Doğan Heper'in ardından
Medyanın duayen isimlerinden ve Abdi İpekçi zamanından kalma bir gazeteci olan Doğan Heper’in öldüğü haberini duyunca düşündüm.
Koray DÜZGÖREN
Medyanın duayen isimlerinden ve Abdi İpekçi zamanından kalma bir gazeteci olan Doğan Heper’in öldüğü haberini duyunca düşündüm.
"Ben ne hissediyorum acaba?" diye kendi kendime sordum.
Bir ölümün ve ölünün arkasından ne yapılır? Kimi üzüntülerini beyan eder. Sevinen olmaz normalde. Ölüme sevinilir mi?
Ben ise hiçbir şey hissetmedim. Sadece Milliyet’te geçen gazetecilik yıllarımı hatırladım.
O yıllarıma ilişkin tatsız anılarım canlandı. Anılarıma haksızlık etmemeliyim. İyi anılarım da var kuşkusuz.
Kendisiyle Milliyet’te dört beş sene birlikte çalıştık.
Milliyet’te hem büyük sıkıntılar, gazeteciliğin temel ilkeleri ve etik anlamda sorunlar yaşadım hem de gazetecilik kariyerimin güzel ve kalıcı örneklerini orada yayınladım.
Yıl 1986. Altan Öymen Milliyet’in başyazarıydı. Benim eskiden beri sevdiğim, gazeteciliğine saygı duydugum, ANKA ve Günaydın’da yıllarca birlikte çalıştığım
bir büyüğümdü. Beni Milliyet’e çağırdı.
İstanbul İstihbaratı son yıllarda iyi çalışmıyordu. Bir şefi vardı ama ortalıkta pek görünmezdi. Servis neredeyse ağır aksak da olsa kendi başına yürüyordu. Servis şefi Doğan Heper’in eski arkadaşıydı ve Heper onu resmen idare ediyordu.
Böyle dağılmış, başsız kalmış, moralsiz bir servisin başına getirildim. Muhabirlerin çoğu yıllanmış, artık memurlaşmış isimlerden oluşuyordu. Bir kısmı ise zaman içinde gazeteciliğin avantajlarını kullanarak bazı çıkarların peşinde koşmayı öğrenmişti.
İşim zordu yani.
Bu aslında Milliyet’e ikinci gelişimdi.
Daha önce, sanıyorum 1975’te Abdi İpekçi bir gün beni çağırdı. Günaydın’da beni yakından izlemişti. Beni Milliyet’te görmek istediğini söyledi.
Gecenin sorumluluğunu bana vermek istiyordu.
Ama o sırada benim aklım Cumhuriyet’teydi. Cumhuriyet’in başında ise Oktay Kurtböke vardı. Bir gün onunla bir yerde karşılamıştık. O da Günaydın’da yaptığımız gazetecilikte benim rolümü izlemişti. ( O dönemi bilmeyenler için not: 1970’li yılların başında Günaydın iki bölüm halinde çıkıyordu. Birinci bölüm renkli, magazin havasında gazete, ikinci bölüm ise ekonomik ve siyasal haber, yorum ve analizlerin yer aldığı siyah beyaz gazete. Ben ‘Beyin takımı’ denen grubun yaptığı bu ikinci gazetede haber müdürü olarak çalışıyordum. Tiraj ise bir milyon civarında dolaşıyordu. 500 binin altına hiç düşmüyordu)
Oktay abi beni Cumhuriyet’e alacağını ama biraz beklemem gerektiğini söylemişti.
Ben ondan haber beklerken Abdi bey çağırmıştı.
Bu nedenle resmen Abdi beyi oyaladım. Kesin bir şey söylemedim. "Biraz düşüneyim" dedim. Bir süre sonra yine bana haber gönderdi. "Gelsin, onu kadroya koyduk bile, maaşını alsın" diyordu.
Sonra yine gidip onu gördüm. Üzülerek gelemeyeceğimi çünkü Cumhuriyet’e gideceğimi söyledim. Teşekkür ettim. Biraz bozuldu ama, "Sen bilirsin, başarılar dilerim" dedi. Bu onu son görüşüm oldu.
Ve Cumhuriyet’te, Milliyet’te alacağım ücretin bayağı aşağısında bir ücretle işe başladım.
Daha sonraki yıllarda, Cumhuriyet deneyimini de yaşadıktan sonra, "Keşke Abdi beyi reddetmeseydim" dediğim zamanlar olmuştur.
Milliyet’e ikinci gelişimde tabii Abdi bey yoktu. Onunla yaptığımız son görüşmeden iki sene sonra derin devletin hedefi olmuş ve katledilmişti.
Daha sonra da gazeteyi Aydın Doğan satın almıştı.
Benim Milliyet’te başladığım dönem, Bedrettin Dalan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu döneme rastlar. Dolayısıyla Dalan’ın uygulamalarını yakından izliyorduk. Yasa dışı icraatlar, gizli kapaklı rant ilişkileri, yolsuzluklar ve kente ilişkin gazetecilik adına izlenecek, ortaya çıkarılacak ne varsa ilgileniyorduk.
Servise katılan genç gazetecilerin çabasıyla bir sürü yolsuzluğu, hukuksuzluğu, usulsüzlüğü ortaya çıkarmıştık.
Bir süre sonra bu durum, ciddi sorunlara neden oldu. Gazete içinden yolsuzluklarla ilgili belediye haberlerine engeller konulmaya başlandı. Doğan Heper yazı işleri müdürüydü.
Özellikle birinci sayfayı o yapıyordu.
Biz bir süre sonra her belediye haberi için gazete içinde mücadele eder olduk.
İstihbarat servisi içinde de Dalan’ın doğrudan adamları vardı. O sırada İstanbul’un değişik yerlerinde belediye bazı gazeteci örgütlerine ya da kooperatiflere arsa tahsis ediyordu ve bu arsalara kooperatifler kuruluyordu.
Gazete içinde bu konuda acaip bir çarkın döndüğünü bir süre sonra anladım.
Durum, Dalan’ın gazete içindeki adamlarının beni doğrudan tehdit etmeleri noktasına kadar geldi. Benim Dalan aleyhine haber yapmamamı istiyorlardı.
Tabii bu tehditlere pabuç bırakacak değildim. Birkaç genç arkadaşımın da desteği ile yolsuzlukların üzerine gitmeye devam ettim.
Bu arada gazetenin üst yönetiminden hiçbir destek almadığım gibi engellemeler de devam ediyordu.
Bu çekişmelerin ve mücadelenin devam ettiği bir sırada bir gün Doğan Heper beni odasına çağırdı. Servisin çalışmalarından ve halledilmesi gereken sorunlardan söz edeceğiz sanıyordum. Doğrudan konuya girdi. Belediye ile ilgili, yolsuzluklarla ilgili haberlerden söz etmeye başladı. İlgiyle dinliyordum, lafı nereye getireceğini merak ediyordum.
Sonra çok açık bir şekilde bana şunları söyledi, bugün gibi hatırlıyorum.
"Dalan’ın aleyhine haber yapmanızı istemiyorum."
"Nasıl yani?" dedim. "Bizim işimiz bu."
O tekrar etti.
"Yapmayacaksınız" dedi.
Bunun üzerine ona şunu söyledim: "Siz bunu isteyebilirsiniz, ama bunu bana yaptıramazsınız. Bunu yapan ben olmam. Siz yapan biriyle çalışırsınız" dedim.
Kapıdan çıktıktan sonra da istihbarattan ayrılmak istediğimi genel yayın müdürüne söyledim.
O günlerde Milliyet’in içindeki bazı isimlere İstanbul Belediyesi’nden oldukça önemli miktarlarda ödemeler yapıldığını biliyorduk. Ayrıca belediyenin bedava tahis ettiği arsalara yapılan kooperatiflere kimlerin para ödemeden üye olduğunu da biliyorduk.
Milliyet’te daha sonra serbest dizi ve araştırma yazarı olarak devam ettim. O dönemde oldukça önemli ropörtajlar ve dizi yazılar kaleme aldım.
Milliyet’teki sıkıntılı ve sorunlu günlerimi ancak bu şekilde dengeleyebildim.
Ama sorunlar bitmemişti.
O dönemlerde Milliyet çok sık genel yayın yönetmeni değiştiriyordu. Sonunda gazetenin en eskisi olarak Doğan Heper gazetenin başına geçirildi.
1989 yılının son günlerinde yine Doğan Heper beni odasına çağırdı. "Hayırdır" dedim. O sırada herkese alacağı yıllık zam miktarı açıklanıyordu. Heper, "Sana bu yıl zam yapmıyacağız" dedi. Aslında böyle bir şeyi bekliyordum ama tabii bozuldum.
O günlerde Güneş Gazetesi’nde arkadaşlarım Gündüz Vassaf, Ömer Madra ve diğerleri özel bir hafta sonu eki çıkartmaya başlamışlardı. Beni oraya çağırıyorlardı.
Hemen istifamı Heper’e gönderdim. Milliyet macerası sona ermişti.
Yazının başında Doğan Heper için Apdi İpekçi zamanından kalma bir gazeteci dedim. Ama Abdi İpekçi ekolünden demedim.
Bunun nedeni bu anlattığım hikayenin içindedir.
Doğan Heper’in özel yaşamını, ailesiyle ilişkilerini vb. bilmiyorum. Benim için önemli olan gazeteciliği ve gazetecilik etiğine yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, Abdi İpekçi’nin çizdiği çizgiye uymaz. Genel etik ilkelerine hiç uymaz.
Heper neredeyse ölene kadar Hürriyet’te köşe yazarlığı yaptı. Aydın Doğan’ın ona bir vefa borcu olduğunu sanıyorum. Bu vefa borcunun kaynağında ise yine Bedrettin Dalan’ın Belediye başkanlığı dönemindeki bazı uygulamaların örneğin gazetelere tahsis edilen araziler üzerinde kurulan yeni camdan fanusların kuruluşunun ve bu yolla Türkiye’de gazeteciliğin kimlik değiştirdiğinin yattığını düşünüyorum.
Hepsi bu...
Doğan Heper’in ölümüne ilişkin benim hissettiklerim bunlar.
Doğan Heper denilince ben bunları hatırlıyorum.
Çünkü bunlar da benim yaşamının bir parçasını oluşturuyor.