Duvarları yorgun bir çarşının ‘yaşamı hatırlatan’ yüzleri... Pamuk, Safinaz, Kocaoğlan
‘Kanlı yasa’ Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. İradeleri dışında onaylanan bir ‘katliamın’ öznesi olan sokak hayvanları herşeyden habersiz kentte ‘insana’ ve ‘yaşama’ dair izler bırakıyor... Tıpkı Üsküdar'daki Pamuk, Safinaz, Kocaoğlan gibi...
Müzeyyen YÜCE
İSTANBUL - “Onlar bir avuç, biz milyonlarız.”
Meclis’ten henüz geçen ve toplumun büyük bir kısmı için ‘kanlı yasa’ olarak tarihe geçecek olan düzenlemeye karşı meydanlardan yükselen çığlığın sloganı oldu bu cümle…
Katliama karşı ‘insan olma’ halinin en gerçek duygusuyla birleşen milyonların aksine, ‘bir avuç azınlığın’ (275 milletvekili) kararıyla ülke nüfusundan düşürülmek isteniyor sokak hayvanları; yüreklerimizin aksine…
Meclis koridorlarında ‘gülerek’ poz verdikleri fotoğraf karesinden fazla olmadıkları yapılan toplumsal anketlerde sabit olsa da yasalaştırdıkları o düzenleme halk nezdinde asla meşruiyet kazanmayacak.
Ve sadece kentleri değil, gezegeni de paylaştığımız hayvan dostlarımız ‘yaşamın’ izlerini her sabah, her akşam köşe başlarında, çeşme önlerinde, meydanlarda ‘özgürce’ çizmeye devam edecek.
Öyle ki Küratör Ekrem Işın’ın bir röportajında İstanbul’daki ‘evsiz’ bir köpeğin gözünden hayatı anlattığı şu sözler gibi: “Sizinle 600 seneye yakın bir zaman yaşadım. Bu şehirde imparatorlukların çöküşünü gördüm, sürgünlere uğradım ama hâlâ yaşıyorum!”
Evet; yaşıyorlar, nefes alıyorlar…
Her şey olup biterken, iradeleri dışında onaylanan bir ‘katliamın’ daha öznesi olarak hem de…
‘BALIKÇILAR ÇARŞISININ BEKÇİLERİ’
Pamuk, Kocaoğlan, Safinaz…
Yedi tepeli kentin Üsküdar’daki ‘mahalle sakinleri’…
Her birinin hikayesi, travması kendi içinde farklılık gösterse de mekanları kemerli mimariye sahip tarihi balıkçılar çarşısı esnafının sevgisinde ortaklaşıyorlar.
İşe gidip gelirken en kestirme yol olduğu için tercih ettiğim zamanlarda dikkatimi çekmişti bu üçlü.
Kimi zaman martılar ile yaptıkları yiyecek kavgasını gülümseyerek izledim; kimi zaman esnafın şefkatiyle yaz sıcaklarına buzla karşı koyma çabalarını…
Ama çoğu zaman kepenkleri kapanıp da ışıkları sönen çarşının bekçiliğini yaptıkları anları…
ONLAR İÇİN 'KATLİ VACİPTİR' DENİLDİ
Şimdi ‘güvenliği tehdit ettikleri’ gerekçesiyle bir gecede ‘düşman’ ilan edildiler. Diğer bir deyişle ‘katli vaciptir’ denildi; onlar için…
Gerçekten öyle miydi?
Neredeyse yaşamının son demlerinde olan Kocaoğlan, nereden geldiği bilinmese de kendisine balıkçılar çarşısını ‘ev’ seçmişti. Hem çarşının en eskisi hem de en yaş almışı…
Her gece aynı işletmenin önünde uyuyup, günün ilk ışıklarıyla birlikte Üsküdar sahilinde bulunan çeşmenin önünde akşamı ediyor; akşam olur olmaz ise ‘yemeğe’ yetişmek için çarşının yolunu tutuyor.
Zira esnafın gün içinde çöpe atmak yerine ayırdığı birkaç parça yiyeceğe yetişmek, o günün boş geçmemesi anlamına geliyor.
İsten erken çıkabildiğim bazı zamanlarda ‘çarşının müdavi’ olan Pamuk ve Safinaz ile yaptıkları yemek ziyafetine ben de ortak olabiliyorum. Hatta çoğu zaman martıların misafirliğinde…
Safinaz ise çarşının ‘en ürkeği’…
Esnafa göre birçok travması var.
Ne zaman sevmek için elimi başına götürsem ani bir refleksle uzaklaşıyor oradan.
Yanına pek kimseyi yaklaştırmasa da sokakta yaşadığı şiddete dair gözlerindeki korkuyu hissedebiliyor insan…
‘EVSİZ PANÇO’NUN ‘SAHİPSİZ’ CANLARI’
Safinaz’ın aksine Pamuk insan canlısı…
Biri mavi diğeri kahverengi olan gözleri ve kar beyazı rengiyle hemen dikkat çekiyor.
Haber için yanlarına gittiğimde ellerinde buz Pamuk’u serinletmeye çalışan Panço ile karşılaşıyorum.
“Sıcağa hiç dayanamıyor” diyor hemen…
“Siz de mi esnafsınız” diye soruyorum.
Karşı dükkândan başka bir esnaf söze giriyor; “Panço da evsiz; onlara kendi çocukları gibi bakıyor.”
Gerçek adını çarşıda kimse bilmiyor; Panço diye hitap ediyorlar ona…
Dahası; “Zamanla ben de unuttum adımı, kim olduğumu. İşte gördüğünüz gibi bu hayvanlarla birbirimize yuva olduk” diyor.
İşte o an daha iyi anlıyorum; her yolun bir açanı bir de kapatanı olduğunu…
Zira en kestirme yolu seçerek ‘ölsünler’ diye el kaldırıp indirenlere inat, başında bir çatı olmasa da bulabildiği bir lokma ekmediğini onlarla paylaşan, bebeklermiş gibi ilgilenen
Panço’ya baktığımda yuvanın sadece dört duvardan ibaret olmadığını, yürekte çiçeklendiğini görebiliyor insan…
‘ŞİMDİ BİZ BU CANLARI NASIL VERELİM?’
Derken; sokak hayvanlarının güvenliğini tehdit eden yasaya geliyor konu.
“Onlar bu çarşı yokken bile buradaydı. Ne istiyorlar; ağızları, dilleri olmayan bu canlardan. Almasınlar” diyor Panço…
Çarşı esnafı da Panço ile aynı fikirde…
Öyle ki, “Biz bu hayvanları yıllardır balıkçılar çarşısında besliyoruz. Kimseye zararları yok” sözleri ile destek veriyor Panço’ya, çarşının en eski esnaflarından Mustafa Bey…
Sonra da hemen arkasında bulunan kutuyu göstererek, “Bakın bu kutudakiler onların akşam yemeği. Bilirler saatini; hemen gelirler. Hatta bazen misafirleri de olur. Hep birlikte yerler” diyor.
Yıllara varan sevgi dolu bir ilişki kurmuşlar can dostlarıyla…
“Şimdi biz bu canları nasıl verelim” diyor Mustafa Bey ve ekliyor:
“Oyun oynamayı çok severler. Çoğu zaman oyunlar oynarız birlikte. Şimdi onları almak istiyorlar. Gerekirse evlerimize götürüp bahçelerimizde besleriz. Ama mesele bu değil; mesele onları özgür yaşam alanlarından koparmak...”
‘AYDAN AYA ALINAN BİR KİLO BALIK, PAYLAŞILAN İSE YALNIZLIK’
Bir diğer esnaf olan İbrahim Bey ise yaşamın ne kadar kutsal olduğunu anlatırken, “Bu ağır bir yasa. Nasıl bizim yaşam hakkımız varsa onların da yaşam hakkı var. Biz elimizden geldiği kadar koruyacağız onları” demeden edemiyor.
Tam bu noktada ise insanların, ‘hayvan dostları için’ organize olması gerektiğini söylüyor.
Biz İbrahim Bey ile konuşurken müstakil evinin bahçesinde beslediği köpekleri için et almaya gelen Hasan amcaya denk geliyorum.
Hemen söze girerek, “Allah’ın verdiği canı sen nasıl alırsın” diye sitem ediyor ülkeyi yönetenlere. O köpeklere evladı gibi baktığını söylerken ise gözleri doluyor.
Biraz duraksıyor; iç geçirerek ‘hayırsız ada’ katliamını hatırlatıyor; “Nasıl teslim edelim şimdi biz evlatlarımızı” diye de ekliyor.
Emekli maaşıyla yaşamaya çalışan Mehmet amca da bir Üsküdar sakini…
Aydan aya bir kilo balık almak için geliyor çarşıya. Onda da “Yarısını kendim yiyorsam yarısını da kuşlar, kediler ve köpekler ile paylaşıyorum” diyor.
Aslında sadece akşam yemeğini değil; aynı zamanda yalnızlığını, hüznünü, ara sırada olsa mutluluğunu paylaşıyor can dostlarıyla…
Yasaya bir anlam veremediğini söyleyen Mehmet amca, “Bırakın da hayvanlar yaşasın” derken bir yandan da Pamuk ile selamlaşıyor.
‘DUVARLARI YORGUN BİR ÇARŞININ ‘YAŞAMI HATIRLATAN’ YÜZLERİ’
Sadece Panço, Mustafa, İbrahim ve Mehmet amca değil; çarşıdaki tüm esnafın yüreklerinde Üsküdar nüfusuna eklenmiş can dostları…
Duvarlarında yılların verdiği yorgunluğun izleriyle zar zor ‘ayakta kalmış’ çarşının, ‘yaşamı’ hatırlatan diğer yüzü gibi tıpkı…
Işığı hiç sönmeyen bir evden yükselen ‘soba dumanı’ veya fırından yeni çıkmış bir ekmek kokusu; ama illaki evin bir üyesi, bir demirbaşı…
İşte sokak hayvanları da aslında şehirlerin, mahallelerin, caddelerin, çarşıların vazgeçilmez ayak izlerini oluşturuyor.
Her ne kadar ‘başıboş’ oldukları düşünülse de onlar bu dünyanın bir parçası olarak kanlı canlı karşımızda duruyor; durmaya da devam edecek.
‘Katliam Yasası’ Resmi Gazete'de yayımlandı
Erdoğan'dan 'katliam yasası'na 'evet' diyen vekillere tebrik: Kısa sürede hal yoluna koyacağız
'Katliam yasası' yürürlüğe girdi: Belediyelerin sorumlulukları başlıyor