TRT'deki Kuran okuma yarışması medyayı böldü

TRT'de yayınlanan Arapça Kuran okuma yarışmasına, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez tarafından getirilen eleştirilere medyada hem destek verildi hem de tepki gösterildi

TRT'deki Kuran okuma yarışması medyayı böldü

GÜNCEL- TRT'de başlayan Arapça Kuran-ı Kerim okuma yarışmasına Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez tarafından getirilen eleştiriler medyada da yankı buldu.

AKP yanlısı medya yazarları, Görmez'in eleştirisini yersiz bulurken, Habertürk gazetesi tarih yazarı Murat Bardakçı ise Görmez'e destek vererek, "İstanbul tavrı Kuran'a TRT sayesinde el-Fatiha!" yorumu yaptı.

Önceki gün Görmez, yarışma hakkında "Kur’an, ses yarışmalarının güftesi olarak kullanılacak bir kitap değildir" eleştirisi getirmişti. Bardakçı, Görmez'e destek vererek, "Ses yarışmalarının bilindik formatını alın, şarkıcıların yerine hâfızları koyun, şarkıların yerine âyetleri yerleştirin, "bilmemne starı" müsabakalarındaki jüriyi de kıdemli hâfızlarla ve hocalarla değiştirin, biraz renkli ışık ile kalp çarpıntısını andıran birkaç takırtı verin ve buyurun size TRT’nin Kur’an Yarışması!

Bardakçı yazısını şu satırlarla sürdürdüğü:

Mehmet Görmez bu yarışma hakkında aslında az bile söyledi ya, neyse...

Meselenin dinî tarafına girecek değilim; bu iş zaten uzmanlığım değildir, sadece hem geleneklere hem de edebe ters olan bu işin hoş olmadığını söyleyeceğim...

Ama mâlûm yarışmanın aynı şekilde hiç de hoş olmayan ve fakat üzerinde durulmayan bir başka tarafı daha var: Yarışmacıların kıraat tarzları, yani Kur’an’ı okuyuş tavırları...

İSTANBUL VE ÜSKÜDAR TAVRI

Bilenler bilir: Her Müslüman memleketin Kur’an tavrı tarih boyunca kendine mahsustu, bizim temel tavrımız da "İstanbul" üslûbu idi. Kur’an’ın yanısıra ezan da bizde asırlar boyunca bu tavırla okundu ve sonraları "Üsküdar tavrı" da denen üslûp kıraate son şeklini verdi. Eski asırların bugüne isimleri gelen hâfızlarının ardından ses kayıtları elimizde bulunan 20. asrın Sami, Karabacak Süleyman, Âmâ Osman,

Son senelerde Mısır tavrının moda olmasının sebepleri çeşitlidir. En başta genç hâfızların özenmeleri vardır ama asıl sebep İstanbul tavrının güç olması; "tecvid"in, yani Kur’an’ı düzgün okuma kurallarının yanısıra musikiye, özellikle de makamlara âşina olmayı gerektirmesidir. İstanbul tavrında kıraat eden hâfızlar bir sureyi her defasında başka nağme ile okurlar, zira musiki bilirler ama Mısır tavrının taklidinde buna gerek yoktur, Abdülbâsıt’ın Youtube’da mebzul miktardaki kayıtları ezberlenir ve iş olur, biter!

TRT zaten unutulmuş gibi olan Kur’an tavrımıza son darbeyi bu yarışma ile indirmiş ve Türk üslûbunu yerlere sermiştir! İstanbul tavrına el-Fatihâââ!

Yeni Şafak gazetesi köşe yazarı Ömer Lekesiz ise, dolaylı olarak Görmez'i fıkıhı derinlemesine bilmemekle itham etti. "İmam-ı Malik hazretlerinden, birileri bir fetva talep ettiklerinde, "olmuş mu" diye sorar, olmuşsa (vuku bulmuşsa) cevap verir, olmamışsa cevap vermezmiş. Fıkıh, kelime olarak da derinlemesine anlama ve bilme, eksiksiz bilgi sahibi olma manasına geldiği için, İmam Malik hazretlerinin bu ilme mahsus söz konusu edebi, yaşadığımız dünyayı gerçekleşen olaylar üzerinden İslami planda anlamaya, tahlil etmeye çalışanları da bağlayagelmiştir" satırlarıyla Görmez'i hedef alan Lekesiz yazısını şöyle sürdürdü:

"Görmez Hocamızın, İmam-ı Malik hazretlerinin yukarıda naklettiğim edebine tabi olarak, olan şeyle ilgili bir görüş (ki, ilmi ve görevi nedeniyle onun görüşü aynı zamanda fetva’dır) belirtmesinden elbette memnuniyet duydum ancak, yitirilmiş (unutulmuş veya unutturulmuş) bir terminolojinin burada da söz konusu olmasından dolayı biraz tedirgin oldum.

Şundan ki, örneğin İmam el-Gazzalî’nin İhya’sında musıki konusunu işlerken neden musıki değil de sema dediğini ve dolayısıyla konuyu neden işitme, kulakla dinleme edebi çevresinde değerlendirdiğini, aynı zamanda bir Kur’an ibaresi olan Semi’nâ ve Ata’nâ kavli içinde sunduğunu bilmeyenlerin, gündelik sıradan (pop) kelimeler haline getirilen güfte, beste terimlerine bakarak anlamalarının yine mümkün olmayacağını düşündüm.

Suâd el-Hakîm’in, Yirmi Birinci Yüzyılda İhyâü Ulûmi’d–Dînadlı kitabında, karşı karşıya olduğumuz müzik tasallutundan kendimizi korumamızın mümkün olmadığını söylemekle birlikte, "İnsanların tamamının gidişatını değiştiremesek de kendi gidişatımızı değiştirebiliriz. Bu yüzden kendimize, tabiatımıza, nefsimize ve duyu organlarımıza dönüp, onları teker teker yola getirebiliriz. Nefsimizi eğiterek ve yücelterek, yüce ve güzel olanın dışında hiçbir şeyden tat almaz oluruz. Kulağı, gözü ve dili yüceltiriz. Din ile medenileşmiş Müslümana yakışan şeyler dinleriz. Kulağı terbiye eder, onu ölçülü nağmeleri dinlemeye alıştırırız" şeklindeki önerisinin Görmez Hocamızın görüşünde de zımnen yer aldığını algılayabilecek kişilerin azlığını dert edindim.

Biz, bir şeyi başkalarının yaptığı gibi yapmak, başkalarının yaptığından daha büyük yapmak, hatta daha iyi yapmak zorunda değiliz.

Biz, bir şeyi kendi ontolojimiz, akidemiz, ahlakımız, edebimiz, zevkimiz, ihtiyaçlarımız doğrultusunda yapmak zorundayız.

Artık modern hayatın dışında durarak kendimiz olmak (kalmak) da yetmiyor, asıl halk içinde de kendimizde olmak zorundayız.

Aksi halde işimiz zor, hakikaten zor."

trt Mehmet Görmez