'Tüm delil bir meczubun bir paragraflık dilekçesi'

Kapatılan Hayatın Sesi TV'ye yöneltilen 'terör propagandası' suçlamasının kaynağı kimliği gizli tutulan 1 kişinin dilekçesi. 4 sayfalık iddianamede tek bir delil yok. 'Kokteyl suç' üretilmiş

'Tüm delil bir meczubun bir paragraflık dilekçesi'

ARTI GERÇEK- Çok sayıda gazeteci ve basın meslek örgütü bir kez daha adliye koridorlarında, habercilik yaptığı için cezalandırılmak istenen bir medya kuruluşuna destek için biraradaydı.

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yayın hayatına son verilen Hayatın Sesi Televizyonu'na yöneltilen suçlamalar ise bilindik türden: "terör örgütü propagandası." Hem de öyle tek bir örgüt de değil. Televizyon yöneticileri, kanal hangi örgütün saldırısını haber yaptıysa, o saldırının faili olan örgütün progandasını yapmakla suçlanıyor.

4 sayfalık iddianamede buna kanıt olarak sunulabilecek tek bir satır yok. İddia makamının biteviye tekrarladığı husus ise televizyonun o saldırılara dair yaptığı haberler. Yani yargılanan aslında yine habercilik.

TEK PARAGRAFLA GELEN İDDİANAME

Bugün İstanbul Adliyesi 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde duruşması vardı yargılanan üç Hayatın Sesi TV yöneticisinin. Biri hariç, Mustafa Kara ve İsmail Gökhan duruşmada hazır bulundu.

Önce 4 sayfalık iddianame okundu. Ancak iddianamenin kimliği bile açıklanmayan bir şahıstan gelen nefret dolu bir paragrafa dayandığı ortaya çıktı. Avukatlar söz aldı ve hem iddianamenin tutarsızlıklarını hem de çok sayıda kanal hakkında aynı paragrafla suç duyurusunda bulunan zatın ciddiye alınıp o televizyonlara dava açılmasının absürtlüğünü anlattı.

Davanın en garip yanı da, televizyonun hem PKK, hem TAK, hem IŞİD hem de Haşdi Şabi propagandası yapmakla suçlanması. Yine bir "kokteyl suçlama" mevcut. Özetle, Ankara Gar, Güvenpark, Sultanahmet saldırıları ile Cizre'deki bodrum vahşetlerini ve 18 Türkiyeli işçinin Şii örgüt Haşdi Şabi tarafından kaçırılmasını haber yapmak, aynı zamanda bu suçların faili örgütlerin propagandasını yapma suçlaması olarak döndü Hayatın Sesi TV'ye.

Avukatlar da zaten bu büyük çelişkiye dikkat çekti. İfade ve basın özgürlüğü, halkın haber alma hakkı özgürlüğü temelinde yapılan yayınlar nasıl oldu da bir TV kanalının kapatılması ve yöneticilerinin yargılanması ile sonuçlandı?

Hayatın Sesi TV, bu saldırıların ardından olay yerinden görüntüler yayınlamış ve mikrofonu halka uzatmış. Halkın öfke ve bıkkınlığını ifade etmesi ise tam da "terör örgütlerinin istediği amaca hizmet ediyor"muş. Ayrıca görüntüler rahatsızlık verici imiş. Tüm bu suçlamalar iddianameden.

Aynı şekilde, Cizre'deki "vahşet bodrumları"nda yüzden fazla insanın öldürüldüğü de haber yapılmamalı imiş savcıya göre. TV kanalı konuyla ilgili neden sokaktaki vatandaşlarla röportaj yapmış ve onların görüşlerini sormuş. Bu basbayağı terör propagandası değil miymiş. Savcıya göre öyle!

SON DÖNEMİN MODA İDDİANAMESİ

Sanık avukatları, iddianameyi "son dönemin moda iddianamesi" olarak tanımlıyor ve ekliyor, "Hayatın Sesinin bundan nasibini almaması düşünülemezdi. 4 sayfadan oluşan bir metin var karşımızda ve bunun bir iddianame niteliği taşıdığını söyleyemeyiz. Faillerin hangi suretle hangi örgütün propagandasını yaptığı bile anlaşılmıyor iddianameden.

Avukat iddianamedeki çelişkileri ortaya sermeye devam ediyor: Güvenpark saldırısına dair yapılan yayında hangi örgütün propagandası yapıldığı bilgisi iddianamede yok. Sadece "terör örgütü" propagandası suçlaması var. 5 saldırı var davaya konu olan ve medyadan bunları göstermemesi isteniyor. Sadece gerçekleri aktardıkları için --övücü nitelikte yayın yapmamalarına rağmen-- zincirleme terör örgütü propagandası yaptıkları iddia ediliyor. Oysa ortada "zincirleme bir katliam tablosu" var. Yargılanması gerekenler bu işte parmağı olup katliamı gerçekleştirenlerdir. Onu haberleştirenler değil.

İtiraz makamı, iddianamedeki kopuklukları sıralamayı sürdürüyor: Bu iddianame bir meczubun ihbarına dayanıyor. Sadece Hayatın Sesi TV değil, onun gibi benzer yayınlar yapan pek çok televizyon kanalının yayınından rahatsızlık duyduğunu ifade eden bir adamın ihbarından söz ediyoruz. Fakat bu kişinin açık kimliği yok. Bu ilgili yasaya aykırı bir durum. Öte yandan savcılık makamı delilleri toplamalıydı; oysa dosyada sadece soruşturma aşamasındaki ifadelere değinmiş. "Bu yayınlar basın ve ifade özgürlüğünü aşıyor" demiş savcı. Bu değerlendirmeyi neye göre yapmış? Hangi ulusal ya da uluslararası sözleşmeleri temel almış? belli değil.

"GERÇEĞİN PEŞİNDEYİZ"

Yargılananlardan Mustafa Kara mahkemedeki ifadesinde, suçlamaları kabul etmediğini ve gerçeklerin peşinde olduklarını söyledi.

Kara savunmasını şöyle sürdürdü: Tüm suçlama 5 yayın etrafında dönüyor. Gerçekleri halka ulaştırma amaçlıdır yayınlarımız. Gerçeğin peşindeyiz ve yayınlar bu gerçeği aktarmıştır. Tam olarak suçlandığmız şey ülke gündemini sarsan olaylarla ilgili yayın yapmak. Esasında, bu olaylar yaşanırken ilgisiz yayınlar yapmak kamu yayıncılığı ilkesine aykırıdır. Böylesi bir tutum Anayasa'nın ve basın meslek ilkelerinin reddidir. Bir suç işlediğmizi düşünmüyorum. Editoryal özgürlüğe inanan biriyim. Ayrıca, yayınların sorumluluğu şirket ortaklarına vermez. Buna rağmen yöneticilerin suça iştirak ettikleri belirtiliyor. Fakat bu konuda iddianamede kanıt yok. Terör örgütü propagandası suçlamasını reddediyorum. Beraatimi talep ediyorum. Bu yayınlarda hangi terör örgütlerinin propagandasını yapmakla suçlandığımızı bilmiyoruz. İnsanların ölümüyle ilgili net olarak itirazımız var ve terör örgütlerinin karşısındayız. Aynı anda hem Haşdi Şabi, hem PKK hem TAK hem de IŞİD'in propagandasını yapmamız akla aykırı.

İfadelerin ardından mahkeme heyeti iddianamenin kabul edilmesine ve davanın 7 Kasım'a ertelenmesine karar verdi.

Davanın ardından çok sayıda gazeteci ve meslek örgütü temsilcilerinin yanısıra CHP milletvekili Barış Yarkadaş'ın da bulunduğu bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, "Tırlarla gönderilen silahları, Cizre bodrumlarında öldürülen insanları, cesedi yedi gün sokakta kalan Taybet Ana'yı, Niğde'de askerleri öldüren IŞİD üyelerinin nerede olduğunu sorduğumuz için mi yargılanıyoruz? Yoksa sokağa çıkma yasakları sırasında çocuğunun cesedini dondurucuda saklayan aileyi, Suriye'de hiç uğruna ölen çocukları yazdığımız için mi yargılanıyoruz? Tekelci azınlığa biat etmedik. Emekçi halkın sesi olduk. Yardakçı, yalaka gazetecilik değil emek gazeteciliği yaptık" denildi.