Pazarkule sınırında ne mi oluyor?
Zeynep Afganistan’dan gelmiş. 'Neden buradan gitmek istiyorsun' diye sorduğumda 'Ev tutuyoruz evden kovuyorlar, okula gidiyoruz okuldan kovuyorlar, babama parasını vermiyorlar' diyor.
Nalin ÖZTEKİN
ARTI GERÇEK - İstanbul’da mültecilerin can havliyle otobüslere binip kendilerini sınıra attığını ekranlarda hep birlikte izledik hatta muhabirlerin maç sunar gibi "bakalım karşıya geçebilecekler mi" dediği anlara tanık olduk. Ardından biz de yaşananları yerinden ve olması gereken şekilde aktarmak için yola koyulduk sonrasında "kapıları açarız" politikasının tam göbeğinde bulduk kendimizi.
Türkiye’nin Yunanistan’a açılan noktası Pazarkule Sınır Kapısı'ndayız. Yolumuz belli bir noktada güvenlik güçlerince kesiliyor ve yine gazeteci olduğumuzu kanıtlama çabasına giriyoruz. Yol açıldıktan sonra karşımıza çıkan manzarayı ömrümce unutmayacağım. Binlerce mülteci... Hava buz gibi, çoğunun üstünde mont yok, bebekler üşümekten morarmış, aralarında 8 ve 6 aylık hamile kadınlar, kronik hastalığı olan yaşlılar ve sadece kapıdan geçme umudu olan gençler var. Öbek öbek ateşler yakılmış herkes bir ateşin başında ısınmaya çalışıyor, yüzlerinde hayal kırıklığı önlerinde belirsizlik yolculuğu var. Sadece İstanbul değil Kütahya’dan, Konya’dan, Nevşehir’den ve daha birçok kentten gelen Afganistanlı, İranlı, Suriyeli, Filistinli, Bangladeşli binlerce mülteci onlar. Hiçbir insani yardım malzemesi olmadan bir ülkenin sınır kapısında diğer ülkenin sınırını açmasını taşın toprağın üstünde oturarak bekliyorlar.
Önümde "Türkiye’ye Hoşgeldiniz" yazan devasa bir tabela arkamda ise bağırmaktan sesi kısılan mülteciler ve gaz bombası sesleri var. Kadınlar ve çocuklar açısından istismara son derece açık hepimiz açısından da tüm hastalıklara açık bir ortam. Savaştan çıkılmış gibi ve aynı çağda yaşadığımıza inanamıyorum, inanmak kanıksamak istemiyorum. Çünkü kanıksadığımız her durumda payımız olduğunu biliyorum.
KIYAFET PARÇALARINDAN BEBEK BEZİ
Etrafımızda ne bir sağlık ekibi ne de bir insani yardım kuruluşu var. Bebeğinin altını bez olmadığı için kıyafet parçalarıyla değiştiren annelerin içindeyim. Etraftaki tarlalardan kopardıkları Lahanaları paylaşıyorlar aralarında. İki ülkede kapılar karşılıklı kapalı. Binlerce insana orman yolundan ve patikalardan gitmeleri söyleniyor. Son yılların en acımasız siyasi blöf hamlelerinden biri burada yaşanıyor. Çin halk televizyonundan Arap kanallarına değin herkes burada haber peşinde. Bazıları hariç. Mesela mültecilerden istediği cevabı alamayınca onları azarlayan sınır kapısı alanından tüm gazeteciler çıkarılırken "Biz Berat Albayrak’ın kanalıyız gücümüzü kullanır gireriz" diyen A HABER ekibi gibi..
GİDİŞİN SEBEBİ: IRKÇILIK VE YAŞAM KOŞULLARI
Kalabalığın arasında ilerliyoruz ve aynı dilleri konuşabileceğimiz birilerini arıyoruz. 12 yaşındaki Muhammed’in durmadan öksürdüğünü fark edince durup soruyoruz hikayesini. Kısa süre önce açık kalp ameliyatı olmuş ve Yunan polisinin gaz bombalı müdahalesi nedeniyle nefes almakta güçlük çekiyor. Muhammed ailesini daha bebekken Suriye savaşında kaybetmiş amcasıyla yıllardır oradan oraya savruluyor. Türkiye’den gitmek istemelerinin sebebi ise mültecilerin maruz bırakıldığı kötü yaşam koşulları ve ırkçılık. Şimdi de tek umutları Yunanistan’ın kapıyı açması..
"EVDEN DE OKULDAN DA KOVUYORLAR"
Aynı umudun peşinde buralara gelen bir diğer isim de 9 yaşındaki Zeynep. Afganistan’dan Türkiye’ye geleli 4 yıl olmuş. 'Neden buradan gitmek istiyorsun' diye sorduğumda "Ev tutuyoruz evden kovuyorlar, okula gidiyoruz okuldan kovuyorlar, babama çalıştığı yerde parasını vermiyorlar" diyor. Ne istediğini sorduğumda "sadece kapının açılmasını istiyorum" demesiyle ağlayarak annesine sarılıyor. Oysa hangi çocuğun gözyaşından daha kıymetli olabilirdi ki tüm bu renkli harita politikası.
"SAVAŞTAN MÜLTECİLİKTEN BIKTIK"
Kalabalığın içinde yürümeye devam ediyorum. 10 yıldır İstanbul’da yaşayan Filistinli Ahmetle tanışıyoruz. Sadece Ahmet değil sokakta bulduğu ve sahiplendiği arkadaşı Sofia’da onunla birlikte bu yolculukta. "Yeni bir hayat yeni yaşam ve yeni bir iş için gidiyorum. Dürüst olayım burada ırkçılığa maruz kaldık" diyor Ahmet. Ve ona yetkililere neler söylemek istediğini sorduğumda "Yeter artık insanlar savaştan, güçten, mültecilikten bıktı" diyor.
İTİP KAKMAK DA KARDEŞLİĞE DAHİL Mİ?
Onlar savaşın ve yoksulluğun göç etmeye zorladığı şimdilik hikayesine dokunduğumuz sadece 3 kişi ama bu yazıyı yazarken bile önümde binlercesi ısınmak için çalı çırpı toplamaya devam ediyor. Kapıya yaklaştıklarında ise herhangi rütbeli rütbesiz bir görevlinin onları itip kakmasına hakaretler yağdırmasına maruz kalıyorlar. Hatta kimi kamu görevlileri aralarda gezerek "kendi vatan toprağına sahip çıkamayanlar bunlar" diyerek onları aşağılıyor. Oysa bu yeryüzünde kimse savaşmak öldürmek ve kendisine biçilen rolü oynamak zorunda değildi.
BU İNSANLIK SUÇUNU NASIL ANLATICAZ?
Ve en önemli soruya gelelim. Bu sınırda horlanan itilip kakılan bir yudum sudan bir parça ekmekten mahrum bırakılan çocuklar büyüdüklerinde ne olacak ve biz onlara bu insanlık suçunu nasıl anlatacağız?