültürel, dinsel, dilsel çoğulculuğu tanınmamıştı. Sermayenin, üretilenin geniş halk tabakalarına eşit ve dengeli dağılımı adil dağılımı gerçekleşmemişti. AKP’nin yaptıkları da bunları daha da bozdu. İyi kötü var olan bir devlet bürokrasi düzeni varsa da vardıysa da onu daha da kötü hale getirdi. Dolayısıyla maalesef pek umutlu değilim. Umut nerede? Umut ancak mücadelenin içinde umut ancak konuşarak yayarak bu fikirleri tartışarak mümkün. Ama baskılarda çok fazla ve çok da fazla bizi uyuşturan, harekete geçmemizi zorlaştıran şeyler var. Bunlara rağmen cezaevinde olan yüzlerce binlerce siyasi tutsak, mücadeleyi sürdürmeyi bırakmayan insanlar, bizlere ilham veren insanları örnek alarak onlarla olmaya çalışarak onlardan olmaya çalışarak ve yan yana gelmeye çalışarak mücadele etmekten başka çaremiz olduğunu da düşünmüyorum. Yani umutsuzluğun beni bir atalete, bir sinizme, aman sendeciliğe sevk etmiyor. Daha fazla yan yana gelip başaramayacaksak bile onların işini zorlaştırmamız gerektiğini düşünüyorum. İnsanlık onurunun burada yattığını düşünüyorum."

Öne Çıkanlar