Siyasette ırkçı söylemler | Sosyolog Küçük: Çıkış, antifaşist mücadelede ve daha fazla demokratikleşmede
Türkiye'de siyaset kurumunun mülteciler konusunda kurduğu dil ve ürettiği politikayı değerlendiren Sosyolog Bülent Küçük, 'Çıkış ancak antifaşist mücadele ile mümkün' diyor.
+GERÇEK- ARTI TV’de yayınlanan Günün İçinden programında Onur Öncü’nün konuğu olan Sosyolog Doç. Dr. Bülent Küçük, Türkiye’de siyaset kurumunun mülteciler konusunda kurduğu dil ve ürettiği politikayı değerlendirdi.
Denizli'deki Kürt aileye yönelik saldırının münferit bir olay olmadığının altını çizen, Küçük "Aslında birçok meselenin arkasında kurumsal anlamda tetiklenmiş, provoke edilmiş meseleler olduğunu farkına varırız. Irkçılık ve dışlama münferit bir mesele değildir. Münferit gibi görünen mesele toplumsaldır. Toplumsal olan da siyasetten ve devletten bağımsız değildir" açıklamasında bulundu.
Türkiye’de örgütlü bir anti ırkçı muhalefetin olmayışından söz eden Küçük, "Geniş toplumsal kesimlerden oluşan anti ırkçı, antifaşist mücadelelerin yaygınlaşabileceği bir toplumsal zemin olmadığı bir cumhuriyet rejiminde yaşıyoruz. Tarihsel olarak da böyle. 'Avrupa’da ırkçılık vardır bizde yoktur' diye bir şey yok; 'Avrupa’da ırkçılık vardır ama antifaşist mücadeleler de vardır'. Bizde ırkçılık vardır ancak anti ırkçı mücadeleler çok zayıftır. Dolayısıyla ben bu konuda çok daha kurumsal düzeyde yeniden yapılanmanın ve daha demokratikleşmenin bunun önüne geçebileceğini düşünüyorum. En azından bunlar olmadan bu sarmalın dışına çıkabileceğimize inanmıyorum" değerlendirmesinde bulundu.
-Sosyolog Doç. Dr. Bülent Küçük
‘TOPLUMUN YÜZDE 90’I GÖÇMENLERİN MEMLEKETİNE DÖNMESİ KONUSUNDA MUTABIK’
Türkiye’de toplumun çoğunluğunun göçmenlerin memleketlerine dönmesi konusunda bir mutabakat içerisinde olduğunu belirten Küçük, "Irkçılık açısından Türkiye’de çok yaygın olarak kurumsal anlamda bir devamlılık söz konusu. Belli tür yurttaşlar, göçmenler, azınlıklar; belli bir tür şiddete, hukuki anlamda farklı bir muameleye maruz kalmakta. Gittikçe de yaygınlaşan bir popüler ırkçılık ve nefret söylemi söz konusu. Dolayısıyla kurumsal olan, devletin bürokratik rejimiyle içkin olan, yasaya, şiddete içkin olan ırkçılık ve dışlama var. Popüler olan ırkçılık ve dışlama arasında bir geçişkenlik de söz konusu. Toplumda genel olarak AKP’nin, MHP’nin, İYİ Parti’nin, Ümit Özdağ’ın yeni kurduğu partinin tabanı arasında ırkçılık açısından, eşit yurttaşlık açısından ciddi bir farklılık söz konusu değil. Aksine toplumun yüzde 90’ına yakınında göçmenlere dair, onların memleketlerine dönmesi konusunda bir mutabakat söz konusu" dedi.
‘GÖÇMENLER GÜNAH KEÇİSİ OLARAK GÖSTERİLİP, OY DEVŞİRİLİYOR’
Muhalefet partilerinin oy kaybetme endişesi ile göçmen karşıtı tavır almaya zorlanıyor gibi görünseler de bu karşıtlığın kendi tabanlarında da karşılık bulduğunu hatırlatan Küçük, "Türkiye’nin içinden geçtiği konjoktör içerisinde, ekonomik krizin, siyasal krizin, rejim krizinin üst üste bindiği bir zaman içerisinde göçmenleri bir günah keçisi olarak gösterip onlar üzerinden oy devşirmeye çalışmak çok daha faydalı. Ve oyları arttırıcı bir etki gösterdiği için Ümit Özdağ aslında görece daha makul gibi görünen siyasal partileri de sağa, ırkçı bir pozisyona doğru çağırıyor. Çünkü söz konusu İYİ Parti, CHP burada bir taban kaybetme endişesi içerisine girerek daha göçmen karşıtı tavır almaya zorlanıyorlar gibi görünüyorlar. Bu zorlanma meselesi de çok zorlu bir mesele değil, çünkü söz konusu partilerin tabanında tarihten gelen bir onlarla eşit olmama isteyişi, onların farklı kültürden ve biyolojik yapıdan geldiğine inanış söz konusu" yorumunda bulundu.
Irkçılığın Türkiye’de yaygın olduğu kadar görmezden gelinen bir mesele de olduğuna değinen Küçük, ırkçılığın tarihselliğine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
‘‘IRKÇILIK NEDİR?’ SORUSUNU SORMALIYIZ?’
"İlginç olan şu, ırkçılık meselesi Ümit Özdağ’ın dışında da genel olarak bir o kadar var olsa da bir o kadar da yaygın olarak olmayan veya inkar edilen bir mesele olduğunu görmemiz lazım. Yani bir yandan bu kadar yaygın olan bir şey nasıl oluyor da bu kadar yok olabiliyor? Kurumsal düzeyde bir politikacıya sorun ‘bizim memlekette ırkçılık yoktur’ denir. Göçmen karşıtı kişilerin kurduğu ilk cümle ‘bakın ben göçmen karşıtı değilim ama’ diye başlar. Aslında Ümit Özdağ bir çok söylemi, CHP ya da İYİ Parti’nin çok aşikar bir şekilde söylemediğini aşikar bir şekilde söylediği için bu kadar yaygın bir taraftar kitlesi kazanabiliyor. Hem yaygın bir şekilde ırkçılık ve nefret söylemi söz konusu hem devlet katında hem de toplumsal düzeyde bir yandan var olan bir yandan da varlığı inkar edilen bir ortamda ‘Irkçılık nedir?’ sorusunu sormalıyız?
‘IRKÇILIĞIN BİR SÖMÜRGECİLİK TARİHİ VAR’
‘Bizde ırkçılık yoktur, Avrupa’da vardır’ sözü, ‘Osmanlı’dan bu yana gelen ötekilere karşı çok kültürlü çok toleranslı bir gelenekten, bir toplumdan, bir hafızadan geliyoruz, bizim toplumumuzda hiçbir zaman böyle bir şey söz konusu olmadı. Çünkü zaten Osmanlı da imparator olarak bir sömürge rejimi değildi, kolonyal rejim değildi. Cumhuriyet de kolonyal rejim değildi’. Dolayısıyla ırkçılık, sömürgecilik ve kolonyal rejim arasında bir bağlantı olduğunu kabul edersek, ırkçılığın bir sömürgecilik tarihi var.
‘CAHİL OLAN BİR TAKIM İNSANLARIN ÖNYARGILARINDAN İBARET DEĞİL’
Irkçılık öyle cahil insanların öteki insanlara karşı geliştirdiği önyargılarından oluşmuyor. Irkçılık dediğimiz şey kendisiyle ötekini eşit kılmayan hem eşit olmadıkları hem de özgür olmadıkları için idare edilmesi kolay olan şiddete maruz kaldıkları zaman toplumsal bir ahlaki krize sebep olmayan, piyasada ucuz emek olarak çalıştığı zaman insanların yadırgamadığı ve dolayısıyla insanlar piyasada herkesin yaptığı işi yapmalarına rağmen daha ucuz çalıştığı halde bir ahlaki krizin yaratılmadığı, dolayısıyla vicdani bir mesele haline gelmediği; idari ve iktisadi bir rasyonalitesi olan bir mesele ırkçılık meselesi. Öyle sadece eğitimsiz kesimlerin ya da cahil olan bir takım insanların önyargılarından ibaret değil. Aksine çok derin çok tarihsel bir geçmişi olan, aynı zamanda iktisadi anlamda bir işlevi olan bir rejim ırkçılık. Toplumsal anlamda ırkçılık kavramını yeni baştan geniş anlamda tartışabilmek ve dar anlamda sadece kafatasçılık olmadığını, beyazların siyahlara karşı önyargısından ibaret olmadığını aksine tarihselleştirerek bunun iktisadi ve idari rasyonalitesini gösteren ve tartışan yerden bunu görmek lazım."
Küçük, Türkiye’de görünür bir anti ırkçı muhalefet söz konusu olmadığına değinerek şöyle devam etti:
‘AVRUPA’DA IRKÇILIK VARDIR AMA ANTİFAŞİST MÜCADELELER DE VAR’
"Bu tanımı bilmek ne anlam ifade ettiğini bilmek yetmiyor. Bir de geniş toplumsal kesimlerden oluşan anti ırkçı, antifaşist mücadelelerin yaygınlaşabileceği bir toplumsal zemin olmadığı bir cumhuriyet rejiminde yaşıyoruz. Tarihsel olarak da böyle. Avrupa’da ırkçılık vardır bizde yoktur diye bir şey yok, Avrupa’da ırkçılık vardır ama antifaşist mücadeleler de vardır. Bizde ırkçılık vardır ancak anti ırkçı mücadeleler çok zayıftır. İlginç olan şeylerden bir tanesi HDP tabanında da bunu görmek mümkün. Ve ya sol tabanda da böyle. Farklı seviyelerde tabii ki ırkçılık her kesimde görülüyor.
‘ÖZDAĞ’IN TEHLİKELİ BİR FİGÜR OLDUĞUNU GÖRMEMİZ LAZIM’
"Ümit Özdağ tipik bir ırkçı partinin politikasını bilimsel verilere dayanarak konuşan sanki yaptığı şey yalan değilmiş, sanki gerçeğe dayanan, verilere dayanan hakiki bir bilgiyi ortaya koyarak ordan alan açan biri olduğu için çok tehlikeli bir figür olduğunu görmemiz lazım. Aslında Avrupa deneyimlerini incelemiş ve bir faşist ırkçı partinin kısa zamanda ve hızlı bir şekilde oylarını nasıl arttırabileceğini çok iyi görebilmiş. Toplumsal bilinç altında çokta kolay söylemeyen bir şeyi aşikar ederek bunları yalanla birleştirerek siyasal söylem kurmada da mahir olduğunu görüyoruz. Karşısında bir söz kurulamadı için de önü açık bir şekilde yürüyor. Türkiye artık bu konuda çok temel ve çok ciddi bir göçmen karşıtı rejimi ve söylemiyle karşı karşıya kalacak. Ne yazık ki bunun toplumsal muhalefet düzeyinde bir karşılığı yok.
MEDYANIN ROLÜ
"Türkiye’deki toplumsal yapıya bakıldığında medya bunun dışında kalan bir yapı değil. Malzeme aynı malzeme, zihniyet aynı zihniyet. Zaten özgür bir dil ve özgür bir medya yapısı söz konusu değil. Zaten merkezle mesafesini kuramayan kendisini devletin ya da siyasal partilerin memuru gibi gören gazetecilerin özellikle eleştirel bir yerden haber üretebilmesinin şartları da yok."
Son olarak Denizli’de Kürt bir aileye yönelik ırkçı saldırıya değinen Küçük, bu saldırıların münferit olmadığını vurgulayarak, çözüm yollarına ilişkin şu ifadeleri kullandı:
‘ŞİDDET SARMALININ ASIL SAHİPLERİ REJİM İÇERİSİNEKİ BÜROKRATİK KESİMLERDİR’
"Toplumsal düzeyde güçlü bir örgütlenemeye ve daha güçlü platformlarda tartışmaya ihtiyaç var. Somut politikalar ortaya koyma meselesi önemli, bu bizim eksikliğini en çok hissettiğimiz meselelerin başında geliyor. Gündelik hayatla bağ kuran, dayanışan çeşitli komşuluk ilişkileri üzerinde dayanışma gösteren pratikler de var. Türkiye’de bu tip şiddet sarmalının asıl sahipleri her zaman rejim içerisine konumlanmış olan bürokratik kesimlerdir. Bu memlekette organize bir suçun işlenmesi, toplumların ya da toplumsal grupların kendi başlarına karar verdikleri bir mesele hiçbir zaman olmamıştır. Her zaman çeşitli toplumsal gruplarla ilişkili olan ve Türkiye’de belli bir politikayı icra etmek isterken belli toplumsal grupları öne sürerek şiddet eylemleri gerçekleştirilmiştir."
‘ÇIKIŞ ANTİ FAŞİST MÜCADELEDE VE DAHA FAZLA DEMOKRATİKLEŞMEDE’
"Biraz daha ayrıntılı bakıldığı zaman aslında birçok meselenin arkasında kurumsal anlamda tetiklenmiş, provoke edilmiş meseleler olduğunu farkına varırız. Dolayısıyla ben bu konuda çok daha kurumsal düzeyde yeniden yapılanmanın ve daha demokratikleşmenin bunun önüne geçebileceğini düşünüyorum. En azından bunlar olmadan bu sarmalın dışına çıkabileceğimize inanmıyorum. Irkçılık ve dışlama münferit bir mesele değildir. Münferit gibi görünen mesele toplumsaldır. Toplumsal olan da siyasetten ve devletten bağımsız değildir."