'Muhafazakar bir demokrat olarak söylüyorum: Gençlerin şeytanlaştırılması yanlış'
'Biz aşağı bak demedik, aşağıdan dedik' diye açıklama yapmak bir fayda sağlamadığı gibi, hakkaniyete ve insanların zekasına hakarettir.'
Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın atadığı 'kayyım' rektör Melih Bulu'nun ardından Boğaziçi Üniversitesi'nde başlayan protestolarda öğencilere yapılan 'terörist' yaftalamalarını ve polis gözaltılarına tepki gösterdi. Karaca "Devlete ve devlet adamlığına, adaletle yönetme şiarının araçları olarak her zaman saygı duymuş ve bu yüzden vaktiyle ‘devletçi’ olmakla eleştirilmiş muhafazakar bir demokrat olarak söylüyorum: "Kayyum rektör istemiyoruz" protestosunu yapan gençlerin şeytanlaştırılması yanlış" dedi.
Karaca'nın Habertürk'te yayımlanan bugünkü yazısının iligli kısmı şöyle:
Devlete ve devlet adamlığına, adaletle yönetme şiarının araçları olarak her zaman saygı duymuş ve bu yüzden vaktiyle ‘devletçi’ olmakla eleştirilmiş muhafazakar bir demokrat olarak söylüyorum: "Kayyum rektör istemiyoruz" protestosunu yapan gençlerin şeytanlaştırılması yanlış.
Siyaset, ‘mümkün olanın’ sanatıdır. Devlet adamlığı ise mümkün olanın yolları açılarak yapılır, devletin ‘sorun çözme’ görevine katkıda bulunularak yapılır.
Yaşları 18-23 arasında olan öğrencileri itip kakmayı kabul edilebilir bulan bir yaklaşım ‘katkı’ değildir.
Sessiz sedasız dağılmakta olan genç bir kitleye "Aşağıdaaaan" diye bağırıp sonra "Al bunların hepsini gözaltına, al al al" diye talimat veren memurun keyfi gözaltı işlemini görmeyip "Biz aşağı bak demedik, aşağıdan dedik" diye açıklama yapmak bir fayda sağlamadığı gibi, hakkaniyete ve insanların zekasına hakarettir.
Melih Bulu’nun ataması mevcut düzenlemelere uygundur, doğru. Ancak geçmiş yıllarda da uygulanan, üniversiteye daha fazla söz hakkı veren yöntemlerin yerine 2018’de yapılan ve seçimden, dahası herhangi bir yöntemden bahsetmeden atanacak rektörü tayin işini sadece cumhurbaşkanına veren düzenlemenin demokratik hukuk devleti kavramıyla ne kadar bağdaştığı tartışmalıdır.
Ve önemli bir hatırlatma: Anayasamız kadiri mutlak devlet anlayışını sivilden ve bireyden yana dengelemek adına, devletin katılımcı demokrasinin imkanlarını kullanmak yerine ‘dayatmayı’ seçtiği yer ve durumlarda, vatandaşa şiddet içermeyen gösteri, toplantı ve yürüyüş hakkını tanımıştır. AY madde 34'teki hakkın kullanımını ‘haddini aşmak’ olarak gören, ‘devlete isyan’ olarak gören her yaklaşım devlete isyanı bir varoluş biçimi olarak gören aşırılık yanlılarını sahneye davet eder. Ya da normal şartlarda makul olan insanların içinden bir aşırılık yanlısı çıkarır. Gençler söz konusu olduğunda bu, çok daha hızlı gerçekleşir.
Nitekim, polis markajı arttıkça olaylar şekil değiştirdi.
Gençler ‘gerçekten’ karşılık vermeye başlarsa, bu karşılığı kendi ideolojik bagajını temize çekmek isteyen örgütler suistimal etmeye yeltendiğinde, işlerin çığrından çıkması ve masumların canının yanması olasılığı var. Beni endişelendiren de bu.
Bakın, 12 Mart’ın 50. yıl dönümü yaklaşıyor.
50 yıl oldu, gençleri profesyonelce taktiklerle halka şikayet edip kışkırtarak terörize etmekten hayır sadır olmadığını, bilakis gençlerini konuşma, uzlaşma ve bazen sahip olduğu kudrete rağmen taviz verme mesafesinde tutması gerektiğini öğrenemedi devletimiz. Bu işlerin sonunda devletin genç kuşakları aşırılık yanlısı fikirlere, hatta örgütlere kaybetmesi gibi riskler olduğunu ve bu kaybın bedelini yine milletin ödeyeceğini öğrenemedi.
Ülkemize lazım olan, suça sürüklenmesine çanak tutulan gençlerin birileri tarafından önce aparat sonra bayrak haline getirilecek, yeni Mahirler, Ulaşlar çıkması mı sahiden? 50 yıl sonrasının Türkiye’sinde AK Parti iktidarının gençlerle ilgili mirası bu mu olmalı?
Bence olmamalı.
Velev ki yanlış yapıyorlar.