Engelliler anlatıyor (2): Engelli kadının adı hiç yok
Bir kamu kuruluşundan emekli olan Nurten Aktaş (43) engelli kadınların görmezden gelindiğini belirterek, 'Kadının adı yok engelli kadının hiç yok' diyor.
Ahmet Tirej KAYA
Geçtiğimiz günlerde Fedakar Özdemir ile başladığımız "Engelliler Anlatıyor" başlıklı haber dizimiz Nurten Aktaş’la devam ediyor.
Kendini ‘ayakları üzerinde durabilen bir aydın’ ve ‘duruşunda, tavrında duyarlı, dolaysıyla her zaman söyleyecek sözü olan ve esirgemeyen bir insan’ olarak tanımlayan Aktaş, "Engelliysen muhalif olmak zorundasın. Ömrünüzce ailenize dahi birey olduğunuzu kabul ettirme savaşını vermek durumundasınız" diyor.
"HA ENGELLİ HA ENGELLENEN KADIN MÜCADELESİ"
Kadınlar içerisinde de engelli kadınların görmezden gelindiğini söyleyen Aktaş, bunu yaşadığı bir olayla şöyle açıklıyor: "Ankara'da 2008 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kolej’den başlayan korteji akülü tekerlekli sandalye ile Tunalı Hilmi’ye kadar takip ettim. Kızılay'da bir yerde durdurulduk. Önümüzde gazlı coplu polisler. Ben öndeyim, birisi geldi beni uyardı, ‘Buradan öteye geçmek yasak, gaz sıkabiliriz. Sen burada olmasan iyi olur’ dedi. Ben de, ‘Bir gün de kadınlar olsun. En fazla ne yapabiliriz? Zaten Eninde sonunda bitecek, bu neyin sabırsızlığı. Bu tahammülsüzlük neden? Bir yere gitmiyorum. Kalp hastasıyım ve bir şey olursa sorumluluk sizin!’ Barikatı geçtik. Gittiğimiz yerde, kadın hakları, tacizler, tecavüzler, insanların yaşadığı zor durumlar ve kadın haklarında geriye gidiş, kadına şiddetin yüzde 1400 artması dâhil her şey konuşuluyordu. Bir şey hariç; ‘engelli kadın.’ Oysa bütün sorunlarımız ortak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunu ortak. Engelli kadın daha savunmasız olduğu için günlük yaşamda bu sorunları daha şiddetli yaşıyor. Orada hemen hemen bütün sivil toplum örgütlerinin temsilcileri LGBT örgütler ve heteroseksüeller dövizlerini taşıyordu, kendilerini ifade ediyordu ama engeli kadın neredeydi? Renkli gösterilerin sonunda bir halk kürsüsü kuruldu ve insanlar istediği gibi kendilerini ifade etti. Uzunca bir aradan sonra mikrofonu ben istedim ve dedim ki: ‘Ben ki ötekilerin ötekisi kadın, engelli kadın, bunca şey söylendi. Neden bize ilişkin de tek cümle edilmedi? Oysa ha engelli ha engellenen kadın mücadelesi. Aynı taraftayız. Neden görmezden geliniyoruz, neden yokuz? Kadının adı yok engelli kadının adı hiç yok!"
Aktaş, ötekilerin de kendi içinde bir dışlama mekanizması kurduğuna değinerek şunları ekliyor: "Bir ötekiler var, bir de ötekilerin bile ötelediği, ötekilerin ötekisi var. Ne yazık ki ezilenler bile fırsatını bulduğunda kendisine yapılmasını istemediği şeyleri başkasına yapıyor. Başkasını ezmeye kalkıyor ya da yok sayıyor. Sosyoloji de buna ne deniyor bilmem ama ben bencillik hastalığı diyorum."
İnsanların cinsiyet eşitliğini algılamaktan dahi uzak olduğunu ifade eden Aktaş şöyle devam ediyor: "Bir de engelli kadın kavramı araya girince kafalar iyice karışıyor. Şuna karar vermeli erkek; ‘ben kendime eş mi, arıyorum hizmetçi mi?’ Bütün mesele bu."
"AİLEN BİLE ORADA DUR DİYOR"
Engellilerin birey olabilme mücadelesinin cinsel mücadelesinden ayrı tutulamayacağını belirten Aktaş, "Ama yaşamsal önceliklerimizde dahi daha öz bakım, sokağa çıkabilme, eğitim, iş gibi öyle bir noktada bırakılmışız ki bütün bunları başarıyla aşıp zincirin son halkası olan cinselliğe gelmek imkânsız görünüyor. Dahası bu evreleri başarıyla aşıp fazlasına sahip olsan da öncelikle bu başarında yanında olan ailen bile ‘orada dur, sınırın buraya kadar ötesine layık değilsin’ engelini koyu veriyor. Kardeşine layık olan engelli için yasak, bu nu çelişki? Kaldı ki engelli kadının bu başarısı devrim niteliğindedir" diyor.
Facebook'taki ‘Engelliler ve Cinsellik’ adlı grubun, engellilerin kendilerini tanımasına fırsat vermek ve diğer insanların bilinçaltına engellilerin de cinselliği olduğu gerçeğini yerleştirebilmek için açıldığını ifade eden Aktaş, grubun insanların daha önce bu konuda araştırılmış, konuşulmuş makale ya da kitaplaştırılmış akademik verileri paylaşması ve bunlar üzerine tartışmasını amaçladığını kaydediyor.
"ENGELLİ ÇOCUKLARIN OKUMASI İSTENMİYOR"
Edebiyat anlamında yayınlanmış eserleri olduğunu ve ‘engelsiz kadın haber ağı’ gibi çeşitli yerlerde deneme-fikir, makale yazdığını aktaran Aktaş şunları söylüyor: "Diğer engelli kesiminin geneline göre eğitim almayı başardım. Zira öğretmen bir babanın çocuğu olmanın verdiği şans. Bunu belirtme ihtiyacı duymamın sebebi şu ki hala engelli çocukların okul kayıtlarında sorun çıkma oranı çok yüksek, istenmiyor!"
"TOPLUM BİZİ EVE MAHKÛM EDİYOR"
"Engellenmek, kendin olamamaktır! Bu sosyal açıdan kendimi geliştirebilme ve eğitim sürecim için de böyle" diyen Aktaş şöyle devam ediyor: "Mimari düzenleme yetersiz olduğu için biri bana genelde kreş çocuğu gibi refakat etmeli. Bu da psikolojik olarak yıpratan, özel hayatı önleyen bir gerçek, bunu zorda kalmadıkça istemiyorum. Bu belli bir yaşa gelmiş anne-babam için de zor. Dolayısıyla sosyal hayatım yok gibi. Arkadaşlarla toplanıp bir şeyler yiyip içmek, muhabbet etmek, müzik dinlemek, sinemaya ve tiyatroya gitmek gibi insanı ihtiyaçlarım var. İnsan sosyal bir varlık. Oysa toplum engelliyi gerçekten de evlerine mahrum ediyor. Hani diyorlar ya ‘tekerlekli sandalyeye mahkûm’, işte bu bilinçaltının biri itirafıdır. Engellinin bağımsız yaşam hakkı gasp edilmiş, asansörlü ve mimari açıdan uygun ev dahi bulamıyor, sistemin umurunda değil. Dolaysıyla çoğu zaman kendimi; eli kolu bağlı hissederek bu konuda da engellenmeyi duyumsuyorum!"
"KIZ BAŞINA BURADA NE İŞİN VAR"
Çalıştığı süreçten bahseden Aktaş, toplumun engellilerin eksiklerini tamamlamak ya da sorunlarını çözmek yerine engelliyi toplumun dışına itmeyi seçtiğini belirterek, "Daha çok mobing gördüm, yalnızlaştırıldım. Bezdirilerek pes etmeye zorlandım. Bütün bunların kadın olmamla da ilgisi olduğunu düşünüyorum. Tekerlekli sandalyede oturduğum için insanlar önce çalışan olduğumu anlamazdı ve görevli olduğumu söylediğimde ‘kız başına bu halde burada ne işin var’ gibi tepkiler alır ama umursamazdım ve zamanla bu gibi yaklaşımların benim gibilerin sayesinde değişerek dönüşeceği düşünürdüm" diyor.
Günlük yaşamda karşısına çıkan ayrımcılık ve mobingle ilgili onlarca örnek verebileceğini kaydeden Aktaş, "İş yerimde ofisteyiz. Bir arkadaş temiz bardaklar arasından benim bardağımı alıyor, çay içiyor. Bitirdikten sonra bardağımı almak istiyorum, tiz bir çığlık ve tiksindiğini belirtir bir hareketle ‘ay o kadar insan arasında bula bula senin bardağını mı seçmişim’ diyor. Şimdi bunun adı nedir?" diye soruyor.
Aktaş yine başından geçen bir olayı şu cümlelerle anlatıyor: "Üniversitemin ‘engelsiz üniversite birimi’ sorumlusuna, kampüs etrafında gerekli rampalar olmadığı için tekerlekli sandalyemle trafikten geldiğimi, kaldırıma çıkamadığımdan can güvenliğimin olmadığını söyledim. O ise bana, ‘Bizim de trafik sorunumuz var. Sen yine şanslısın, sana otomobil çarpınca tekerlekli sandalyene çarpmış olur. Bize direk çarpar’ dedi."
"ENGELLİ OLMAK İNSANI DAHA BİR İNSAN YAPIYOR"
"Engelli olmak mı zor, engellenmek mi? diye soran Aktaş, "Sanırım en zor olanı engellenmek. Çünkü engelli olmak insanı daha bir insan yapıyor. Yaratılanları, yaradılış özellikleri ile gözleme fırsatı bulabiliyorsun, düzeni fark ediyorsun ve o düzen içindeki yerini. O zaman işte soruyorsun, ‘bu savaşlar, bu incitmeler, bu hırs niye’ diye. Seni kimse anlamıyor. İç dünyanda yalnızlaşmalar, dış dünyanda engellemeler başlıyor. Öyle ki özgürlüğün düşlerinle sınırlı kalıyor. Sabah gözünü açtığında başlıyor bu engellemeler ta ki gece o düşlerine dalana kadar devam ediyor ve bedensel engel insanın iç dünyasını da ele geçiriyor, yalnızlaşıyorsun ve yalnız kalıyorsun. Bu duyguyu anlatmak çok zor, bana ve benim gibilere bakarken insanlar ‘bizden farkınız bir sandalye mi’ diyecekler. Suyu, bardağı üst rafa koydukları için şişeden içmek zorunda kalmanın, dört santimlik eşik yüzünden balkona dahi çıkamamanın, kendinden çok arabanın bir yerine bir şey olacak diye korkuyla yaşamanın, varsa, sevdiğine seni seviyorum diyememenin (örnekler o kadar çok ki) ne demek olduğunu anlatamıyorsun. İşte o zaman insan soruyor ‘neden ben kendimim, neden düşlerimdeki ben değilim?’ diye."
"İNSAN HAKLARINI VİCDANA BIRAKAMAZSINIZ"
Sorunlarının eşit yurttaşlık hakkı temelinde çözülebileceğinin altını çizen Aktaş, "Yani insanların yalnızca inisiyatif ve vicdanına sığınmayacaksın. Sınırlar, yasalar aracılığıyla çizilecek ve hakların olacak. Devlet ayrımcılık vb. hak ihlallerini kumu davası gibi takip edip sonuçlandıracak. Vicdan yine olsun ama önce yasa ve bu yasanın cezai sonuçları olmalı. İnsan haklarını vicdana bırakamazsınız! Bu evrensel kuraldır ve Türkiye de bunu artık öğrenmek zorunda. İnsanlara sesleniyorum, düşüncesiz olmaktan kurtulun, daha duyarlı olun. Eşit yurttaşlık hakkı gün gelecek size de gerekecek!" şeklinde konuşuyor.
"ÇİŞ YAPMA HAKKIMIZ DAHİ YOK"
İnternetin yaygınlaşmasıyla herkesin kendini ifade etme olanağına kavuştuğunu ve engellilerin de medyada görünür olma mücadelesi verdiğini söyleyen Aktaş, "Toplumsal empati ve dolayısıyla duyarlılık bu sayede artıyor. Sosyal medya, ötekilerin sesi olma misyonunu çok güzel yerine getirerek bizleri de özgürleştiriyor. Örgütlü toplum olmak, engelliler için erişilebilirlik açısından da çok daha zor. Ki engelli kadın açısından, erkeğe göre dışarıya çıktığında çok daha zor. Tuvalet sorunu en büyük sorun mesela. Çiş yapma hakkımız dahi yok. Engelli yaşadığı kentte seyahat edemiyor. Ama sosyal medyaya gibi araçlarla çığlıklarımız tek tek çıksa da totalde birleşerek daha yüksek sese ulaşabiliyor."
ADAYLARA ÇAĞRI: ENGELLERİ KALDIRIN
Engellilerin önündeki bürokratik engellerin çok fazla olduğunu belirten Aktaş, "Örneğin şoför, otobüs rampası olmasına rağmen seni almıyor. 153’ü arıyorsun, telefona çıkan görevli durak numarasını ve saatini söylediğin halde ‘Fotoğraf çektin mi, plakası neydi’ gibi saçma sapan şeyler söylüyor. Ben bunlardan sıkıldım. Öyle ki bisikletçilerin kafa kaskından alıp kamera ile gezeceğim" diyerek öfkesini dile getiriyor.
31 Mart Yerel Seçimlerindeki belediye başkan adaylarına seslenen Aktaş, "Lütfen engellilerin sosyal hayatın içerisine katılabilmesinin önündeki engelleri kaldırın. Bu hem kanuni zorunluluk hem de insani, vicdani ve uygar ülkeler sınıfında olmanın gereğidir" diyor.
Engellilerin belediyelerin ‘Kent Konseyi Engelli Birimlerine’ sürekli ulaşabilmesi gerektiğini söyleyen Aktaş, "Hangi saatte olursa olsun bu birimler çözüm odaklı olmalı. ‘Şurada engelleniyorum, kaldırım yok veya başka bir sorun var, araba park etmiş, sandalyemle evime giremiyorum’ gibi bildirimler alınınca, mümkün olduğunca kısa sürede çözüm üretebilmeli. Özellikle kent yerleşkelerinde bir uygulama yapılırken mutlaka engellilerin önerileri ve uyarıları dikkate alınmalı. Ayrıca parti, belediye ve başka kent hizmet kurumlarında, temsil olarak engelli, hatta engelli kadın kotası ve engelli milletvekili talebimizdir" diyerek taleplerini aktarıyor.