Erdal Doğan: Belirsizliğin tercihi!
‘Ne kişiler ne de toplum belirsizliği ne severler ne isterler. Belirsizlik nedeniyle tercihleri yeniye doğru yönelmez aksine eskiyi devam ettirirler.'
Erdal Doğan, Gazete Karınca’da ‘Belirsizliğin tercihi!’ başlıklı yazısında, hayatı usandıran ve can acıtan sadece iktidar ve yargının olmadığı, muhalefet partilerin toplum iradesini hiçleştirmesini ele aldı.
Muhalefetin, asırlık kangren sorunlarının yarattığı ortamı siyaseten ve hukuken çözeceğine dair ne bir tutarlı ne bir yapıcılık ne de bir dönüştürücü hamlesi var ne de aktivasyonu. Halen İktidarın belirlediği gündem ve gölgesinde yine kaybedecekleri bir seçime kilitlenmiş olduklarını ifade eden Doğan’ın yazısının tamamı şöyle:
Geleceğe dair belirsizlik ülkemizin en can yakıcı gündemi. Bu gündeme sürekli eşlik eden başlıksa derin yoksulluk ve ağır hukuksuzluk. Bu iki başlık her geçen gün diğerlerinden daha fazla dip arayışında olmasına rağmen bir türlü dibi bulamamasıyla da ilk sıradalar! Diğerlerini vurgulamaya dahi gerek duymadan tüm bu manzaraya karşın yine de karamsarlığa düşme lüksümüzün olmadığını düşünüyorum. Yok çünkü önceki kuşaklardan omuzlarımıza yüklenen sorumluluklarımız çok. Yok çünkü bu sorumluluklarımıza ek olarak gelecek kuşaklara giderek daha çok borçlu yaşıyoruz. Ne geçmişe sırtımızı dönüp bana ne diyebiliriz ne de gelecek kuşaklara böyle bir dünyayı umursamazlıkla bırakabiliriz. Geçmiş kuşakların omuzlarımıza yüklediği sorunlar nedeniyle zaman zaman kaderimize isyan etsek de yaşam sevincimiz ve umudumuzu gelecek belirliyor. Bu umudu kaybetmemekse her şeye karşın çok kıymetli. Kıymetli çünkü yılmayarak geleceğe ilişkin umutlarını ısrarla taşıyıp mücadele eden milyonlarca yurttaş var. Çoğu da aktif seçmen. Yalnız oy kullanmakla kalmayan sivil toplum örgütlerinde ve siyasi partilerde şeffaflık, yardımlaşma ve dayanışma ağı içinde demokratik toplum mücadelesi de veriyorlar.
Bu kıymete rağmen çok zaman nefeslerini kesip geleceği karartarak umutsuzluk bulutlarını boca edip, en çok can acıtan ve hayattan usandıranlar bazı zamanlar İktidar ve mevcut yargı değil! Çoğunun oy verdiği ya da içlerinde çalıştığı muhalefet partileri. O umutlu ve mücadeleci toplum iradesini bir anda hiçleştirip günü kurtararak müesses nizamın devamı için bir çivi daha çakan muhalefet partileri ve yöneticileri..
Düşünün ki halk sürreal bir yaşamdan geçerken bu "muhalefet çıtası" sürdürülüyor! Halkın ekonomik algılarında uygun fiyat nedir ve pahalılık kavramı nedirin çoktan yitirerek her şeyin pahalıya geldiği bir yaşamda yargıya da güvenin giderek sıfırlandığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün yalnızca ırkçılık, nefret, hedef gösterme ve yalan dolanda serbest olduğu günlerden geçerken muhalefet 100 yıllık kırmızı çizgilerinin ötesine geçmemeye yemin etmiş gidiyor. Asırlık kangren sorunlarının yarattığı ortamı siyaseten ve hukuken çözeceğine dair ne bir tutarlı ne bir yapıcılık ne de bir dönüştürücü hamlesi var ne de aktivasyonu. Halen İktidarın belirlediği gündem ve gölgesinde yine kaybedecekleri bir seçime kilitlenmiş olmaları.
Oysaki ülkedeki her vahim tablonun evrensel insan hakları ölçeğinde ele alıp ve çözüm ürettiğinde hatta bu çözümü henüz İktidar olmadan muhalefette dahi çözebileceklerini rüşt etseler halk da umudu da mücadeleyi de kuvvetlendirecekler. Onun yerine sorunları ya genelde görmezden gelerek ya da birkaç tepkisel çıkışla geçiştirivermekle iktidar için halen elverişli partnerler. Bu haliyle muhalefet ülkenin geleceğinin demokratik hukuki teamüllerle inşası için halen etkin ve yeterli çözüm üretme ve donanım kapasitesini göstermede ne bir sinerji oluşturmakta ne de küçük bir etki dalgası yaratmaktadır. Tüm bu acı gerçeklik çoğu muhalefet seçmenin yine çoğu parti yöneticisi ve temsilcisinden mücadele ve çözüm üretmede daha donanımlı olması karşısında gerçekleşiyor.
Bu acı gerçekler ülke yakıcı sorunu iken bunun bir iktidar sorunu haline getiremeyen muhalefet her zaman şikayetçi olduğu mevcut iktidarın payandası olmaktan kurtulamayacaktır. İşte bu güç ve ivmeyle bir İktidar vekili kalkıp elektrik, doğalgaz ve diğer zamların müsebbini muhalefet ve ana muhalefet partisine rahatlıkla yükler ve bu absürt söylem bile karşılık bulur.
Mesela şu acı gerçekler ülke ve dünyanın yakıcı sorunu iken bunun bir iktidar sorunu haline getiremeyen muhalefet geçen haftaki yazıda belirttiğim çözüm üretmek yerine Suriyelilere ve Araplara karşı geliştirilen, yükseltilen nefret, ırkçılık, lince koro halinde katılmaya devam etmekte. Bu nefret ve ırkçılığın sonunda sıralı cinayet ve katliamlara dönüştüğü, faillerinin cezasızlıkla ödüllendirilmesi de umurunda değil.
2021 Kasım ayında İzmir Güzelbahçe’de; Memun En Nebhan (23), Ahmet El Ali (21), Muhammed El Hüseyin El Abdo El Biş (17) adlı üç Suriyeli gencin bir arada yakılarak katledilmesinden bir ay sonra İstanbul Bayrampaşa’da 8 Suriyeli sığınmacının yaşadığı apartman dairesini basan kişiler 19 yaşındaki Nail Alnaif’i da uykusunda göğsünden bıçaklayarak öldürmüşlerdi, ardından Arapların yoğun yaşadığı Mersin’de gamalı haçlarla şehri Araplara o mezar yapılacağına dair duvar yazmaları yapılmıştı. Tüm bu olup bitenden henüz bir hafta geçmeden İstanbul Güngören’de bir tekstil atölyesinde kayıtsız çalıştırılan Suriye ve İranlı işçiler yangın çıktığında kilitlendikleri iş yeri tuvaletinde yangının çıkardığı gazdan dolayı ölmüş ve bu durum aynı yerde çalışan Suriyeli Bessam Muhammed Abdullah saatler sonra polise verdiği ifade ile ortaya çıkmıştı. İş yeri tuvaletinde yaşamını yitiren Jasim Waka, Uday Vehid, Majid Elseydi (Suriyeli) ve Ahmed’den (İranlı) bir gün sonra da yine bir Suriye’li işçinin daha cansız bedenine ulaşılmıştı.
Bu bir katliam, hesabını soramayan da iktidarından muhalefetine nefret ve ayrımcılık dilini kullananlar.
Mesela birkaç yıl öncesinden bir kaç örnek vermek gerekirse bu vakaların 4 -5 yıl öncesinden fitilinin başladığı görülecektir.
İstanbul’da 2017 yılında öldürülen Suriyeli eşcinsel sığınmacı Wisam Sankari’nin failinin yargılandığı İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi sanık B.A. hakkında hem haksız tahrik hem de iyi hal indirimi uygulayarak 15 yıl hapis cezası vermişti. Yine aynı yıl yani 2017 yılında Sakarya’nın Kaynarca ilçesinde Suriyeli bir kadın ile 10 aylık oğlu vahşice katledilmişti.
18 yaşındaki tekstil işçisi Suriyeli sığınmacı Ali el Hemdan ise 27 Nisan 2020'de Adana'da polis tarafından öldürülmüştü ve Hemdan'ı vuran polis memuru, başlatılan soruşturma kapsamında olaydan bir gün sonra Adana Sulh Ceza Hakim’liğindeki ifadesinde, "yorgun olduğu için sendeleyip yere düştüğünü", "düşerken silahının ateş aldığını", "öldürmek gibi bir niyetinin olmadığını" söylemişti.
Bursa Gürsu pazarında 15 Temmuz 2020 tarihinde 17 yaşındaki Suriyeli sığınmacı Hamza Acan’ı döverek öldüren 4 kardeşin, Bursa 16’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davasında kardeşlerden en büyüğü olan sanık Mustafa Saltan’a "Taksirle ölüme neden olmak" suçundan 3 yıl 4 ceza verilirken ve tutuklanmazken diğer kardeşler İ.S, M.S, ve R.S delil yetersizliği nedeniyle beraat etmişlerdi.Bunlar Google taramasından bile rahatlıkla ulaşılabilecek birkaç vahim sonuç.
Ne kişiler ne de toplum belirsizliği ne severler ne isterler. Belirsizlik nedeniyle tercihleri yeniye doğru yönelmez aksine eskiyi devam ettirirler. Çünkü belirsizlik hem bugüne tutunamaz hem de gelecekte yer edinemez.
Yalnızca bu meselelerde değil vahimlikte sınır tanımayan diğer meselelerde de muhalefetin söylemi ve önermeleri evrensel insan hakları nosyonuyla iktidardan ayrılmadıkça ve kalıcı çözüm önerileri üretmedikçe niye vardır ki?