Deniz Yücel özgürlüğünün ardından ilk kez konuştu
'Alman hükümetinin tahsis ettiği özel uçakla ülkeyi sessizce terk etmem gerektiği söylendi. Bunu reddettim.'
HABER MERKEZİ- Bir yıl tutuklu kaldıktan sonra 16 Şubat'ta tahliye edilen Alman Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel, ilk kez konuştu. Taz’dan Dorıs Akrap ve Welt'ten Danıel-Dylan Böhmer’in sorularını yanıtlayan Yücel, Alman hükümetinin özel uçağına binmediğini söyledi.
İşte o söyleşinin bir bölümü:
Akrap: Hakkında açılan dava sürüyor; ilk duruşma Haziran ayında görülecek. Savcılık 18 yıla kadar hapis talep ediyor. Türkiye’ye geri dönecek misin? Bu konuda bir karar verdin mi?
Yücel: Hayır, ben henüz bu aşamaya varmadım; biz varmadık. Ancak Türkiye’den, "Lanet olsun, bir daha asla bu bataklığa dönmeyeceğim" gibi bir duyguyla da ayrılmadım. Sonuçta 2015 yılında Türkiye muhabirliği işine başladığımda nereye gittiğimin farkındaydım. Tabii ki o zamanki durum şimdiki kadar vahim değildi. Fakat Türkiye'de gazeteci olarak işini iyi yapan insanların başına nelerin gelebileceğini biliyordum. En kötü ihtimalde özgürlüğünü yitirmekten daha kötü şeyler bile mümkündü.
Böhmer: Başından beri tutuklanacağını mı düşündün?
Yücel: Elbette mümkündü. Ama bana yüksek bir ihtimal gibi gelmiyordu- yoksa bu işi yapmazdım. Cezaevine girmeye çok meraklı değildim. Ancak muhabir olarak Türkiye’ye gitmek ve Norveç’e gitmek aynı şeyler değil. Bu, 1995’te de böyleydi, 2015’te de. Bu ülkeyle aşina olan, dilini, kodlarını ve şifrelerini bilen biri bunu da bilir.
Böhmer: Bugünden baktığında, tutuklanmanı önlemek için yapabileceğin bir şey var mıydı?
Yücel: Hayır.
Böhmer: Yapmasaydım tutuklanmazdım diye düşündüğün bir şey var mı?
Yücel: Sanmıyorum. Örneğin, Cemil Bayık ile röportaj yaptığım için tutuklanmadım. Bu röportaj için 2015’in Ağustos ayında Kandil’e gittim, tutuklanmamdan bir buçuk sene önce. Benim Bayık’la konuşmama birkaç hafta kala Türkiye hükümeti kendisi PKK ile görüşüyordu. Sinsilik de burada yatıyor: Kurallar, daha doğrusu dost-düşman tanımlamalarını geriye dönük olarak değiştiriyorlar.
Böhmer: O değilse neden gözaltına alındın?
Yücel: Bazı diğer gazeteciler gibi damat Bakan Berat Albayrak’ın hacklenen maillerini haberleştirdim. Gözaltına alınmama vesile olan haber buydu. Ama herhangi bir sebepten dolayı ellerine düştüğünde "Buna ne üfleyebiliriz?" diye bakıyorlar. Kaldı ki, yazdığım haberler ve yorumlarla dikkatlerini çekmiştim. Basın kartı verilmeyen üç Alman gazeteciden biriydim. Beni biliyorlardı.
'EŞYALARINI TOPLA, ÇIKACAKSIN'
Akrap: Serbest kalacağını ne zaman ve nasıl öğrendin?
Yücel: Cuma günü öğlen saatlerinde Halk TV, son dakika notuyla geçti. CNN Türk’e geçtim, aynı son dakika haberi: "Deniz Yücel serbest." Etrafıma bakındım ve kendi kendime dedim ki: Yok, daha değil. Hemen komşuma, gazeteci Oğuz Usluer’e koştum. Sarıldık. Biraz sonra gardiyanlar geldi ve "Eşyalarını topla, çıkacaksın" dediler. Kitaplarımı, notlarımı, kıyafetlerimi çöp poşetlerine doldurdum, poşetleri bir el arabasına yükledik. Sonra, tahliye işlemleri için müdürün ofisine gittik. Amirler ve baş memurlar toplanmıştı. Helâllik ister gibiydiler. Hepsi gülümsüyordu.
Akrap: Dur, tahmin edeyim. Sen gülümsedin.
Yücel: Ben, bana verilmeyen mektupları sordum. Müdür üç mektup verdi. Üç tane! Siz biliyorsunuz, Dilek’in ve kayınvalidemin mektupları bana veriliyordu. Diğer mektuplarıysa sadece tek tük veriyorlardı. Orada bir dağ mektubum olmalıydı.
'ÖFKEMİ CEZAEVİNDE BIRAKTIM'
Böhmer: Biz Welt olarak yalnız "SchreibDeniz" ("Deniz’e yaz") kampanyasına gelen iki bin civarında mektubu Türkçeye çevirttik. Ayrıca, MyPostcard şirketi tarafından ücretsiz tahsis edilen yine iki bin civarında dayanışma kartpostalı gönderildi.
Yücel: Cezaevi müdürü, ısrarla sadece üç mektup olduğunu iddia ediyordu. Bunun üzerine, mektupların hukuka aykırı bir şekilde imha edildiğini söyledim. "Burada hukuka aykırı bir şey yapılmaz" dedi. Nihayetinde suç duyurusunda bulunacağımı söyledim. Ondan sonra ofistekiler gülümsemeyi kesti.
Akrap: Peki, mektuplarını verdiler mi?
Yücel: Hayır. Avukatlarım meseleyi takibe aldı. Son bir kez öfkelendim. Ancak cezaevi kapısından çıktığımda bu da geçmişti. Hiçbir şey unutulmuş değil; hiçbir şey affedilmiş değil. Ama öfkemi cezaevinde bıraktım. Bence, seni yıpratmalarına izin vermemenin bir parçası da kin tutmamaktır. Öyle olsa onlar kazanırdı.
'ALMAN AJANI DEĞİLİM'
Akrap: Benim açımdan senin serbest kalman bir gün önce, 15 Şubat perşembe günü başladı. Daniel beni aradı ve Welt’in binasına gelebilir miyim diye sordu. Orada aldığım ilk bilgi şuydu: "Deniz, cezaevinden çıkabilir. Ama istemiyor." Şoka uğradım ve sordum: "Niye ki?" Artık sana sorabilirim.
Yücel: Elbette çıkmak istiyordum. Fakat bana, hemen Alman hükümetinin tahsis ettiği özel uçakla derhal ülkeyi terk etmem gerektiği söylendi. Bunu reddettim. Çünkü, Alman hükümetinin personeli değilim, apar topar yurt dışına kaçırılan Alman ajanı hiç değilim. Siyasi nedenlerden ötürü bir yıl hapis yattıktan sonra oyuncak gibi kullanılmama izin veremezdim. Erdoğan, beni içeriye atmaktan menfaat bekliyorsa hapsetsin; beni çıkarmaktan menfaat bekliyorsa salıversin ve ben bunlara hiçbir şey demeyeyim, öyle mi?
Akrap: Alman hükümetinin özel uçağıyla çıkman Türk tarafının şartı mıydı?
Yücel: O kadarını bilmiyorum. O gün benimle görüşmeye gelen İstanbul Başkonsolosuna ve vekiline de aynı soruyu sordum ama bir cevap alamadım. Onların söyledikleri sadece şuydu: "Hemen çıkabilirsin. Ama her şey hızlıca ve sessizce olmalı." Bunu kabul etmedim. Perşembe günü öyle geçti. Hapiste son gecemi uykusuz geçirdim. Cuma günü öğleden önce ilkin fazla bir şey olmadı. Bir avukat görüşüne çağırıldım. Ama gelen, kendi avukatlarımdan biri değildi; dayanışma niyetiyle Silivri’ye ziyaret gelen avukatlardan biriydi. Koridorda arkadaşım Ahmet Şık’la karşılaştık. Olası tahliyem gündem olmuştu. Ve geçerken Ahmet bana seslendi: "Çok iyi! Bunu yap. Bunu kullanabilirsin."
"SESSİZCE ÇIKMAK İSTEMİYORDUM"
Akrap: Hangi anlamda kullanabilirsin? Oradan çıkmak için mi?
Yücel: Daha geniş bir anlamda: "Çık. Kendi kendilerini rezil etmelerini engelleme." Tabii bu benim o anki yorumumdu, sadece geçerken seslenmişti. Ahmet tahliye olduktan sonra konuştuğumuzda o sözünü sordum. Dedi ki: "Gergin olduğunu fark ettim. Oysa seni tahliye etmeyi istedikleri biçim, bu ülkedeki yargının halini dünyanın gözü önünde sergileyecekti. Bunu açıklamalısın diye düşündüm. Tahliye olduktan sonra çektiğin videoyla bunu yaptın." Serbest kaldığım güne dönersek: Kısa bir avukat görüşmesinden sonra koğuşuma döndüm. Biraz sonra Dilek’in gönderdiği birkaç yeni mektubu verdiler. Dilek, koğuşumu birazcık şenlendirmek için rengârenk zarflar içinde rengârenk kâğıtlara yazdığı bir sürü mektup gönderdi. Tam okumaya başlamışım ki, televizyonda o son dakika haberi gördüm.
Akrap: Sonunda hükümetin uçağına binmedin.
Yücel: Binmedim. Ama daha kapıda Dilek’in bana bir sürprizi vardı. Welt bana bir jest düşünmüş ve hepimizi götürmek için özel uçak kiralamıştı. Gazetem, benim bir an önce yurtdışına çıkmamı istiyordu. Oysa benim o kadar acelem yoktu. Ama Dilek’le, sizinle ve beni karşılamaya gelen diğer dostlarımla taksiye biner gibi bir uçağa binecek ve istediğimiz yere uçacaktık. Bu çok cazip bir teklifti. Ancak ben önce evime gitmek istedim. Kedimizi almak ve tahliyemi yorumladığım videoyu çekmek istiyordum. Sessizce çıkmak istemiyordum.
"YÜRÜ LAN, MANYAK!"
Akrap: Sence Alman hükümeti senin için yeterince efor sarf etti mi?
Yücel: Bence Alman hükümeti çok endişeliydi ve serbest kalman için elinden geldiğince uğraştı. Bazen fikir ayrılıklarımız oldu. Ancak Almanya hükümeti benim yanımda yer aldı; hem siyasal anlamda hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtığımız davada hukuki anlamda. Ve beni ayda bir kere ziyarete gelen Almanya İstanbul Başkonsolosu Georg Birgelen işini gerçekten harika bir şekilde yaptı.
Akrap: #FreeDeniz kampanyasının Alman Hükümeti’nden talep ettiği şeylerden biri, Türkiye’ye yönelik ihracatlar için verilen Hermes kredi güvencelerinin kısıtlanmasıydı. Şimdi öğrendik ki, 2017 yılında bir önceki yıldan çok daha fazla kredi güvencesi verilmiş. Sonunda, ekonomik menfaatler daha mi önemliydi?
Yücel: Tutuklanmama kadar Almanya-Türkiye ilişkilerini gazeteci olarak gözlemliyordum. Bir anda, bu ilişkinin konusu haline geldim. Bu yüzden Angela Merkel’in Türkiye politikasını kendi hikâyemin ışığında değil, genel olarak değerlendirmek isterim. Bir mesele, daha cezaevindeyken söylediğim şeydir: Kirli pazarlıkların parçası olmayacağım. Ama şunu da biliyordum: Rehin alma vakasının doğasında- eğer gaspçı rehinesi için bir karşılık aldığı kanaatine varırsa- rehinenin serbest bırakılması vardır. Nasıl ki içeriye atıldığımda kimse benim fikrimi sormadıysa "tahliye olmak ister misin?" diye de kimse sormayacaktı. "Dur hele, önce tam olarak nelerin müzakere edildiğini öğreneyim, yoksa çıkmam" deseydim bile bir şey değişmezdi.
Akrap: Bunu deseydin şaşırmazdım.
Yücel: Belki. Ama onlar bu tavra ne derlerdi? "Yürü lan, manyak!"
Deniz Yücel ve eşi Dilek Mayatürk Yücel ile yapılan söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız