Çamaşırhane niyetine kullanılan Türkiye bankaları

Türkiye bankaları çamaşırhane niyetine kullanılırken, az olan demokrasisini de kaybeden ülke şimdi 'ABD yargısı demokrasimizin kaderini değiştirsin' diye bekliyor.

Çamaşırhane niyetine kullanılan Türkiye bankaları

Kumru TOKTAMIŞ

Şehrimizde mahkeme kurulmuş, memleketimizin demokrasisine çok mühim katkıları olacakmış dediler diye sabahın köründe kalkıp federal adliye kapılarına dayandım ki o da ne! Millet sabahın 7:30’undan beri kuyrukta dikilir, taşıma suyuyla kendi tiranlarının sonunun gelmesini umutla (veya artık mezheplerine göre kaygı ile) bekleşirmiş. Mahkeme salonunda duyulan iki dilden birinin Türkçe olması, çamaşırhane niyetine kullanılan bankaların önemli bir bölümünün Türkiye bankaları olması, sanıkların Türk vatandaşı olup, hatta birtanesinin avukat masraflarının TC tarafından ödeniyor olması dışında konunun memleket ile olan ilgisini pek de anlayamadım açıkcası.

Mamafi, demokrasisi, kongre ve parlamentodan çok mahkeme salonlarında şekillenen bu ABD coğrafyasında, örneğin bir emlak yolsuzluğu soruşturması üstünden mevzu aniden Monica’nın lacivert penye elbisesine ve elbise üstündeki lekelere bağlanıverdiğinden, erken konuşmamak da lazım. Haftalarca ve belki aylarca sürme ihtimali olan bu davanın hedefleri ile adliye koridorlarında kuyruk olan izleyicilerin beklentileri arasında simdilik büyük farklar olsa da, davanın ne yana evrileceği konusunda kesin konuşmamak gerekiyor. Federal hakim Richard Berman’nın salonlarına sığmakta zorluk çeken ahalimiz belli ki haftalar boyu ellerine geçirebildikleri bütün evrak, belge ve tapeleri satır satır didikleyen bir savcı ve Reza Zarrab’ın hevesle titizlenerek verdiği detaylı yanıtları izlemek zorunda kalacak.

Örneğin geçtiğimiz Cuma günü Reza Zarrab’ın Süleyman Aslan, Abdullah Happani, Dubai de bir çalışanı, cürmü Hakan Atilla ile yaptığı telefon tapeleri, whatsapp yazışmaları, çeşitli banka akredidasyon ve para transfer formları üstünden geçilirken mevzudan biz sayı saymayı daha az bilenler olarak şunları anlamış olduk:

ABD, İran’a asla dolar olarak ödeme yapılmayacak diye buyurmuş olduğu için ve dahi tüm cihan bankaları da küreselleşme gereği bu buyruğa tabi oldukları için, binlerce yıllık Acem medeniyeti kendince bu ambargo denen illeti kırmanın yollarını geliştirmiş, bu vesile ile ortalıkta hükümsüren yığınla meşru bankacılık sisteminin kuralları üstünden şirketler kurarak ve hesaplar açarak para aklamanın yollarını bulmuş. Bu vesile ile Rıza kardeşimiz de şirketler kurmuş ve 'İran'a gıda satıyorum' diye Dubai’den bir takım "tahtadan gemiler" kaldırıyormuş gibi yapmış. Bu düşük tomajlı ‘tahtadan gemileri’ Dubai’deki körfeze giden herkes bilirmiş. Söz ve milyarlar konusu gıdaların ticareti asla yapılmamış. Kimi aşağa kademe banka elemanları işlemleri sorgulamaya yeltendiklerinde Halk Bankası sayın Genel Müdürü devreye girip ahaliyi yatıştırmış, belge gerektiğinde Dubai'deki tezgahın üstünden iki boş sayfalı kitapçık alınmış, gerekirse photoshop yapılıp, imzalar tanzim edilmiş…. Bir takım hayali paralar o bankadan bu bankaya, falanca hesaptan filanca hesaba transfer olurken arada bir takım komisyonlar, rüşvetler nasıl ödenmiş henüz o bölüme gelemedik. Acaba vergi verilmiş mi, bunun sorgulanacağı bile şüpheli.

Merak ve hevesle sabahın köründe mantosunu giyinip gelmiş Atatürkçü Abla 15 dakikalık arada isyan ediverdi: "Bunlar havanda su dövüyorlar yaa!" Titiz hukuki süreçlerin ne denli yavaş işlemek zorunda olduğunu idrak edememek bir yana, umutla beklenen demokrasimizin kaderini değiştirecek ifadelere bir türlü geçilememiş olması da haliyle bıkkınlıklara vesile oluyor.

Oysa açık olan şu ki, savcı sorgulamasının merkezinde İran aleyhine sağlam bir dosya oluşturmak var. İranlı bakanlarla yapılan toplantılar, İranlı yöneticilerden gelen talimatlar, İran'nın kurguladığı ve kurduğu para transfer ağları ilgilendiriyor savcıyı ve mahkemeyi. Bu kurguyu ve ağları kuran kadrolara çoktan kelimenin her anlamı ile temizlemiş olan İran için bu iddialar ne ifade eder ve bu davadan çıkan sonuçlar nasıl bir siyasi manevranın parçası haline gelir sorusunun yanıtı mahkeme salonlarından çıkmayacagı gibi siyasi iradenin siperlerinde şekillenir.

Sadede gelelim o zaman. Siyasi irade konusunda topu taca atmaktan başka çaresi kalmamış gibi görünen memleket ahvalimiz Zarrab'ın ifadesine kitlenmiş beklerken, savcının Türkiyeli muktedir siyasetçilerle ilgili gelen paslara karşı oldukça vurdumduymaz bir tavrının olduğunu görüyoruz şimdilik. Perşembe günü sosyal medya patlamışmış Zarrab başbakanın talimat verdiğini ikinci elden duyduğunu söyledi diye. İkinci elden söylentinin mahkeme salonlarındaki hükmü bir yana, 17-25 Aralık'ta - üstelik Gezi ayaklanması sonrası- oluşamamış bir siyasi irade sosyal medyada patlasa ne olur çok anlayabilmiş değilim.

Cuma günü de Zarrab iki hatta üç önemli pas verdi savcıya. Yanlış not almadıysam 206-T numaralı kanıt belgesinde Süleyman Aslan'a rüşvet vermekte olduğunu dile getirirken Zarrab "Başbakan’ın da ok dediğini söylediğinde salonun dinliyiciler bölümünde bizim kulaklarımız dikildi ama savcı ne başbakanın ne sözü edilen "abi"nin kim olduklarını sormadı bile. 2707 numaralı kanıt tartışılırken "Ben Ankara ile konuşuyordum, onay verdiler" ifadesi de aynı şekilde kayıtlarda kendi başına, üstüne gidilmeksizin kalakaldı.

Davanın ilk haftasının belirleyici olmasını beklemek doğru olmaz. Ancak şimdilik görünen o ki savcıyı ilgilendiren konu İran ve ambargo. Oysa Adliye koridorlarında bir tane bile İranlı gazeteciye rastlanmıyor olması düşündürücü. İran gerçekten bu davayı önemsemiyor olabilir mi? Öte yandan, davayı dikkatle izleyen, herkesten daha çok konuya hakim oldukları aşikar olan Cemaate yakın gazetecilerin altını çizdikleri noktalar federal savcının umurunda bile değilken Türkiyeli AKP karşıtları için neden umut ışığı haline geliyor? 17-25 Aralık'ı umursamamış halkımızın Manhattan Adası'nın adliye koridorlarında siyasi irade oluşturmasını beklemek nasıl bir siyasi çaresizliğe tekabül ediyor?

Tabii uluslarası politik manevralar ile iç politikalarin dehlizlerinin keşisiverdiği noktalarda lacivert penye elbisenin üstündeki lekeler*de bir anda konunun odak noktası oluverir.

*1990'lı yıllarda Whitewater mütehahit şirketi hesaplarındaki yolsuzluklar iddiası ile Bill Clinton'u görevden almaya çalışan Cumhuriyetçi Parti'nin soruşturması sonunda başkanı suçlayabilmenin yegane kanıtı olarak Monica Lewinsky adlı genç bir Beyaz Saray strajyerinin lacivert elbisesinin üstündeki cinsel ilişki lekeleri olmuştu. Savcıya yalan ifade verdiği için 1998 yılında Kongre’den güvensizlik oyu olan Clinton, Senato oyları ile görev süresini tamamlamıştı. Whitewater Şirketi soruşturması hiç bir yolsuzluğa rastlanmadan kapatıldı.

dava zarrab