Filistinli aktivist Kifah Afifi: Ömrüm yettiğince tutsakların sesi olacağım
Esra ÇİFTÇİ
Artı Gerçek - Özgür Kadın Hareketi’nin (TJA) geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır’da düzenlediği “Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasi Mahpusların Etrafındaki Duvarları Yıkmak” konulu konferansın dikkat çeken katılımcılardan biri de Filistinli Kifah Afifi. Afifi ile 7 yıl kaldığı cezaevini ve sonrasında neler yaptığını konuştuk.
Afifi söze başlarken İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı şiddeti kınayarak, insanın vatanına, toprağına bağlı olmasının sahip çıkmasının karşılığının katliam olmaması gerektiğini vurguladı ve şunları söyledi:
'11 YAŞINDAYKEN SABRA ŞATİLLA KATLİAMI OLDU'
“Ben 11 yaşındayken Sabra Şatilla katliamı oldu, çok büyük bir kayıp verdik orada. Her birimizi bir yere topladılar, kadınlar, erkekler, gençler, çocuklar, yaşlılar. Kepçeyle kocaman bir çukur kazdılar ve diri diri insanları gömdüler, hepsi gözlerimin önünde oldu. Biz 11 kardeştik, beş erkek, altı kız. Babamı ve üç erkek kardeşimi Sabra Şatilla Katliamı'nda kaybettim, onlarla ilgili hiçbir bilgi alamadım. Ne ölülerine ne dirilerine ulaşabildik.
Benden iki yaş küçük olan kardeşim Halit, Filistin Kurtuluş Örgütü’nde (FKÖ) yer alıyordu, 6 ay arayla önce kardeşim Yusuf sonra da Halit öldürüldü. Halit’le beraber kalıyorduk, ben 14 yaşındaydım, Halit 12 yaşındaydı. Halit’in ölüsünü gördüm, kuzenim de beraber şehit düşmüştü, düşünün kardeşlerimin babamın hiçbirinin mezarı dahi yoktu. O an karar verdim, bu şekilde ölmek istemiyordum ben de örgüte katılmaya karar verdim.”
'ŞATİLLA KATLİAMINDA AİLEMİN YARISINI KAYBETTİM'
1970 yılında Lübnan’da bulunan Şatilla kampında dünyaya gelen Afifi, ailesinin 1948’de Filistin’deki savaştan kaçarak bu kampa sığındığını söyledi. 11 yaşındayken Sabra Şatilla Katliamı'nın yaşandığını belirten Afifi, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Gerçekten zor bir çocukluk geçirdim. Kamp koşulları zaten çok kötüydü, en ufak haklarımızdan bile yararlanamıyorduk. Ben 11 yaşındayken Sabra Şatilla Katliamı oldu, çok büyük bir kayıp verdik orada. Her birimizi bir yere topladılar, kadınlar, erkekler, gençler, çocuklar, yaşlılar. Kepçeyle kocaman bir çukur kazdılar ve bu insanları diri diri gömdüler, hepsi gözlerimin önünde oldu. Biz 11 kardeştik, beş erkek, altı kız. Babamı ve üç erkek kardeşimi o katliamda kaybettim, onlarla ilgili hiçbir bilgi alamadım. Ne ölülerine ne dirilerine ulaşabildik.”
'MAVİ KİMLİĞİMİZ YÜZÜNDEN KATLEDİLDİK'
Aile kaybının bununla kalmayıp devam ettiğini söyleyen Afifi, 1985-1988 yılları arasında Filistinlilerin kendi aralarında da kamp savaşı olduğunu ve üç kardeşini de o savaşta kaybettiğini şöyle anlattı:
“Şimdi bir abim ve bir kız kardeşim yaşıyor. Emel (Amal) Hareketi Lübnan’da siyasi bir örgüt, Suriye destekli bir örgüt. Suriye o hareketten kamplara saldırmasını ve tasfiye etmesini söyledi. Lübnan devleti bize mavi bir kimlik vermişti, üzerinde “mülteci” yazıyordu o yüzden katledildik, sırf mavi kimlik taşıdığımız için.”
'FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ'NE KATILDIM'
Filistin Kurtuluş Örgütü’ne katılan Afifi, bu süreci şöyle özetledi:
“Benden iki yaş küçük olan kardeşim Halit örgütte yer alıyordu, 6 ay arayla önce diğer kardeşim Yusuf sonra da Halit öldürüldü. Halit’le beraber kalıyorduk, ben 14 yaşındaydım, Halit ise henüz 12 yaşındaydı. Halit’in ölüsünü gördüm, kuzenim de şehit düşmüştü, düşünün kardeşlerimin babamın hiçbirinin mezarı dahi yoktu. Karar verdim, ben bu şekilde ölmek istemiyorum dedim ve örgüte katılma kararı aldım. 16 yaşında da tutuklandım.”
'ÖLÜM HAPİSHANESİ’NDE 7 YIL GEÇİRDİM'
Tutuklandıktan sonra 7 yıl hapishanede kalan Afifi, kaldığı hapishaneye Kızıl Haç’ın dahi girmesinin yasak olduğunu belirtti. Afifi, şu ifadeleri kullandı:
“2 yıl tek başına hücrede kaldım, ondan sonra da 4-5 kişi birlikte kaldık. Ben esir düştüğümde ilk ve tek Filistinli kadın bendim, çok işkence gördüm. Aklınıza gelemeyecek en ağır işkenceleri gördüm. Rahmimin içine elektrik veriyorlardı, her türlü taciz de bulunuyorlardı. Bu işkenceler öyle birkaç gün değil 7 yıl boyunca sürdü. Ben ajan olmayı kabul etmediğim için bana sürekli işkence yapıyorlardı. Ben de işkenceler karşısında itaatsizlik yapıyordum, çocuklar gibi hoş zaten çocuktum. Şarkı söylüyordum, cezalandırılıyordum. Tekli hücrede kalırken bir kadın tutsak yanıma getirdiler. Onu işkenceye götürürlerken baktım elbiseleri çok ince, bende kalın olan elbisemi ona verdim, dayak yediğinde canı çok acımasın diye. İşkence sonrası getirdiklerinde elbisemi geri verdi. Onda egzama türü bulaşıcı bir hastalık varmış, bana da geçti. İki yıl boyunca tırnaklarım döküldü, durum böyle olunca gardiyanlar bana karışmıyordu, kapıyı yarım açarak yemeği üzerime atıp gidiyorlardı. Bir gün bana “bu tuvaleti temizle, İsrailler bu tuvaleti kullanıyor” dediler. Tuvalette bir demir parçası gördüm, “İsrail’e ölüm” yazdım. “Eğer ölümüm davama bir kazanç olacaksa ölüme hoş geldin” yazdım. Ondan sonra çubuk demiri aldım hücreme girdim. 4 saniye sonra kapıyı direk açtılar saçlarımdan tutup beni yerlerde sürüklediler, ben ise gülüyordum. Isındıkları bir soba vardı, beni o sobada yaktılar, yılbaşı öncesiydi o soğukta bir hafta da dışarıda bıraktılar.”
'MANDELA’YLA TANIŞTIM'
1995 yılında hapisten çıktıktan sonra bir konferans için Güney Afrika’ya giden Afifi, orada Mandela ile tanıştığını şöyle anlattı:
“Konferansa birçok ülkeden gelen binlerce kadın vardı. Ben de ikinci konuşmacıydım. Mandela en önde oturuyordu. Konuşma sürelerimiz vardı, ben yaşadıklarımı anlatıyordum, süremi geçince Mandela’nın yanında oturan kişi elini kaldırarak süremin dolduğunu söyledi. Mandela onun elini indirdi ve konuşmamı istedi. Konuşmamı bitirince Mandela eşiyle birlikte yanıma geldiler, başımı öptüler. İkinci gün Mandela beni çağırdı, beni kaldığı hapishanesine götüreceğini söyledi. Kaldığı hapishaneye gittik, ona senin kaldığın hapishane benim kaldığım hapishanenin yanında 5 yıldızlı otel dedim, gülüştük. Bizim hapishanede tuvalet yoktu, bir tenekeye ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk, bazen o tenekeyi atmamıza izin vermiyorlardı, o kokuyla küçücük hücrede yaşıyorduk.”
'ARKADAŞLARIM HÜCRELERDEYKEN BEN NASIL OKULA GİDERİM'
Hapishane sonrası mahpuslar için çalışmalar yaptığını söyleyen Afifi, birçok ülkeyi gezdiğini ve gittiği her yerde hapishaneler ve mahpuslar için mücadele ettiğini belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Kaldığım hapishaneyi hiç kimse bilmiyordu, Kızıl Haç dahi bilmiyordu. Hapisten çıktıktan sonra çok uğraştım, Kızıl Haç hapishaneye girdi, tuvalet yapıldı, yatak götürdüler. Ben kaldığım zaman bunların hiçbiri yoktu. Sonra aileler gelip ziyaret etmeye başladılar. Hapisten çıktıktan sonra abim üniversiteye gitmemi söyledi. Arkadaşlarım hücrelerdeyken ben nasıl okula giderim? Üniversiteye kaydımı yaptırdım ama gitmedim. Uluslararası Kızıl Haç’ta çalışmaya başladım."
'KIZIMA KOĞUŞ ARKADAŞIMIN İSMİNİ VERDİM'
Afifi'nin evliliği de enteresan, o anları gülerek anlatıyor.
“Hapiste bir kadın polis bize yemek getiriyordu. Kapıyı açtığında o esnada karşı tarafta bir görüntü gördüm. Arkadaşlarıma anlamlandıramadığım bir görüntü gördüğümü orada insanların olduğunu söyledim. Arkadaşlarım benimle dalga geçtiler, “biz yalnız buradayız, orada kimse yok, hayal görüyorsun” dediler. Ben ikna olamadım, eşarbıma sabunla “bizi görüyor musunuz” diye yazı yazdım, ertesi gün yemek geldiğinde eşarbımı açtım, birden kahkaha sesleri geldi. Ertesi gün onlar yazdılar, “evet sizi görüyoruz” diye, meğer o gördüğüm gölge erkek tutsakların gölgesiymiş. Sonradan eşim olacak o tutsaklardan biri bana âşık oluyor, tabi benim bundan haberim yok. Ben 95’ te cezaevinden çıktım, eşim de 97’de. Çıkar çıkmaz bizim eve geldi, komşuymuşuz da. 4 çocuğum var. Oğlum ve kızım tıp fakültesini bitirdi, diğer iki çocuğum okuyor. Kızıma koğuş arkadaşım olan Suha’nın ismini verdim, o da kızına benim ismimi verdi.
'TUTSAKLARIN SESİ OLACAĞIM'
Kendimi tanımlarken, düşüncelerim seküler ama ben inançlıyım eşim komünisttir. Bir kadın ofisinde çalışıyorum, tutsak aileleriyle ilgileniyorum, tutsaklara yardım etmeye çalışıyorum. Ömrüm yettiğince tutsakların sesi olacağım.”
*Not: Bu röportaj ilk yayınlandığında Kifah Afifi yerine, yanlışlıkla konferanstaki diğer konuğum Ghanbar Pour Bashkendi'nin ismi yer almıştır. Okurlardan ve kendilerinden özür dilerim.