KODA: Üniversitelerin krizi ve ötesi

İhraç edilmiş akademisyenler ve çok sayıda araştırmacı uluslararası sempozyumda buluştu ve akademisyenlerin değil akademilerin kriz içinde olduğunu belirterek çıkış yollarını konuştu.

KODA: Üniversitelerin krizi ve ötesi

HABER MERKEZİ - Kocaeli Dayanışma Akademisi'nin (KODA) 'Üniversitenin Ötesinde' başlıklı uluslararası sempozyumu Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği'nde (KYÖD) yapıldı. İki gün süren sempozyumda iktidar odaklarından bağımsız, özgürlükçü ve yenilikçi bir üniversiteye duyulan ihtiyaç konuşuldu. Eleştirel ve bilimsel bakış açısının önemine dikkat çekildi.

Dünyanın dört bir yanından araştırmacıların katıldığı sempozyumda üniversite ve akademi kavramlarının dünyanın pek çok yerinde amacından saparak sermaye ve iktidarla ilişkilendiği belirtilerek özgürlükçü ve özerk yapıların nasıl yeniden kurulabileceği tartışıldı. Sempozyumu Evrensel gazetesinden Hasret Gültekin Koza takip etti.

Sempozyumun açılış konuşmasını Reşit Canbeyli yaptı. 'Üniversitenin Dünü ve Bugünü Yarını Belirliyorsa Ne Yapmak Gerekir?' başlıklı konuşmasında Canbeyli, umutsuzluğa kapılmamak gerektiğine vurgu yaparak, "Geriye baktığımızda umutsuzluğa kapılmamız gerekebilir ama ben umutsuzluğa kapılmadım. Yarınlara umutla bakalım" dedi. Canbeyli, geri dönük okumasında özeleştiri de verdi.

İLGİLİ HABER: ÜNİVERSİTENİN ÖTESİNDE OHAL'İN BERİSİNDE

'YAPMAMIZ GEREKENLERİ YAPMADIK'

Üniversitenin tabanla entegre olması gerektiğine değinen Canbeyli, "Üniversite ve korku birbiriyle hiç alakalı olmaması gereken iki kavram. Üniversitesi her şeyden önce toplumun gençlerini eğiten, onlara yeni şeyler kazandıran bir kurum. Üniversite daima yenilik peşinde koşan, doğruyu arayan bir kurum olarak görülüyor. Biz üniversiteler tepki gösterirken de yapmamız gerekenleri yapmadık, kendimizi uyararak ileride daha iyi şeyler yapabileceğimize inanıyorum. Üniversitenin her şeyden önce tabanla entegre olması gerekiyor, bunu başaramadığımız için bugün bu durumdayız" diye konuştu.

Açılış konuşmasının ardından 'Üniversitenin Ötesinde Deneyimler ve Arayışlar' başlıklı 1. Oturum gerçekleşti. Moderatörlüğünü Aslı Kayhan'ın yaptığı oturumda Fikret Başkaya, Hüsnü Öndül, Dinçer Mete ve Reşit Canbeyli konuşmacı oldu. Bu oturumda farklı akademi deneyimleri konuşuldu.

'ELEŞTİREL DÜŞÜNCE CANLANDIRILMALI'

İlk sözü 1992 yılında bağımsız olarak kurulan Özgür Üniversite'den Fikret Başkaya aldı, Başkaya üniversitenin tanımını şöyle çizdi: "Bir kurumun üniversite olabilmesi için ilk önce özerk olması gerekiyor, kendine has bir üslubunun olması ve kendini savunabilmesi lazım." Bilginin anonim olduğuna değinerek Başkaya, eleştirel düşüncenin canlandırılması gerektiğini ifade etti.

İnsan Hakları Akademisi'nden Hüsnü Öndül de 7 yıl önce kurulan İnsan Hakları Akademisi deneyimlerini paylaşarak İnsan Hakları Derneği'nin bir çalışması olarak ortaya çıkan akademinin gönüllülük esasına dayalı çalışma yürüttüğünü belirtti. Öndül, bugüne kadar 70'in üzerinde eğitimcinin bu eğitimlere katıldığını söyledi.

'BİLGİNİN TAŞIYICILIĞI YAYILMALI'

Sosyal Araştırmalar Vakfı'ndan (SAV) Dinçer Mete, 1996 yılında 'Ne yapmalı?' sorusunu sorarak yola koyulduklarını ifade etti. Bilginin taşıyıcılığına değinen Mete, "SAV kendisini bilginin taşıyıcısı olarak nitelendirdi. Bütün siyasi partilerin kullanabileceği bilgileri sağlıyoruz, bilginin taşıyıcılığı böylelikle yayılabilir" dedi.

BİLSAK ve BİLAR örneklerini paylaşan Reşit Canbeyli, 1980 sonrası işsiz kalan akademisyenlere sahip çıkarak, onlarla yürütülen çalışmaları anlattı. "Bir binamız vardı, bu bizim için avantajdı. Ama yaşatamadık" diyen Canbeyli, BİLAR'ın garip hikayesinden de bahsetti. Aziz Nesin'in ülkenin her yerine kıraathaneler kurarak buralarda sohbetler yapılması isteğini ifade eden Canbeyli, "Bu proje için başvurular yapıldı, hepsinden olumsuz cevap aldık. Sonrasında şirketimizi Aziz Nesin'e satışını yaparak başka bir yol bulduk. Bir süre bunu da devam ettirdik. BİLSAK ve BİLAR yaşamıyor olsa bile şimdi yoluna devam edenlere sahip çıkmalı, dayanışma içerisinde olmalıyız. Her şeye rağmen üniversitelerden de vazgeçmemeliyiz" diye konuştu.

TÜM DÜNYADA ÜNİVERSİTELERİN PİYASALAŞMASI SORUNUN KAYNAĞI OLARAK ÖNE ÇIKTI

Sempozyumun 2. Oturumunda ise dünyadan deneyimler konuşuldu. Moderatörlüğü Derya Keskin Demirer'in yaptığı oturumda, İtalya'dan Anna Curcio, Polonya'dan Krystian Szadkowski, İngiltere'den Sarah Amsler ve Japonya'dan Kageki Asakura söz aldı.

"Üniversitenin Ötesinde Deneyimler ve Arayışlar (Dünya)" başlıklı oturumda ilk olarak İtalya'dan Anna Curcio "Eğitim Fabrikasından Öte Eğitim Fabrikası: Küresel Üniversite, Küresel Kriz ve Mücadele Muamması" başlıklı sunumunda konuştu. Mücadele alanlarının birleştirilmesi gerektiğine değinen Curcio, "Temel düsturumuz 'Sizin krizinizin bedelini biz ödemeyeceğiz' oldu. Ulus ötesi bağlamın parçalanmaya başladığını görmemiz lazım, hem öğrenciler hem de hocalar açısından maddi koşullar öncesine göre çok farklı. Üniversitelerin piyasalaşması tamamen sağlandı. Peki şu anda ne yapmalı? Bu konuyla ilgili hazır bir reçete yok, birlikte çalışmalı ve birlikte tartışmalıyız. Özerk bilgi alanı yaratılmalı. Bu özerk bilgi alanı üniversite dışında ve içinde sağlanmalı. Var olan parçalanmışlığın önüne nasıl geçeceğimizi konuşmak için yan yana gelmeliyiz. Mücadele alanlarını birleştirirsek bu yolda ilerleyebiliriz" diye konuştu.

'ÜNİVERSİTENİN HEM İÇİNDE, HEM DIŞINDA VAROLABİLMEK'

Polonya'dan Krystian Szadkowski ise "Üniversitenin İçinde, Karşısında ve Ötesinde Özerklik Mücadelesi ve Müşterekler" başlıklı sunumuna müşterek kavramını tanımlayarak başladı. "Müşterek kavramı devlet ile piyasa arasında gerçekleşen bir şey" diyen Szadkowski, "Polonya neo-liberalizmin laboratuvarı olmuş durumda. Üniversitelerde hocalar fazla Marksist kalıyordu devlet için, o yüzden öğrencilere hızlıca dışarıdan neo-liberal politikalar pompalandı, akademisyenlerin eli kolu bağlandı" dedi. Eleştirel bilgiyi değerli kılmaya çalıştıkları için mücadele ettiklerini belirten Szadkowski, "Şu ana kadar yaptıklarımızın bir kısmı ders materyali olarak kullanılıyor, gazeteciler kullanıyor, haber oluyor. 10 yıl içinde daha da güçlü olacağız. Üniversitenin hem içinde, hem de dışında sol örgütlerle çalışıyoruz" ifadelerini kullandı.

İngiltere'den Sarah Amsler "Akıntıya Karşı Öğrenme: Özerk Eğitimde Umudu Örgütlemek" başlıklı sunumuna "Umudu örmemiz, örgütlememiz gerekiyor" sözleriyle başladı. "Gerçek anlamda çok az üniversite kaldı" diyen Amsler, "İnsanlar eğitim için mücadeleye hazır ama eleştirel bir mücadele önemli" dedi. "Üniversite nedir, ötesine geçmek dediğimiz şey nedir?" sorularını soran Amsler, "Sürekli öğrenme pratiği içinde olmalıyız. Farklı şeylerden, farklı kurumlardan öğrenmek önemli. Her şeyden önce birlikte mücadeleyi yükseltmeliyiz" diye konuştu.

'JAPON GENÇLER MUTSUZ VE İNTİHARA EĞİLİMLİ'

Japonya'dan Kageki Asakura "Diploma Yönelimli Bir Toplumda Öğrenci Yönetimli Bir Üniversite Başlatma" sunumunda Japonya'dan örnekler verdi. Japonya'daki gençlerin yaşamı demiryoluna benzettiklerini ifade eden Asakura, "Okul ve yaşamla ilgili gelişmeler bu demiryolundaki duraklardır. Ama bugün artık pek çok genç 'Hayatımdaki en önemli şeyler toplum tarafından karar veriliyor' diye düşünüyor. Bir araştırmaya Japonya'daki gençler diğer ülkelere göre kendilerinden, geleceklerinden memnun değil. Japon gençliği sürekli gülümsemekten, pozitif görünmekten yorulmuş durumda. Depresyon ve intihar çok yaygın görülüyor" dedi. Böyle bir ortamda 20 yıl önce bir araya geldiklerini ifade eden Asakura, "Gençlerle 'Demokratik Üniversite' adında bir kurum oluşturduk. Her şeyi öğrencilerle birlikte kararlaştırdık, hayata geçirdik ve devam ediyoruz" dedi.

‘BİLGİ POLİTİK BİR FAALİYETTİR’

İkinci Gün üçüncü oturum, "Araştırma: Ne için? Kim için? Nasıl?" başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumda ilk sunumu Ankara Üniversitesi'nden ihraç edilen Işıl Ünal "Araştırarak Özgürleşmek, Özgürleşerek Araştırmak" başlığıyla yaptı. "Araştırmayı içinde gerçekleşen durumundan soyutlamak mümkün değil" diyen Ünal, bilginin politik bir faaliyet olduğunu ifade etti. Araştırmanın kolektif bir süreçle yapılması gerektiğini belirten Ünal, "Gerçekliği anlamak istiyorum ama gerçeklik herkes için aynı oranda değil. Araştırmayı kolektif bir süreç olarak tanımlayan paradigmaları ortaya çıkarmalıyız. Sadece paradigmanın başka bir paradigma haline gelmesi önemli değil, hangi etmenlerle yorumladığınız önemli. Paradigmanın dışında süreci nasıl kurduğumuz da önemli. Araştırmayı kolektif bir süreçte yapmamız gerekiyor, süreci özgürleşimci bir süreç haline getirmeliyiz" dedi.

‘MÜŞTEREKLEŞMEYLE, YABANCILAŞMANIN TAM TERSİ BİR HAREKET ÖRÜYORUZ’

Praksis Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Ali Yalçın Göymen ise "Bilginin ve Yaşamın Müşterekleşmesi Olarak Devrimci Praksis" başlıklı sunumunda konuştu. Meseleyi politize etmeye çalışacağını ifade ederek sözlerine başlayan Göymen, "Şu an patlamaya hazır bir bomba halinde dünyada yaşıyoruz. Bombanın pimini çekmek için ortaya çıkan birçok kişi var. İnsanlığın içine düştüğü bu durumdan nasıl çıkarızı arıyoruz. Benim görüşüm söz konusu kurtuluşun devrimci praksis ile olabileceği. Devrimi yapmalıyız, yapılabilecek bir şey" dedi. Mücadeleyi bugünden örmek gerektiğine değinen Göymen, "Bizler, 'Hayır, bu dünyayı bizler üretiyoruz, bizi tahakküm altına alarak kullanmanıza izin vermeyeceğiz' diyoruz. Müşterekleşmeyle, yabancılaşmanın tam tersi bir hareket örüyoruz, ortaklaşıyoruz, öznelleşiyoruz. Müşterekleşme topluluğu atılmış adım, devrimci praksise olanak sağlayan bir şey. Dönüşüm insanların yaşamlarını kendi ellerine almalarıyla olacak. Yeni dünyanın kapılarını açmak müşterekleşmeden geçecek" diye konuştu.

‘SES ÇIKARMAYANLARA KULAK VERİN’

Meral Akbaş ile Nihan Bozok ise "Hissetmek, Görmek, Dinlemek, Dönüştürmek: Feminist Metodolojinin İmkanları Üzerine" başlıklı sunumu ortak yaptı. Bozok, ses çıkartamayanlara kulak verilmesi gerektiğinin üzerinde durarak, "Feminist metodolojinin ne olduğunu tamamen söylemek zor ama bir kere görme biçimini değiştiriyor, sesi çıkmayanların sesine dikkat çekmemize olanak veriyor" dedi. Akbaş ise feminist metodolojinin bilimin erkek eliyle yapıldığını reddederek hareket ettiğini ifade ederek sözlerine başladı. Bu durumun daha kökten bir sorgulamayı yarattığını aktaran Akbaş, "Bu kopuşla dünyaya baktığınız yer değişiyor. Feminizmi feminizm yapan şey kadının anlattığı her hikayeye, araştırmaya değer vermek onu görünür kılmak" ifadelerini kullandı.

'FİKİRLER YETERLİ GERÇEKLİĞE İHTİYACIMIZ VAR'

Kocaeli Kültür Kolektifi'nden Bora Erdağı ise, "Her şey Bir 'Espri'den Doğdu: Non Scholae, Sed Vitae Discimus" başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Espri yapmanın bir eylem olduğunu aktaran Erdağı, "Espri somuttur. Espri temel olarak tarihe ve yaşama tutunarak kendini varedebilir. Bugün olanlar birçok imkan yaratmaktadır. Krizler çağı buna olanaktır, buluşmak gerekir" dedi. Gerçekliğe ihtiyaçları olduğunun altını çizen Erdağı, "Fikre ihtiyacımız yok, gerçekliğe ihtiyacımız var. Attan düşmüş insanlar olarak hangisini dikkate alırsak alalım bizim burjuva oyunlarından kurtulmamız, kürsüleri yıkmamız lazım" ifadelerini kullandı.

Sempozyumun dördüncü ve son oturumunun başlığı ise "Eleştirel ve Özgürleştirici Pedagojik Arayışlar" oldu, Kuvvet Lordoğlu'nun moderatörlüğünü yaptığı oturumda Günizi Kartal, Seçkin Özsoy ve Pelin Yalçınoğlu konuştu. Dördüncü oturumun ardından sempozyum Hakan Koçak'ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen forum ile son buldu. (Evrensel)

kocaeli