Dicle Müftüoğlu: Gazetecilik suç değildir demeye devam edeceğim

Dicle Müftüoğlu: Gazetecilik suç değildir demeye devam edeceğim
Mesleki faaliyetlerinden dolayı 3 Mayıs'tan bu yana tutuklu bulunan Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, Artı Gerçek'in sorularını yanıtladı. Müftüoğlu ifade özgürlüğü için ortak mücadele çağrısı yaptı.

Sinan ŞAHİN


ANTEP - Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eşbaşkanı ve Mezopotamya Ajansı editörü Dicle Müftüoğlu, Ankara Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturma kapsamında 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde 'terör örgütü üyesi olmak ' ve 'terör örgütü yöneticiliği yapmak' suçlamalarıyla tutuklandı. 7 Aralık'ta hakim karşısına çıkan Müftüoğlu tahliye edilmedi.

Avukatların savunmaları tamamlanmadan Müftüoğlu'nun tutukluluğa devam kararı veren mahkeme duruşmayı 18 Ocak'a erteledi. Cezaevinden avukatları aracılığıyla Artı Gerçek'in sorunlarını yanıtlayan Müftüoğlu, tutukluluk sürecinde yaşananları anlattı.

diclemuftuoglu.jpg

‘CEZAEVLERİNDEKİ KÜRT GAZETECİLERE AYRIMCILIK UYGULANIYOR, ADLARINDAN SÖZ EDİLMİYOR'

Cezaevindeki Kürt gazetecilere çifte standart uygulandığını, görmezden gelindiğinizi düşünüyor musunuz?

Cezaevindeki Kürt gazetecilere ayrımcılık uygulanıyor. Birçok kez adlarından, varlıklarından söz edilmiyor. Söz konusu Kürt olunca gazeteci kimliği bir tarafa bırakılarak devlet aklıyla bir bakış oluyor. Bizler hem yargı önünde hem de kamuoyuna karşı gazeteci olduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz. Diğer gazetecilere yönelik baskılarda bütün gazeteciler, meslek örgütleri tek ses olup bu duruma karşı tepki gösteriyor. Elbette basın özgürlüğünü savunmak için gazetecilere yönelik baskılara tepki gösterilmeli ancak bunda ikircikli bir durum olmamalı. Geçmiş yıllara göre bu ikili durum, ayrımcı yaklaşım aşılmaya başlandı ancak yeterli değil. Ayrımcı durum salt gazetecilerle de sınırlı değil. Kürt gazeteciler ve çalıştıkları basın-yayın organlarına yönelik baskılara karşı da ortak, gazeteciliği savunan bir tutuma ihtiyaç var.

‘HAKKINDA DAVA AÇILMAYAN TEK BİR KÜRT GAZETECİ YOK’

Son 1 yılda 35’i aşkın Kürt gazeteci tutuklandı. Dört büyük operasyon yapıldı. Çalıştığımız kurumlar basıldı, ekipmanlarımıza el konuldu, tutuklanarak cezaevine konulduk. 90’lı yıllarda katledilen Kürt gazeteciler, bombalanan gazete büroları, kapatılan gazeteler hâlâ hafızalarda. 1999 yılında 370 gün yayın yapan Özgür Bakış Gazetesi hakkında verilen 390 gün kapatma cezası bile başlı başına bu baskıların boyutunu ortaya koyuyor. Özgür Gündem geleneği bu kapatmalar nedeniyle onlarca isim değiştirdi. 2016 yılından bu yana kapatılan gazete, ajans, radyo sayıları da 90’lı yılları aratmayacak düzeye ulaştı. Bu süreç boyunca hakkında dava, soruşturma açılmayan tek bir Kürt gazeteci yok.

‘SÜREKLİ YARGI TACİZİ ALTINDA TUTULUYORUZ’

Sürekli yargı tacizi altında tutuluyoruz. Sahada haber takibi yaparken engelleniyorlar hatta birçok kez ölüm tehdidi alıyorlar. Sitelere erişim engeli, sansür ve kapatmaların her biri Kürt gazetecilerin mesleklerini yapmalarının engellenmesi anlamına geliyor. Bu da iktidarın Kürdistan’daki ihlal politikaları, yolsuzluk, kayyım uygulamaları, katliam politikalarının ortaya çıkmaması anlamına geliyor.

‘GAZETECİLİK YAPTIĞIMIZ İÇİN YARGILANIYORUZ’

İktidar baskı politikaları ile gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyor. Kürt gazetecilere yönelik baskı ve tutuklamalara sessiz kalmak da hakikatin karartılmasına destek olmak oluyor. Hakikate sahip çıkmak ve gazeteciliği korumak için dayanışmanın büyütülmesini talep ediyoruz. Çünkü biz bugün yargılanıyorsak, tutuklanıyorsak, Roboski Katliamını dünyaya duyurduğumuz, Van’daki helikopter işkencesini açığa çıkarttığımız, Sur’da Cizre’de öldürülen ve gömülmesine dahi izin verilmeyen çocukları yazdığımız içindir.

‘CEZAEVLERİNDE TECRİT POLİTİKASI HÂKİM’

Cezaevinde sizin ve kadın siyasi tutukluların yaşadığı hak ihlallerine ilişkin gözlemlerinizi anlatır mısınız?

Ciddi bir tecrit politikasının tüm cezaevlerinde hâkim olduğunu söylemek mümkün. Dışarıyla irtibatımız minimalize ediliyor. Hatta cezaevlerindeki aktifliğiniz de kısıtlanıyor. Talep ettiğiniz gazete ve dergileri alamıyorsunuz. Yeni Yaşam, Evrensel gibi gazeteler verilmiyor. Dergi okuyabilmek için de yıllık abonelik satın almak zorundasınız. Normalde dışarıdan gönderilen dergiler kabul edilirken, son yıllarda bu durum da ortadan kaldırılmış. Muhalif kanalların büyük bir bölümü idare tarafından verilmiyor. Ailemiz dışında üç arkadaş görüşmeci yazabilme hakkına sahip iken son yıllarda buna da engel konulmuş. Emniyetin denetimiyle görüşçü yazıyorsunuz ve bu da kabul görmediği için dışarıdan bir tek ailenizi görebiliyorsunuz. Onlar da Kürdistan’da oturduğu için her ay gelemiyor. Bu, tüm siyasi tutukluların yaşadığı bir durum.

‘HASTANE SEVKLERİ BÜYÜK ORANDA YAPILMIYOR’

Mektup konusu da bir hayli sıkıntılı. Pul fiyatlarının artması nedeniyle taahhütlü posta gönderme şansı azalıyor. Normal yolladığımız tüm mektuplar ise 'kayboluyor.' Yönetmelikte 10 saat olan sohbet ve spor hakkı 3 saatle sınırlı tutuluyor. Sağlık ve tedavi hakkı sınırlıyken son 2 aydır cezaevindeki revir doktorunun izne ayrılmasıyla bu durum daha da sorunlu bir hal aldı. Hastane sevkleri büyük oranda yapılmıyor, yapıldığında da çok geç oluyor. Kelepçeli muayene dayatması, askerlerin ayrımcı yaklaşımları, Kürtçe ve anadilde konuşmaya dair engellemelerin tamamı da sağlık hakkını engelliyor.

‘CEZA İÇİNDE CEZA UYGULANIYOR’

Selver Yıldırım ve Özge Özbek’in aralarında bulunduğu ağır hasta tutuklular da tedavi edilmedikleri gibi tahliye için yaptıkları infaz erteleme başvuruları da sağlık kurulları tarafından engellendi. İdari ve Gözlem Kurulları da özgürlükleri ve hakları ellerinden alınan tutuklulara yönelik uygulamalarıyla yeni bir 'cezalandırma' mimarı haline gelmiş durumda. 11 tutuklu bu kurulun kararı nedeniyle tahliye edilmiyor. Koğuşlarda arama adı altında yapılan baskınlar taciz boyutuna ulaştı. Bu uygulamaların tamamına baktığımızda ceza içinde ceza, tutsaklık içinde tutsaklık uygulanıyor. Tutukluluğumuz hukukla bağdaşmadığı gibi bu tür uygulamalarla hukuksuzluk daha da büyüyor.

'GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR DEMEYE DEVAM EDECEĞİM’

Hakkınızda hazırlanan iddianamede size yönetilen suçlamalarla ilgili ne söylemek istersiniz?

İddianame iki tanık ifadesi, telefon kayıtları, seyahat, otel konaklamaları, haber kaynaklarıma yönelik aramalar, hesap kayıtlarım suçlama konusu yapılıyor. İddianame gazeteciliğimi yargılamak adına yazılmış. Bana dair 2 sayfalık boş iddiaların yer aldığı bir iddianame ile 8 ayı aşkın süredir tutuklu bulunuyorum. Yine eş başkanı olduğum Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin kurucusu olmam da suçlama konusu yapıldı. İddianame ve ilk duruşmadaki duruma baktığımda emniyet ve yargının bana, 'Gazetecilik yapmak suçtur' dediklerini görüyorum. Ancak ilk duruşmadaki savunmamda ve yıllardır mesleğimi yaparak ve DFG çatısı altında yürüttüğüm çalışmalarda da belirttiğim gibi, ‘gazetecilik suç değildir’ demeye devam edeceğim.

‘ÖDÜLÜ, DİRENEN KÜRT GAZETECİLER ADINA ALDIM’

Free Press Unlimited'ın düzenlediği 'En Dirençli Gazeteci Ödülü' size verildi. Türkiye’de gazetecilere ve gazetecilik faaliyetlerine yönelik baskıların giderek artmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sizin aracılığınızla bir kez daha bu ödülü bana veren jüri üyelerine teşekkür ediyor ve ödülü 30 yılı aşkın süredir direnen Kürt gazeteciler adına aldığımın altını çizmek istiyorum. Dünya genelinde gazetecilik mesleği toplum adına denetçi görevindedir. Toplum yararı gözetilerek her türlü bilgiyi yayınlama sorumluluğu vardır. Gerçeği açığa çıkartmak, toplumu bilgilendirmek, ifade özgürlüğünün savunucusu ve sürdürücüsü pozisyonundadır gazeteciler.

Gerçeklerden rahatsız olan iktidarlar bu nedenle gazetecilere yönelik baskı uyguluyor. Türkiye’de de antidemokratik uygulamaların bir sonucu olarak gazetecilere yönelik baskı giderek artıyor. AKP-MHP iktidarının yönetememe hali, ekonomi, ekoloji politikaları, halklara ve inançlara yaklaşımındaki ayrımcı tutumu, kadını yok sayma tutumu bir krize dönüşmüş durumda. Bu kriz halinin de yansımasını istemediği için basına baskı altına alıyor.

‘MÜCADELE EDEN GAZETECİLER VAR, OLMAYA DA DEVAM EDECEK’

Bir de Kürt sorunu gibi baskı ve katliamlarla çözümsüzlük dayatılan bir sorun olunca bu baskı daha da artıyor. Çünkü uyguladığı savaş ve katliam politikalarını gizlemek isteyen bir iktidar anlayışı var. Tam da bu nedenle Kürt gazetecilerin hakikatleri kamuoyuna aktarmasından kaynaklı uğradıkları baskı artıyor. Demokrasi ve basın özgürlüğü birbirine paralel yürüyen olgulardır. Demokrasinin olmadığı, adaletin mumla arandığı bir ülkede basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değil. İktidar bu politikalarını, uygulamamalarını gizleme yöntemi olarak basını sindirmeye çalışıyor. Ancak tüm baskılara rağmen gerçekleri açığa çıkarmak için mücadele eden gazeteciler var. Olmaya da devam edecek.

MESLEK ÖRGÜTLERİNE VE HAK SAVUNUCULARINA ÇAĞRI

Türkiye de tutuklu gazetecilerin durumu ile ilgili uluslararası kamuoyuna ve hak savunucularına bir çağrınız var mı?

Bir önceki yanıtımda da belirttiğim gibi Türkiye’nin demokrasi sorunu çözülmek isteniyorsa burada atılması gereken ilk adım basın ve ifade özgürlüğünü sağlamaktır. Basın ve ifade özgürlüğünün önündeki en büyük engel de tutuklu gazeteciler gerçeğidir. Bir gazeteciye yönelik baskı ve tutuklama hali ne yazık ki sadece kişinin şahsını değil gazetecilik mesleğinin tamamını etkileyen, tamamına yönelik bir saldırıyı dönüşüyor. Diğer tüm gazeteciler ve ifade özgürlüğünü kullanan yurttaşlar için tehdit anlamı taşıyor.

Demokrasi ve özgürlükleri çoğaltmaktan söz ediyorsak gazeteciliği engelleyen yargı tacizi ve tutuklamalara karşı birlikte mücadele etmeliyiz. Tüm uluslararası meslek örgütleri, kamuoyu, hak savunucuları da gazetecinin kimliğine, tanınırlığına bakmadan ifade ve basın özgürlüğünü savunmak için ses yükseltmeli. Aksi halde günden güne daha fazla nefessiz kaldığımız ortam yaratılıyor. Sessiz kalan herkes bu suça ortak oluyor.

Öne Çıkanlar