Bu suça ortak olmadık bu da size dert olsun

Bu suça ortak olmadık bu da size dert olsun
Tüm bu yaşananlar iki şeyi gösterdi, ilki barış çağrısının ne kadar yerinde olduğunu ve buradan hareketle ikinci olarak da kaderimizin Kürdistan’ın...

Tüm bu yaşananlar iki şeyi gösterdi, ilki barış çağrısının ne kadar yerinde olduğunu ve buradan hareketle ikinci olarak da kaderimizin Kürdistan’ın kaderi ile bir olduğunu, hikâyelerimizin bir yerde mutlak suretle kesiştiğidir.

Tuncay Şur

Edward Wadie Said, "Entelektüel, Sürgün, Marjinal, Yabancı" eserinde, entelektüelin iktidara hakikati söyleme-hatırlatma görevi olduğundan bahseder ki entelektüel vasfını da buradan alır, yaltaklık ve yalakalıktan değil. Aynı metinde Said, seslerini duyuramayan, hiçbir imtiyazları olmayan gruplar adına yürütülen mücadele gittikçe çetinleşirken entelektüel hayatın romansı da, ilgi çekiciliği de, meydan okuyuşu da ancak muhalefet etmekte bulunabilir der. Akademilerin entelektüeller için birer membaa olduğunu iddia etmiyorum, zaten doğru da değil ve fakat aynı anda tersini söylemek de mümkün gözükmüyor. Akademi her zaman entelektüel için bir membaa olmasa da birçok entelektüel için bir uğrak ve/veya mücadele alanıdır. Benzer bir analoji akademisyen ile entelektüel arasında da kurulabilir. Akademisyeni teknokratlıktan, paralı uzmanlıktan veya hükümet memurluğundan ayıran kıstas ve ona bu vasfı kazandıran nitelik ise entelektüel olmasıdır. Entelektüel olmanın ise iktidara ve ona rağmen hakikati dillendirmekten geçtiğini, imtiyazsızların yanında kendi imtiyazından vazgeçmekten geldiğini zaten söylemişti Said. Sartre’yi Sartre, Said’i Said ve bu topraklarda Beşikçi’yi Beşikçi yapan da imtiyazsızların yanında kendi imtiyazlarından vazgeçmek pahasına durarak hakikati dillendirme ısrarlarıdır.

KÜRT MESELESİ DEVLETİN KIRMIZI ÇİZGİSİ

Akademi, akademisyenlik ve tabiatıyla entelektüellik söz konusu ise Türkiye’nin çorak ikliminde pek yetişmez bu türler. Akademi ve akademik olama vasfını zorlayan kurum ve kişiler de devletin cezai müeyyidelerinden nasibini almış/almaktadırlar. Dolayısıyla, akademi yerleşkelerine panzerle girme, akademisyenleri görevden atma, derdest etme, hapsetme Türkiye’de çok da şaşırılacak uygulamalar değil. Ancak bir husus var ki- bu yazının da temel gayesi olan- söz konusu olduğunda işler değişiyor. Akademinin Kürt meselesine dair söz söylemesi devletin kırmızı çizgisidir. Ekseriyetle söyletmez, hele söylenen söz devlete ise bunun ciddi yaptırımları vardır. Nitekim söyletmemiştir de, söyleyen de bedelini ödemiştir. Bu bedeli geçmişte türlü biçimlerde ödeyen ender isimlerden biri İsmail Beşikçi’dir. Kendisi de barış imzacısı olan ve akademik soykırımın son KHK’si ile ihraç edilen Barış Ünlü cumhuriyet tarihi boyunca akademinin Kürt alanına dair söz söylememesini/söyleyememesini "Türklük Sözleşmesi" kavramı ile açıklıyor[1]. "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlığı ile iki binden fazla akademisyen tarafından imzalanan bildiri, 7 Haziran

2015 genel seçimlerinden sonra, Kürt coğrafyasında başlayan süresiz sokağa çıkma yasakları ve ablukalarla kent merkezlerinde yürütülen savaşın neden olduğu ağır insan hakları ihlallerine dikkat çekmeyi amaçlamıştı. Bildiriye mana yükleyen şey Türk akademisinde ilk defa ve kitlesel olarak imtiyaz sahibi olmayanlar için kendi imtiyazını riske atma/kaybetme pahasına iktidara hakikat çağrısı yapmasıydı. Barış imzacısı akademisyenlere dönük adli ve idari soruşturmalar, açığa alma, linç ve ihraçlar 15 Temmuz’dan önce zaten başlamıştı. Onlarca imzacı akademiden atıldı, sürgüne gitmek zorunda kaldı bir o kadarı. Ancak 15 Temmuz sonrası "Allah’ın lütfu" olacak ki hemen her alanda yapılan kitlesel "temizlik" operasyonlarının uğrağı haline geldi akademiler. Gülen cemaati ile iltisakları sebep gösterilerek –ki bunlara imzacı akademisyenler de dâhil edildi trajikomik bir biçimde- binlerce üniversite çalışanı ihraç edildi. Bugün ihraçların salt barış imzacıları ile sınırlı olmadığı, imzacı olmayan solcu-muhalif akademisyenleri de kapsadığı ortadadır. Ancak şu açık ki akademideki soykırım barış metninin ilanından sonra başladı ve bugün barış imzacıları hiçbir imtiyazı olmayan ve hatta cumhuriyet tarihi boyunca devletin tedip ve tenkillerinin hedefinde olan Kürt halkı ile dayanıştıkları için kampüslerden atılıyorlar. Son KHK ile atılan 115 barış imzacısı devleti hakikate davet ettikleri için atıldılar. 10 Şubat Cuma günü hemen hepsi barış imzacısı 115 akademisyenin ihracından sonra Ankara üniversitesi Cebeci kampüsünde "Hayır Gitmiyoruz" sloganıyla gerçekleştirilmek istenen etkinliğin neticesi malum. Kürt kent ve kasabaları tanklarla-panzerlerle yerle bir edilmesin diye, Kürtler sokak ortasında öldürülüp cenazeleri yerde, buzluklarda kalmasın diye, bodrumlarda insanlar topluca katledilmesin diye barış metnini yayımlayan akademisyenler, iktidarın panzeri, copu, plastik mermisi, gazı ile karşılaştı. Said’in entelektüellerin devleti hakikate çağırma görevi olduğu belirlemesini tersten okursak, bu çağrıyı yapanlara dönük devletin saldırısı çağrının parçası olmayanlara da entelektüel-akademisyen olmanın sorumluluklarını hatırlattı.

KADERİMİZ KÜRDİSTAN’IN KADERİ İLE BİR

Kanaatim şu ki tüm bu yaşananlar iki şeyi gösterdi, ilki barış çağrısının ne kadar yerinde olduğunu ve buradan hareketle ikinci olarak da kaderimizin Kürdistan’ın kaderi ile bir olduğunu, hikâyelerimizin bir yerde mutlak suretle kesiştiğidir. Yazıyı son KHK ile ihraç edilen barış imzacısı bir dostum bitirsin; "Son KHK ile meslektaşı olmaktan gurur duyduğum pek çok değerli bilim insanıyla birlikte Ankara Üniversitesi'nden ihraç edildim. Öfkem ve derdim yaptığım değil yapamadıklarımın öfkesi ve derdidir. Taybet ananın naaşını bir hafta yerden alamayışımızdan, Cemile'nin naaşını buzdolabına koymak zorunda oluşumuzdan, Cizre bodrumlarındaki vahşeti naklen izlemek zorunda oluşumuzdandır. Aylardır yağlı ilmeği boynumuza geçirip binlerce insanı, dostu arkadaşı, yoldaşı gece yarısı fermanlarıyla açlıkla terbiye etmeye çalışanlar

şunu bilsin ki, bize diz çöktüremeyecekler. Buradan daha iyi bir hayat çıkmak zorunda, çıkacak. O hayatta onlara yer yok!"

İşlediğiniz suça ortak olmadık, olmayacağız bu da size dert olsun.

[1] "Bu Suça Ortak Olmayacağız" isimli barış metnini "Türklük Sözleşmesi" kavramı etrafında ele aldığım yazı; Bir İmtiyazın Reddi: "Bu Suça Ortak Olmayacağız"

Öne Çıkanlar