'Fethullah'ın bile bir örgütü var benim neden olmasın!'
Eşref AYDOĞMUŞ - [email protected]
ARTI GERÇEK - "Toplum topyekün geriye çekildiği için sanki bugün çok cesaretliymiş gibi görünüyorum. Toplumun toplam cesaretsizliği bize cesaret olarak yazıldı. Halbuki biz geçmişte çok daha cesurduk, çok daha büyük bedeller ödedik. Ama bugün ödediğimiz küçük bedellerin görüntüleri çok daha büyük görünüyor" diyen Saçılık, "‘Bizim arkadaşlarımız atıldı, biz sizin gibi ses çıkaramadık, helal olsun’ diyen polisler var" İfadelerini kullandı. İşte Saçılık'ın sorularımıza verdiği yanıtlar:
- Daha önceki bir söyleşinizde "Her ne kadar üç-beş kişiyle eylem yapsak da herkesin gözünün bizde, gönlünün bizimle olduğunu biliyoruz" diyorsunuz. Neden ‘gözü gönlü sizinle’ olan bu insanlar Yüksel’e gelip yanınızda olmuyor? Yüz binden fazla ihraç edilen insan var…
Aslında kitleselleşme sağlandı. Birçok ilde Nuriye-Semih eylemleri yapıldı. Ama bir noktadan sonra polis terörü, herkese açılan terör örgütü üyeliği davaları, gazlar, müdahalelerle, bir de eylemin de nitelik olarak şahsi yapılan bir eylem olmasından dolayı kendi normaline döndü eylem. Ayrıca tabi açlık grevinin uzun sürmesi, B1’le sürdürülmesi, devletin, kitle hareketlerini IŞİD saldırıları, bombalamalar ve benzeri şeylerle yıldırmış olmasından kaynaklı kitle hareketi geriledi. Ama neticede eylem her ne kadar birkaç kişiyle yapılıyor olsa da, bence o bin kişiyle yapılan etkisi kadar hala etkisini sürdürüyor.
- Eylemleriniz sırasında birçok kez gözaltına alındınız, şiddete maruz kaldınız. Sağlığınız ne durumda? Kalıcı problemler oluşuyor mu?
Kalıcı şeyler oluyor; mesela alnımda izler oluştu darptan dolayı. Omzumda kırık var. Diğer omzumda, yani sağlam elimin omzunda yırtık var. Belli açılarda hareket ettiremiyorum kolumu. Vücudumun çok yerinde izler var. Bel ağrısı var, sırt ağrısı var ve ayrıca yoğun darptan dolayı kafa derimde yaralar, vücudumda yaralar var. Görme bozukluğum oluştu. Aldığım darbelerden dolayı dizlerimde de epey problem gelecekte çok sorun olacağa benziyor.
Hakkımda birçok örgüt üyeliği davaları da devam ediyor bir yandan. 20’ye yakın 2911 (Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu) davası, her gün para cezaları... Bunlar toplamında aile yaşamımı, yaşamımın tamamını tehdit eden, her gün adliyeye gitmek zorunda kaldığım, hemen her gün karakola gittiğim ezaya dönüşmüş durumda.
- 4 örgüte birden yardım, üyelik ve propaganda ile suçlanıyorsunuz…
Demek ki etkili işler yapıyoruz. Bugünlerde bu moda. Ahmet Şık’a aynısını yaptılar. Bize aynısını yaptılar. Birçok gazeteci, aydın, söz söyleyen insanlara da bunu yaptılar. Bugünlerde işte bir çorba örgüt diyerek, işte Fethullahçı Terör Örgütü koyuyorlar, MLKP koyuyorlar, DHKP-C koyuyorlar, PKK koyuyorlar, her birinden bir parça alıp kitlelerin önünde şeytanlaştırma hareketi.
- ‘VETÖ’ diye bir tavsiyede bulunmuştunuz size örgüt arayanlara…
Niye başkasının örgütüne üye olalım, kendi örgütümüz olsun diye ben de ‘VETÖ’ örgütünü önerdim. Fethullah’ın bile bir örgütü var da benim niye olmasın yani.
‘BANKANIN KURDELASINI KESENLER, BANKAYA PARA YATIRANLARI İŞİNDEN ATAMAZ’
Hükümetin yapmak istediği şey şu; biri bilmem ne örgütü, öteki başka bir örgüt diye şeytanlaştırıp kanunsuzluğu normalleştirmeye çalışıyor. Bizler de diyoruz ki; mesela Fethullahçılar. Sevmem hiç. Tüyüm kadar sevmem o kadar söyleyeyim. Ama hukuksuzluk Fethullahçı’ya uygulanıyorsa bu benim sorunumdur. Hukuksuzluk milliyetçiye uygulanıyorsa bu benim sorunumdur. Anayasa ve genel kurallarda ‘Hiç kimse savunması alınmadan, yargılanmadan ihraç edilemez’ diyorsa eğer, buna uyulmak zorunda. Bu yüzden hep şunu söylüyorum, bankanın kurdelasını kesenler bankaya para yatıranları işinden atamazlar. Ayrıca bizim çocuklarımızı cemaatlere teslim edenler, devleti Fethullahçılara teslim edenler bizi 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle işimizden ekmeğimizden edemezler. Bizim direnmemiz bunadır. Ben sadece kendim için özgürlük istemiyorum, ben toplumdaki herkes için özgürlük istiyorum. Benim talebim herkesin özgürlüğü üzerinedir. O yüzden bir sınırlamam yok. Şu anda 668 bebek var cezaevlerinde. Binlerce akademisyen var. Eğer onları da beni yargıladıkları gibi yargılıyorlarsa, herkes suçsuz yere yatıyor demektir…
- Sizin uzun yıllara dayanan bir mücadeleniz var. "Hayata Dönüş" denilen operasyon, devletin size verdiği tazminatı geri istemesi, cezaevi duvarlarının parasını istemesi, AİHM’de Türkiye’yi mahkum ettirmeniz, son olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan ihraç edilmeniz ve Yüksel Direnişi. Nasıl yılmadan sürekli mücadele edebiliyorsunuz?
Ne zaman normale döneyim, hayatım normal olsun desem devletin bir davasıyla, gözaltı saldırısıyla karşı karşıya kaldım. O yüzden meziyetin belki çok küçük bir kısmı bende olabilir ama esas meziyet devletin kendisindedir. Mesela bir kolumun olmaması, diyorum ki bu benim bir özelliğim değildir, devletin bir özelliğidir. Çünkü ben kolumu kendim koparmadım, devlet kopardı. Burdur Cezaevi olayı sonrasında kolumun bir köpeğin ağzında bulunması, üstüne duvar parası istemeleri, üstüne verdikleri tazminatı geri almaya çalışmaları, isyan davası açmaları ve buna benzer bir sürü şeylerle karşılaşmış olmam… Ben sadece inatla durduğum yerde durmaya çalıştım. Onların saldırılarına karşı durdum.
Aslında Türkiye’de devrimcilerin yapmadığı bir şey var. Eğer açıktan mücadele ediyorsanız, onların hukukunu onların kafasına geçirmek gerekiyordu. Ben bunu yapabildiğimi, başarabildiğimi düşünüyorum. Hukuk diye adlandırdıkları hukuksuzluğu ben onların başlarına geçirdim. Burdur Cezaevi olayı, birçok katliamın olduğu diğer cezaevi olaylarından farklıdır. Çünkü gündemde olmasıyla farklıdır. Ben bunu gündemde tutabildiğimi, bu katliamı yapanların ümüğünü, boğazını bırakmadığımı düşünüyorum. İnatla sürdürdüm. Bunu zaman zaman eylemle, zaman zaman söylemle, zaman zaman dava aşamalarında gündeme getirerek sürekli uğraştım. Öncelikle İçişleri Bakanlığı’nda memur oldum, sosyolojiyi dışarıdan bitirdim, sınava girerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda çalışmaya başladım. Yani burada şöyle bir vazgeçmeme hikayesi var; karşı taraf benim kolumu kopardı, köpeğin ağzına attı, ardından da ‘Fethullahçılık’ falan diyerek de işimden attı. Bunun karşısında geri adım atmak olmazdı. Bunun karşısında bir şey yapmak gerekirdi. Ben de naçizane bir şeyler yaptığımı düşünüyorum ama çok şey yaptığımı düşünmüyorum.
‘TOPLUMUN TOPLAM CESARETSİZLİĞİ BİZE CESARET OLARAK YAZILDI’
Uzatacağım bu sorunun cevabını, şunu eklemek istiyorum; Ben 2000 yılında önemli bir şey yaptım arkadaşlarımla birlikte. F Tipi saldırısına karşı direndim, bu önemli bir direnişti ve kolum koparıldıktan sonra hiç geri adım attığımı düşünmüyorum. Peşini bırakmadım sürdürdüm. Tutukluyken, aylarca baskı altında çok büyük zulümler yaşadım. O gün bir şeyler yaptığımı düşünüyorum ama bugünle kıyasladığımda bugün ben çok bir şey yapmıyorum. Bugün yaptığım şey Yüksel Caddesi’ne çıkmak, gözaltına alınmak ve bunun bedelini ödemek. Eskiye kıyasla çok daha düşük, çok daha az bedeli olan bir şey. Nuriye-Semih’i, dışında tutarak söylüyorum. Ama ne yazık ki toplum topyekun geriye çekildiği için sanki bugün çok cesaretliymiş gibi görünüyorum. Toplumun toplam cesaretsizliği bize cesaret olarak yazıldı. Halbuki biz geçmişte çok daha cesurduk, çok daha büyük bedeller ödedik. Ama bugün ödediğimi küçük bedellerin görüntüleri çok daha büyük görünüyor. Bu da herkesin sustuğu yerde konuşuyor olmamızdan kaynaklı.
- Toplum neden bu kadar ‘cesaretsiz’ sizce?
AKP bunu bir proje olarak yaptı. Öncelikle IŞİD’cileri üzerimize saldı. Ardından bizim kendi içerimizde çürüyeceğimiz formüller geliştirdi. Devrimci örgütlere çok büyük operasyonlar yaptı. Kitle örgütlerimizi dejenere etti. Kimisini satın aldı, kimisini deforme olmaya itekledi. 15 Temmuz falan derken, bir korku ikliminin içine itmiş oldu. Yani miting yapsak aramızda bomba patlayabilir, HDP’ye gitsek ya da bir devrimci çevreye, bir sosyalist partiye gitsek polis tutuklayabilir, işimiz için itiraz etsek hakkımızda ‘örgüt üyeliği’ davası açılabilir, kim vurduya gidebiliriz… Toplumda çok ciddi bir korku iklimi yarattı. Hatta zaman zaman bize öyle şiddet uyguluyor ki, bunun da fotoğraflanmasını özellikle istedikleri anlar oldu. Bizim o dayak yediğimiz, gaza maruz kaldığımız o görüntüleri toplumun gözünü korkutsun diye kullanmaya kalktı ama bizim uzun süren inadımızın o korkunun bir ölçüde kırılmasına sebep olduğunu düşünüyorum ben. Toplumun suskunluğu, konuşmayacağının garantisi anlamına gelmez. Toplum biriktirir. Yaşar Kemal’in dediği gibi; insanın bir yeri var değilmemesi gereken. Oraya değmemek lazım. Hükümet oraya değmiş gibi görünüyor. Toplumun konuşmaya başlayacağı zamanı çok uzak görmüyorum.
- Bu eylemler sonuç verecek mi? Umutlu musunuz? Nuriye ve Semih işlerine dönebilecek mi?
Bizim eylemimiz sonuçlanmamıştır ama zafer kazanmıştır. Neden böyle söylüyorum; AKP, OHAL’le birlikte kimse sokağa çıkamaz, laf söyleyemez, itiraz edemez diye bir hava estirmişti. Geçen yıl 9 Kasım günü Nuriye Gülmen, İnsan Hakları Anıtı’nın önüne bir kadın, bir akademisyen, bir kamu emekçisi olarak çıkmıştır. ‘İşimi geri istiyorum’ dediği için gözaltına alınmıştır. Ben bunu şöyle tanımlıyorum; beyazların koltuğuna oturan Rosa Parks’ın koltuktan kalkmadığı gün. Rosa Parks o gün siyahilerin hakkı için ne kazanmıştı kağıt üstünde? Hiçbir şey. Ama bugünkü değerini gördüğümüzde çok şey. O yüzden Nuriye Gülmen’in eylemini de ben kazanılmış bir eylem olarak görüyorum. Şimdi bizim kazanmamız gereken tek bir şey var, Nuriye ve Semih’in hayatı.
‘NURİYE’NİN DURUMU SEMİH’E GÖRE ÇOK DAHA KÖTÜ’
Nuriye ve Semih’ten son haberler nasıl? En son Nuriye Gülmen’i, görüntüsünün kamuoyunda infial yaratabileceğini düşündüklerinden dolayı tahliye etmediklerini söylemiştiniz…
Ben Semih’le bugün görüştüm. Doktor kontrol ediyordu. Semih tanıştığımızda 87 kiloydu, şuan 50 kilonun altına düşmüş durumda. Bilinci açık. Bacağında yaraları var. İyileşmiyor artık yaraları da. ‘İç organlarımın eridiğini hissediyorum’ diyor. B1 kullanımından dolayı, bu B1 zihni çok açık tutuyor. Ama vücudun erimesiyle orantılı biçimde insan kendi ölümünü izliyor B1’de. Semih’in durumu böyle. Yaklaşık 40 kilo vermiş durumda. Bir öğretmenimizi bu durumda görmek çok acı.
Nuriye ise benimle aynı boyda, 1.80’e yakın bir boyu var. Ve şu anda 37 kilo. 1.80 boyundaki insanın 37 kilo olması aslında her şeyi anlatır diye düşünüyorum. Hastane yetkililerinden aldığımız bilgiye göre de yatak yaraları çoğaldı, yaraları iyileşmiyor. Babası görüştü, ağlamaklı olarak çıktı, ‘kızımı böyle görmek istemiyorum’ dedi. Nuriye çok daha kötü durumda Semih’e göre. Şunu söyleyebilirim, bugünden sonra eski sağlıklarına hiçbir zaman kavuşamayacaklar gibi görünüyor ne yazık ki.
- Açlık grevini bırakmaları noktasında da çağrı yapanlar oldu Nuriye ve Semih’e. Ya da nöbeti biz devralalım diyenler…
Ben de arkadaşlarıma 50. günde ‘bırakın 50 gün de ben sürdüreyim’ demiştim ama arkadaşlarımız bunu süresiz açlık grevi şeklinde tasarlamışlar, düşünmüşler. Bir talepleri var; işe geri dönmek. Dünyanın en meşru talebi var ortada. Hükümet bu konuda geri adım atmak zorunda. Anayasa’ya, İnsan Hakları’na ve hukuka aykırı bir şekilde iki öğretmen mesleklerinden ihraç edilmiş. Onlar da devlete diyorlar ki "Anayasa’na, genel kanunlarına, insan haklarına uy, bizleri işimize iade et." Burada aslında tartışılacak olan Nuriye ve Semih’in açlık grevi yapıyor olup olmaması değil, bir devletin bu kadar zalimane ve kuralsız biçimde insanları işinden ekmeğinden etmiş olmasıdır.
Bilsem ki çağrı yaptığımda bugün Nuriye ve Semih açlık grevini bırakacak, çağrı yaparım. Ama biliyorum ki bırakmayacaklar. O yüzden benim çağrım sadece ve sadece vicdansız hükümetedir. Ama Nuriye-Semih hükümete güveniyorlar mı diye sorarsanız Nuriye’nin bu soruya bir cevabı vardı: "Biz hükümetten hiçbir şey beklemiyoruz. Sadece defolup gitmesini bekliyoruz."Aslında burada beklentilerinin en önemlisi halktan ve toplumdan diye düşünüyorum.
" ‘BİZİM ARKADAŞLARIMIZ ATILDI, BİZ SİZİN GİBİ SES ÇIKARAMADIK, HELAL OLSUN’ DİYEN POLİSLER VAR"
- Yüksel’de polislerle ne gibi diyaloglar yaşanıyor? Hemen her gün karşı karşıya geliyorsunuz. Epey bir mesainiz oluyor…
"Bizim arkadaşlarımız atıldı, biz sizin gibi ses çıkaramadık, helal olsun" diyen polisler var. Bazen şiddet uygularken ‘Veli hocama vurmayın, Veli hocama vurmayın’ dedikleri oluyor. 360 güne yayılan bir eylem karşısında bir hayranlık var. Bunu nasıl yaptığımıza bir türlü inanamıyorlar, anlam veremiyorlar. İlk başlarda küçümsemeye çalıştılar ‘şov yapıyorsunuz, provokatörlük yapıyorsunuz’ diye. Şimdi o konuda da seslerini kesmiş durumdalar. Nasıl oluyor da bu kadar direnebiliyorlar görüntüsü bir saygınlık uyandırıyor onlarda. Orada bulunan polisler arasında bizim eylemimize içten içe sempati duyanlar var. Orada ‘Bunlar eylem yapıyor, sıra bize gelmeyecek’ diyen çok sayıda polis olduğunu biliyorum.
‘KÜRT HAREKETİ SENDİKAL ALANDA SINIFTA KALMIŞTIR’
- Bu eylemlere muhalefet partilerinin desteğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeterli buluyor musunuz?
HDP’yi ayrı tutuyorum, HDP çünkü artık ortadan kaldırılmak üzere operasyonlar düzenlenen, hatta bir kentteki bütün yetkililerinin gözaltına alındığı, saldırıya uğradığı, Genel Başkanlarının tutuklandığı bir parti durumunda. Dolayısıyla HDP’den özel bir destek bekleyemiyorum ama HDP’li vekiller daima yanımıza geldi, görüşmeler yaptık, gündeme getirmek için ellerinden geleni yaptılar. CHP’li vekiller de aynı şekilde.
Ama şunu söyleyebilirim; Kürt muhalefetinin sendikalar içerisindeki, KESK içerisindeki yansımasından çok şikayetçiyim. Kürt hareketi bu konuda sınıfta kalmıştır. Kendi ihraçlarını, KESK’teki ihraçlarını harekete geçirmeme, geçirmemekte diretme gibi bir tavır içerisine girmiştir. Sendika yöneticilerimiz, harekete geçilmemesi için özel çaba harcadılar. Özel olarak bizi uyuttular. Bunun iyi niyetli olmadığını düşünüyorum. Bence Sosyalist Hareket, Kürtler oturup bu konuyu tekrar görüşmeli.
- Neye bağlıyorsunuz bunu? Korku mu?
E tabi. Alanda kaldıkları zaman tutuklanma korkusu, sürekli şiddete maruz kalma korkusu, sendikayı kapatacaklar diye evhamlanma… Halbuki sendikanın açık ya da kapalı olması bizim için bir şeyi değiştirmez. Geçmişte sendika kurmak yasaktı ama KESK’ler yine vardı.
- Eklemek istedikleriniz var mı?
Şunu eklemek istiyorum: Şuan Nuriye ve Semih’in açlık grevinin 245. günü. Bugün ben sabah kahvaltı yapmamıştım, çay içmiştim, midem bulandı kustum. 1 günlük açlıkta bunu ben yaşıyorsam, insanlar 245 günün ne anlama geldiğini kendisine sormalıdır. Ayrıca Ankara Valisi, Nuriye ile Semih’i terör örgütü üyesi ilan edip bütün eylemleri yasakladı Ankara’da. Şunu söylüyoruz Vali’ye; yayınladığın genelge yasadışıdır. Yaptığınız her şey yasadışıdır. Siz yasadışılığı bir alışkanlık haline getirdiniz. Biz devrimciler o yasalarınızı beğenmiyoruz. Yasalarınızı değiştireceğiz elbette. Ama siz o yasalara bile uymaktan imtina ediyorsanız, o yasaların size neyi anlattığını anlatacağız.
Bir de son bir şey; İnsan Hakları Anıtı şu anda esaret altındadır. Etrafı bariyerlerle çevrilidir ve yanında polis karakolu vardır. Avrupa’da olur, Türkiye’de olur bütün herkesi İnsan Hakları Anıtı’nın serbest bırakılması için bir kampanya yapmaya çağırıyorum. Defalarca altını çizdim. Hadi sokağa çıkmaya korkuyorsunuz, hadi söz söylemeye korkuyorsunuz ama İnsan Hakları Anıtı’nın etrafındaki bariyerlerin kaldırılması için bir kampanya örgütlemek çok mu zor? Bunu söylemekten dilimde tüy bitti, hiç kimse aldırmıyor, hiç kimse konuşmuyor. Hadi Türkiye’de polisten korkuyorsunuz, Avrupa’da neden korkuyorsunuz diye sormak istiyorum…