Her acının tanığı, her yıkımın mağduru
Zeynep Koraltan, Bingöl'den Diyarbakır'a uzanan yaşamında hep ölüm, yıkım, çatışma ve ayrılığın içinde buldu kendisini...
ARTI GERÇEK- Zeynep Koraltan’ı, HDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği "Vicdan, Adalet ve Demokrasi" mitinginde gördüm. Sahne önünde bulunan polis bariyerlerinin arkasında, mitinge katılanlar arasındaydı. Bariyerler arkasında neden mitinge katıldığını, taleplerini sorduğumda ‘artık barış olsun’ diyordu. Sur mağduru olduğunu söyledi. Sonra 3 çocuğunun, cezaevinde olduğunu. Belli çok şey anlatmak istiyordu. Sahneden gelen yüksek ses, sesini öylesine bastırıyordu ki onu duyabilmek imkansızdı. Birkaç gün sonra Zeynep Koraltan ile Bağlar’da buluştuk. Sur’dan Bağlar’a taşınmıştı. İçiçe geçmiş, güneş bile girmeyen sokaklardan evine doğru yol aldık.
Evindeydik. Sur’da yaşanan sokağa çıkma yasağı ve çatışmalardan sonra yakınlarının desteği ile yeniden kurduğu evinde… Yalnızdı. 3 çocuğu cezaevinde, 13 yaşındaki çocuğunun ise neredeyse eve bile gelmediğinden yakınıyordu. Eşinin duyarsız oluşuna dayanamayıp 20 yıllık evliliğini sona erdirdiğini, yaklaşık 10 yıldır da tek başına çocukları için yaşam mücadelesi verdiğini söylüyordu. 20 yıllık evliliğine son vermesinin nedenini "Ev mi var, eş mi, çocuklar mı hiç umursamazdı. Çekip giderdi hep. Gözümü açıp her gün, bari bugün gitmesin diye dua ederdim. Ama sonra baktım zaten bir eş yok. Evliliği bitirdim" diye anlatıyordu. Çocuklarının cezaevinde olmasından dolayı "Çocuklarımı kendim büyüttüm ama keşke bakabilseydim, bakamadım hepsi cezaevinde" diye kimi zaman kendini suçluyordu.
Yaşadığı, tanık olduğu şeyleri anlatmaya başladığında, ‘bir insan bu kadar ölüm ve acıya nasıl tanık olabilir, ya da her şey nasıl da onun etrafında gelişebilir’ diye düşünmeden edemedim. Anlattığı olaylar, duyduğumuz hatta haberleştirdiğimiz konulardı. Aramızda uçurumlar yaratan, derin izler bırakan fark Zeynep Koraltan’ın anlattığı her olayı aynı zamanda yaşamış olmasıydı. Çatışma, sokağa çıkma yasağı, çatışmanın hem mağduru, hem de tanığıydı.
O ZAMAN BİZE ‘TERÖRİST’ DEDİLER
Zeynep Koraltan’ın, kimileri için belki inanılması güç yaşam hikayesini kendi ağzından dinleyelim;
"Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı Sağgöze köyündenim. Evliydim, Adana’da yaşıyordum. Ama aileme, köyüme çok düşkündüm. Köye gelmiştim. Annemle birlikte köydeki evimizde konserve hazırlıyorduk. Bir anda çok yüksek bir ses duyduk. Konservelerin olduğu kazan patladı sandım. Ama ses konserveden gelmiyordu. Bir anda dışarı çıktık, annem evden çıkmak istemedi. Sonra evimizin bulunduğu yere bir bomba atıldı. Annemin ayağına şarapnel parçası girdi. 1990’lı yıllardı o zaman yol yordam da bilmiyoruz. Kardeşimin kızı, askerlerin yanına gidip ‘Siz nasıl annemi yaraladıysanız, hastaneye kaldıracaksınız’ diye bağırıyordu. Askerler arasında vicdanlı biri çıktı. Annemi sonra helikopterle hastaneye kaldırdılar. Sonrasında aldığı yaradan dolayı yaşamını yitirdi. Köy diye bir şey de kalmamıştı, hayvanlarımız da telef olmuştu. Bir çok akrabamız kurşuna dizilmişti. O zaman bize terörist dediler.
SUR’DA ADALET YOKTU
Köyümüzde artık yaşayamayacağımızı anladığımızda, ailemle birlikte Sur’a taşındık. Hançepek Mahallesi’nde kirada oturuyorduk. Ağabeyimin de iki katlı evi vardı. Sonra işte bildiğiniz gibi çatışmalar başladı. 3 ay yasak ve çatışmanın içinde yaşamaya çalıştık. Kopmuş, el ve ayaklar insan uzuvları kanalizasyonlara atılıyordu. Kamyonlara konulan enkazlarda insan uzuvları vardı. Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. Oradan çıktık, zaten sonrasında Sur’da ev, mahalle diye bir şey kalmadı. Biz ne yaptık ki Sur’da adalet yoktu, suçlu-suçsuz da yoktu, sanki herkes suçluydu.
AĞABEYİM KAHRINDAN ÖLDÜ
Sur’da yasaklı olan yerde, evleri olanların girmesine bir ara izin verdiler. Ağabeyim sürekli Sur’da harabe olan evinin oraya gidip, başında sigara yakardı. Kahrolmuştu. ‘Evim her şeyim gitmiş, beni de burada öldürsünler’ diyordu. Hem köyde evi yakılıp-yıkıldı, hem Sur’da. Tek varı yoğu o evdi. 6 çocuğu vardı. Ağabeyim iki ay önce öldü. Yaşadıklarına dayanamadı, kahrından öldü. Çocukları öksüz kaldı.
Köyde böyle ettiler, anam öldü. Oradan kendimizi Hançepek’e attık. Sonrasında çatışmalar çıkınca bu kez Bağlar’a geldik. Burada da çatışmalar bitmedi.
5 HAZİRAN’DAKİ MİTİNG ALANINDA RESMEN KATLİAM YAŞANMIŞTI
3 çocuğum, 5 Haziran’daki HDP mitingine katılmak için gitmişti. Tam alana girdiklerinde arkalarında bomba patlıyor. Patlamayı duyar duymaz, kendimi sokağa attım. Öyle hızlı koşmuşum ki 20 dakikada İstasyon Meydanı’ndaydım. Bir baktım orada resmen katliam yaşanmış. Her yer kan içinde, insanlar bağırıyor. Ambulanslar, yaralıları taşıyor.
Sur’dan buraya taşınırken, hep ölüm korkusuyla yaşadık. Ölümden de değil, sakat kalırsam, yatağa düşersem kim bakar bana diye korkuyordum. Burada da sokaklarda zaman zaman çatışmalar yaşandı. Evlatlarım çatışmalardan kaçıyordu, eve bile gelmiyorlardı. Her gün sokak, sokak çocuklarımı arıyordum. Bağlar’da ara sokaklarda zaman zaman çatışmalar çıkıyordu. Sur’da yaşanılanlardan dolayı…
SOKAKTA GENCECİK BİR ÇOCUĞU VURDULAR
Yaşadıklarımı, gördüklerimi anlatsam, anlatsam bitmez. Burada da oturduğumuz sokakta gencecik bir çocuğu vurdular. Penceredeydik, ‘bakmayın’ diye bize bağırıyorlardı. Çocuk ‘benim suçum yok, ben bir şey yapmadım’ diyordu. Çocuğu, kurtarmak için camlarımızın önündeki saksıları attık. Çocuk yerde hareket etmeden yatıyordu, etraf sakinleşince küçük oğlum yanına gitti. Ama ölmüştü. O cenazenin başında ağlayıp durdu.
ÜÇ OĞLUM FARKLI ŞEHİRLERDEKİ CEZAEVLERİNDE
Sonrasında zaten yaşanan olaylarda ‘taş atmışlar’ diye 21 yaşındaki oğlum Hüseyin ile 27 yaşındaki oğlum Savaş, iki gün arayla gözaltına alındı. Bir duydum ki bir oğlum Siverek diğeri ise Çanakkale Cezaevinde. Yaklaşık 1,5 yıldır cezaevindeler.. Diğer oğlum Ferit, 16 yaşındaydı. 13-14 yaşlarındaki çocuklarla gözaltına alındı. Evimiz her defasında basıldı. Ferit de, neredeyse bir yıldır Diyarbakır cezaevinde… İki oğlumu daha görmeye bile gidemedim. Hem uzak hem de nasıl gideyim."
BU KEZ TAŞINDIĞI YERDE BOMBALI SALDIRILAR BAŞLADI
Bölgede son üç yılda yaşanan çatışmalar, bombalı saldırılar, ölümlerden ne kadar kaçmak istese o kadar çok içinde bulmuştu kendiyle birlikte ailesini… 5 Kasım 2016’da Bağlar ilçesinde eski emniyet müdürlüğü binasına yönelik bombalı saldırıda 9 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştı. Zeynep Koraltan o günü ve sonrasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
"Çocuğumu okula götürmek için evden çıktım. Sonrasında bir anda kendimi yerde üzerimde cam parçaları ile buldum. Gözümü açıp kapatıyorum, kopmuş, eller, bacaklar. En çok da neyin şokunu yaşadım biliyor musun? Yemin ederim bir bakıyordum, insanların üzerlerinden telefonlarını alıyorlar, ceplerinden cüzdanlar alınıyor. Komşumuzun kızı, sabah erkenden eczaneyi açmak için evden çıkmıştı. Otobüs durağında bekliyor, ne bilecek böyle olacak. Baktım her parçası bir yerde. Telefonu avucundaydı, baktım elinden almaya çalışıyorlar. Daha ölmemişti, orada durup onlara bakıyordu. Sonra yaşamını yitirdi.
Ben anlatsam, anlatsam bitmez. Kimse bizi anlamıyor. Bazen eve yakınlarım, komşularım geliyor diyorlar ki ‘evin karışık’. Ben evi ne yapayım. Küçük oğlum Ferhat 13 yaşında babasız, ağabeyleri yanında değil. Yalnız kalınca o da eve gelmiyor. Günlerce onu da sokak sokak arıyorum. Vallahi bu dünyaya beni bağlayacak bir şey yok. O kadar ki acı görmüşüm.
‘Adalet, Vicdan ve Demokrasi’ mitingine gittiğimde o barikatların arkasında evimi basan polisleri gördüm. Yine o zamanlar da yaşadığım zulüm geldi aklıma. Ama Allah’a şükür ki mitingde kötü bir şey yaşanmadı.
Şimdi haber aldım, Diyarbakır Cezaevi’ndeki oğlum Ferit, nasıl olmuşsa tiner içip intihar etmeye kalkışmış diyorlar. Hastaneye kaldırmışlar. Tineri nasıl buldu, gerçekten intihar mı etmek istedi, başına bir şey mi geldi, bilmiyorum. Görüşe gittim, görüştürmediler. Aklım onda, ama akıl da kalmadı. Bağlar’daki o patlamadan dolayı beynimde bir şeyler olmuş. O kadar çok film çekildi, ama hala ne olduğu bilinmiyor. Yaşadığım onca şeyden sonra gerçekten ben ve oğlum iyi değiliz. İkimizde psikolojik destek görüyoruz. Yoksa inan çıldırırız".
54 yaşındaki Zeynep Koraltan'ın, Diyarbakır’da 3 yıl içerisinde neredeyse tanık ve mağduru olmadığı olay kalmamıştı. Tüm bu olaylar yaşanmıştı evet, ancak tüm bunları bir kişinin yaşayabileceği kimin aklına gelebilirdi ki. İnsanın kanını donduran, tüylerini diken diken eden çatışmalı bir hayatın içindeydi. Devlet ve örgütün bitmek bilmeyen çatışmasında bir o yana bir bu yana savrulmuştu. Yaşama tutunacak bir şeyi olmadığını söylerken ‘barış olsun’ diyordu. Belki de onu bu hayatta tutabilecek en değerli şey de buydu.