Türk Ordusu'nun gelişiminde yeni bir evre; Profesyonel ordu

Türk Ordusu'nun gelişiminde yeni bir evre; Profesyonel ordu
Etnik, dini kimliğine, ideolojik yapısına bakılmaksızın gençlerin zorunlu olarak askere alınmasına dayalı kitlesel Türkiye Cumhuriyeti ordusu tarihe karışmıştır.

Osman TİFTİKÇİ


Bugünkü modern Türk Oprdusu'nun tarihi, 1826 yılında II. Mahmut tarafından yeniçeriliğin kaldırılmasıyla başladı. II. Abdülhamit döneminde yeni açılan ve modern eğitim veren okullar, Alman hocalar sayesinde ordu tümüyle kapitalist bir kuruma dönüştü, II. Meşrutiyetin vurucu gücü oldu.

İmparatorluk ordusu Osmanlı’nın Dünya Savaşı’nda yenilgisiyle birlikte dağıldı. Kurtuluş Savaşı sürecinde bu günkü ulusal ordu kuruldu. Bu ordu azınlıklara (Rum ve Ermenilere), milis güçlere (Çerkes Ethem), sol güçlere, Kürt hareketine (Koçgiri isyanı) ve işgalci Yunan ordusuna karşı mücadele içinde örgütlendi. Ulusal ordu imparatorluk ordusundan farklı olarak esas olarak iç düşmana, yani Kürtlere, muhalif hareketlere karşı biçimlenmişti yani bir iç güvenlik gücü olarak örgütlenmişti. Ulusal ordu İdeolojik olarak, Türkçü, anti komünist, tekçi bir yapıya sahipti. Pantürkizm, Panislamizm tarihe karışmıştı ama eskiden olmayan anti komünizm özellikle İkinci Dünya Savaşı ile birlikte öne çıkacaktı.

Ulusal ordunun gelişiminde yeni bir aşama, NATO’ya girilmesiyle birlikte eski Prusya konseptinin terkedilmesi, Türk ordusunun askeri üslerle, Amerikan filoları ile birlikte Sovyetler Birliği’ne karşı bir güç olarak örgütlenmesi, bir soğuk savaş ordusuna dönüşmesiydi. İç siyasete Amerikancı darbelerle müdahale de bu yeni konsepte dahildi.
Ordu 1990’lardan sonra profesyonel orduya dönüşmeye başladı. Bu dönüşüm yeni Askere Alma Kanununun kabul edilmesiyle (Haziran 2019) birlikte büyük ölçüde tamamlandı ve resmi olarak ilan edildi.[1]

NEDEN PROFESYONEL ORDU?

Bilimsel ve teknik alandaki gelişmelerin, askeri alana uygulanması, genel olarak daha az sayıda, iyi eğitilmiş ve askerliği meslek olarak yapan profesyonel kadrolar gerektiriyordu. Bu temel olguya her ülke için özel nedenler eklenebilir ve dünya konjonktüründeki değişmeler de hesaba katılmalıdır.

Bugün 28 NATO ülkesinin 23’ünde profesyonel ordu vardır.[2] Orduların mevcutları da epeyce azalmıştır. Örneğin NATO’da Türkiye’den sonra üçüncü kalabalık orduya sahip olan Fransa 208 bin, Almanya 180 bin, İtalya 175 bin, İngiltere 137 bin, İspanya 118 bin askere sahiptir. [3]

Bu ülkelerde iç güvenlik neredeyse tamamıyla polis gücüne teslim edilmiştir ve polis sayısı asker sayısından yüksektir. Yuvarlak rakamlarla; İngiltere’de 129 bin, Fransa’da 220 bin, Almanya’da 243 bin, İtalya’da 276 bin, İspanya’da 250 bin polis vardır. [4]

Türk ordusu da bu gelişime kendisini uydurmak zorundaydı. Fakat bu genel nedene ek olarak özel bazı nedenler de vardı. Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz: Doğu Blokunun dağılmasından sonra Türk ordusuna NATO tarafından dünya genelinde yeni görevler yüklendi. Türk ordusu artık ülke dışına, örneğin Afganistan, Kosova, Somali, Libya, Suriye’ye asker gönderen bir kurum haline geldi. İkincisi eski zorunlu askerlik sistemi fiili olarak işlemez hale gelmiş ve sisteme büyük bir mali yük olmaya başlamıştı. Üçüncüsü Kürt isyanının üzerinden, eski ordu yapısıyla bir türlü gelinemiyordu. Son olarak da, Türk ordusunun Suriye ve Irak’ta girdiği bölgeleri kalıcı olarak elinde tutmak istemesi, profesyonel orduya geçişin acil olarak resmileştirilmesini zorunlu kılıyordu.

Türkiye askeri sanayi alanında da küçümsenmeyecek mesafeler kaydetmişti. Yani ordunun bilimsel ve teknik temeli epeyce değişmiş durumdaydı.

Cumhurbaşkanının her istediğini anında yerine getirecek biçimde işleyen mevcut siyasi sistem, profesyonel orduya geçişin birkaç günde (üç oturumda), hiçbir tepkiyle karşılaşmadan resmileştirilebilmesi için "Allah’ın bir lütfu" oldu. CHP, tüm yetkilerin R. T. Erdoğan’da toplanması, askerliğin 6 aydan daha aza indirilmemesi, uzman ve sözleşmeli personelin durumunun iyileştirilmesi, bedelli için ödenecek para miktarı gibi öze ilişkin olmayan itirazlarla yasaya destek verdi. HDP ise itirazlarını, zorunlu askerliğin kaldırılması ve vicdani reddin kabulü üzerinde yoğunlaştırdı. HDP yasaya ret oyu verdi.

15 Temmuz sonrasında orduda yapılan düzenlemelerin ve yeni Askere Alma Yasası’nın, AKP’nin müttefiki olan, Ergenekon olarak isimlendirilen resmi ve sivil yapılanmanın bilgisi ve isteği dışında yapıldığı düşünülemez. Yasanın 25 Haziran’da mecliste kabul edilmesinden hemen sonra, 12 yıldır süren Ergenekon davasında mahkemenin bütün sanıklara beraat kararı vermesi ve Ergenekon diye bir örgütün bulunmadığını ilan etmesi tatlı bir tesadüf oldu!

Böylece 1927 yılından kalma (tabii ki defalarca değişiklik geçirmiş) Askerlik yasası değişti. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Askeri okulların, askeri hastanelerin kapatılması, tüm yetkileri Cumhurbaşkanında toplayan yeni bir emir komuta zincirinin kurulması gibi uygulamalar da bir bakıma meşrulaştırılmış oldu.
Eğer mevcut siyasi sistem değil de eskisi gibi parlamenter bir işleyiş olsaydı, askeri okulların kapatılması, emir komuta zincirinin değişmesi vs. hem ordu içinde hem mecliste hem de dış kamuoyunda ciddi tepkiler doğurabilirdi.

ZORUNLU ASKERLİĞE DAYALI SİSTEM TIKANMIŞTI VE SİSTEM ÜZERİNDE MALİ YÜK OLARAK GÖRÜLÜYORDU

Eski sistem yarım milyondan fazla kalabalık bir ordu yaratmıştı. Bunun çeşitli nedenleri vardı.
Askerliği gelen yüz binlerce gencin her yıl askere alınması, kendiliğinden kalabalık bir ordu yaratıyordu. Fakat bu istenmeyen bir durum değildi. Çünkü Türkiye’deki Amerikan üsleri, Akdeniz ve Hint Okyanusundaki Amerikan filoları ile birlikte bir bütün oluşturan Türk ordusunun, Sovyetlerle bir çatışma ihtimaline karşı, kalabalık olması avantajlı bir durumdu.

Türk ordusu 1990’lı yıllara kadar aynı zamanda iç güvenlikten de sorumlu bir güç durumundaydı. 1960’lı yıllarda yükselen sınıf mücadelesi, gençlik hareketi karşısında orduyu bulmuştu. 1960’lı, 70’li, 80’li yıllarda işçi sınıfı hareketlerine ve toplumsal muhalefete askeri birliklerle müdahale ediliyordu. Örneğin Zonguldak Kozlu kömür işçilerinin 9 Mart 1965 tarihinde başlattıkları greve askeri birliklerin, topçu taburunun yanı sıra hava kuvvetleri bile müdahale etmişti.
Büyük şehirlerin bütün kenar mahalleleri bile jandarma bölgesiydi. Jandarma 12 Eylül’den sonra Genel Kurmaya bağlanmıştı. Dolayısıyla büyük şehirlerin ve taşranın önemli bir bölümünün asayişinden de ordu sorumluydu.

Bütün bunlar ve bitmek bilmeyen sıkıyönetim uygulamaları, yurt çapında çok sayıda asker bulundurmayı zorunlu kılıyordu.
Bu saydıklarımızın yanı sıra, askerlik çağına gelen bütün gençlerin, dini, inancı, etnik kimliği ne olursa olsun askere alınması, ideolojik bir işlev de görüyordu. Biz bu önemli işleve ilk baskısı 2006 yılında yapılan "Osmanlı’dan Günümüze Ordunun Evrimi" isimli çalışmamızda değinmiş; "Ordu tüm gençliğin belli bir dönemde çemberinden geçtiği önemli bir kafa biçimlendirme kurumudur" demiştik.[5]

İyi Parti Bursa milletvekili Ahmet Kamil Erozan yasanın görüşüldüğü sırada mecliste yaptığı konuşmada, ordunun bu ideolojik fonksiyonunu, doğru biçimde; "format atmak" olarak ifade etti. Orduda gençlere Atatürkçülük, cumhuriyetçilik, laiklik formatı atılıyordu. Erozan askerliğin altı aya indirilmesine karşı çıkıyor, altı ayda bu "format"ın atılamayacağını söylüyordu.[6]

1990’lara kadar iyi işleyen bu sistem bu dönemden itibaren aksamaya, görevlerini yerine getirememeye başladı. Şöyle ki:
Zorunlu askerlik fiilen işlemez haldeydi. Meclis konuşmalarında verilen rakamlara göre her yıl 700 bin genç askerlik çağına geliyordu. Fakat yıllık ihtiyaç 280 bindi. Yani her yıl yüzbinlerce genç askere alınamadığı için asker kaçağı durumuna düşmekteydi.

Yüzbinlerce gencin her yıl askere alınıp, bunlara silah ve cephane kullandırılması, giydirilmesi, iaşesi, sağlık ve kırtasiye hizmetleri verilmesi, sonra da bunların asker olarak istihdam edilmeden, gerisin geri evlerine gönderilmesi, bu sirkülasyonun her yıl tekrarlanması, sistem tarafından ağır bir mali yük olarak görülmeye başlanmıştı.[7]
Her yıl yüz binlerce gencin ekonomiden çekilmesi zaten olumsuz bir durumdu. Az sayıda uygun niteliklere sahip elemanı alıp, bunları yetiştirip, sonuna kadar kullanmak ve yapılan masrafları misliyle çıkartmak varken, var olan sistemde ısrar etmek, kapitalist mantıkla bağdaşan bir durum değildi.
Ordu süreç içinde iç güvenlikten çekilmiş, polis sayısı, jandarmayla birlikte ordudaki asker sayısını geçmişti. Yasa görüşmeleri yapılırken ordu mevcudu olarak 400 binin üzerinde rakamlar veriliyordu. Darbe girişiminden sonra bir yandan tasfiyeler yaşandığı, bir yandan da binlerce uzman ve sözleşmeli alındığı için asker sayısı sürekli değişiyordu. Yeni yasayla askerliğin 6 aya indirilmesi nedeniyle yapılan terhislerden sonra bu sayı daha da düşmüş olmalıdır.[8]

400 bin üzerindeki asker sayısına karşılık 2018 yılında Türkiye’de polis sayısı yaklaşık 280 bindi. Bu rakama, darbe girişiminden sonra İçişleri Bakanlığına bağlanan 177 bin kişilik jandarmayı ve 5 bin kişilik Sahil Güvenliği eklersek, ordudaki asker sayısından daha yüksek bir rakam elde ederiz.[9]

Daha önce verdiğimiz rakamlarla karşılaştırıldığında Türkiye polis sayısı bakımından NATO "standartlarını" tutturmaktadır ama asker sayısı bakımından mevcut hala epeyce yüksektir.

Uzunca bir süredir toplumsal olaylara ve işçi hareketlerine ordu değil, polis müdahale etmektedir. 81 ile yayılan Gezi protestolarına da polis müdahalesiyle yetinilmişti.
Askere alınan gençlere "format atma" işi de artık yapılamıyordu. İletişim tekniğinin geri olduğu, internetin, cep telefonlarının bulunmadığı koşullarda, askere alınan gençler bir iki yıl boyunca toplumdan tecrit edilip üzerlerinde çalışılabiliyordu. Şimdi bu tecriti sağlamak mümkün değildir. Esas önemlisi, eskiden askere alınıp iki yıl boyunca anadilinde konuşması yasaklanan, Türkçe okuma yazma, Türkçe konuşma ve resmi tarih öğretilen, laiklik diye resmi Sünnilik talim ettirilen, her etnik kimlik ve dini inançtan gençler artık tarihe karışmıştır. Özellikle Kürt gençliğini asimile edebilme devri çoktan kapanmıştır. Böylece zorunlu askerliğin çok önemli gerekçelerinden biri de süreç içinde ortadan kalkmıştır.

YENİ YASA İLE VAR OLAN FİİLİ DURUM RESMİ HALE GETİRİLMİŞTİR

Yeni yasa ordu ile ilgili her türlü karar verme yetkisini Cumhurbaşkanına yani R. Tayyip Erdoğan’a veriyor. Bütün askeri kurumlar Cumhurbaşkanına bağlanıyor. Zaten öyleydi.
Yeni yasa ile bedelli askerlik sürekli hale getirilmektedir. Epey süredir bedelli askerlik uygulaması zaten istisna olmaktan çıkmıştı. Ama bedelli askerliğin düzenli hale getirilmesi ile birlikte, zengin ve orta halli kesimin çocukları için zorunlu askerlik kalkmış oldu.

Ordunun profesyonelleşmesine gelince. Ordunun savaşan kısmı zaten neredeyse tümüyle profesyonel elemanlardan oluşuyordu. Bu gerçek de yasa görüşmeleri sırasında mecliste değişik milletvekilleri tarafından ifade edilmiştir.

M. Uğur Gökgöz, 419 bin TSK mevcudunun 200 bininin profesyonel muvazzaf askerlerden (subay, astsubay, uzman, sözleşmeli er ve erbaş) oluştuğunu ve terörle mücadele edenlerin tümünün bu muvazzaflar olduğunu söylüyordu. Yükümlüler ise geri hizmetlerde istihdam ediliyordu.[10]
Orduda subay ve astsubayların, uzman ve sözleşmelilere oranı Temmuz 2016’dan önce yüzde 60 iken, bu oran sonradan yüzde 40’a düşmüştü.[11]
Irak ve Suriye’de savaşta olanlar, Kürtlere karşı mücadelede şehit düşenler profesyonel kadrolardı. MHP’li Sermet Atay’ın söylediğine göre her yıl 60 bin uzman çavuş, sözleşmeli personel alınmaktadır. Fakat bu personel içinde hızlı bir sirkülasyon vardır. Bir yandan on binlerce alım yapılırken diğer yandan her yıl 10-15 bin uzman mesleği bırakmaktadır. Sermet Atay bunun nedeni olarak, bu personelin kadrolu olmaması, meslek güvencelerinin bulunmaması, mesleki statüye sahip olmamaları, ailelerinden ayrı kalmaları, ordu evlerine alınmamaları, bunlara şahsi silah verilmemesi gibi sorunları saymaktadır. Yeni yasadan sonra bu tür sorunların çözülmesi beklenmelidir. Fakat her yıl 10-15 bin profesyonel askerin mesleği bırakmasının önemli bir nedeni olarak, sıcak savaş durumunu ve şehit olma ihtimalinin yüksekliğini de hesaba katmak gerekir.
Görüldüğü gibi yapılan iş büyük ölçüde fiili durumun resmi hale getirilmesidir. Yeni yasada, yedek astsubaylık, bunların ve yedek subayların 12 ay askerlik yapması gibi ayrıntılar dışında en önemli yenilik, askerlik süresinin 6 aya indirilmesidir. Bu değişiklikle, savaş dışında tutulan pasif ve mali yük olarak görülen büyük asker kitlesinin eritilmesi amaçlanmaktadır.

DIŞARIDAN İTİRAZLAR

Yeni yasanın mecliste HDP dışındaki partilerin onayıyla geçtiğini söylemiştik. Ama yasa gündeme geldiğinde özellikle Atatürkçü kamuoyunda epeyce gürültü koptu. Bir kesim, "ordu terhis ediliyor", "Sevr Anlaşması uygulamaya konuluyor" diye sesini yükseltti. Yukarıda profesyonel ordu ile ilgili söylediklerimizden sonra bu itiraz üzerinde durmak gereksiz. Bu itiraza inanacak olursak, sayı olarak Türk ordusunun yarısı kadar olan NATO ordularını terhis edilmiş ordular saymak gerekecek.

15 Temmuz’dan sonra yapılan düzenlemelere rağmen ordu Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı denilen yurt dışı operasyonları yapmış, Kürt illerinde ve Kuzey Irak’ta yapılan geleneksel operasyonlarda hiçbir aksama olmamıştır. Yani profesyonel orduya geçiş ve asker sayısının azalmasıyla ordunun savaşma gücünde bir değişme olmamıştır.
Diğer bir itiraz, iki yıllık eğitimle subay alınmasının yanlış olduğu çünkü bu sürede subay yetişmeyeceği, askeri okulların kapatılmasının yanlış olduğu iddiasıydı.
Hangi askeri okulların açılacağı, bu okullardaki eğitim müfredatı ve eğitim süresinin ne olacağı, sistemin ihtiyaç duyduğu askeri personelin nitelikleri ile belirlenir. Askeri personelde olması istenen nitelikler ise dönemden döneme değişir. Örneğin yukarıda gördüğümüz gibi eskiden az sayıda profesyonel kadroya ve kitlesel sıradan insan gücüne ihtiyaç duyulurken durum değişmiş, ordular neredeyse tümüyle profesyonel kadrolardan oluşmaya başlamıştır.

Türkiye’de de askeri okulların çeşidi, eğitim müfredatı ve eğitim süresi duyulan ihtiyaca göre süreç içinde değişmiştir. Örneğin bir zamanlar askeri orta okullar vardı sonradan kaldırıldı. Harp okullarının eğitim süresi 1967 yılına kadar 2 yıldı. Bu süre 1969’da üç yıla, 1974’te de 4 yıla çıkarıldı.

Süreç içinde eğitim müfredatı da değişti. Örneğin M. Kemal 1930 yılından itibaren askeri dersler ve okul yayınları dışında her şeyi yasaklamıştı. Askeri öğrencilerin dışarıdaki konferanslara gitmeleri de yasaktı. Aralarında A. Kadir’in de bulunduğu askeri öğrencilerin ve Nazım Hikmet’in "orduyu ve donanmayı isyana teşvikten" yargılanıp on yılın üzerinde cezalar almalarının nedeni, askeri öğrencilerin istenmeyen kitapları ve günlük gazeteleri okumalarıydı.[12]

Harp Okullarına genel kültür dersleri 1945 yılında konulabildi.

1974 yılında Harp Okullarının dört yıla çıkarılmalarıyla birlikte üniversitelerin işletme, inşaat, ekonomi bölüm dersleri müfredata konulmuştu.

Bütün bu eğitim süresi ve eğitimin içeriği ile ilgili değişiklikler nasıl bir askeri personele ihtiyaç duyulduğu ile ilgilidir.

Uzatmadan söylersek, 15 Temmuz’dan sonra askeri okullar ve eğitim sistemi ihtiyaç duyulan askeri personelin niteliklerine göre yeniden düzenlenmiş durumdadır.

SONUÇ

Etnik, dini kimliğine, ideolojik yapısına bakılmaksızın gençlerin zorunlu olarak askere alınmasına dayalı kitlesel Türkiye Cumhuriyeti ordusu tarihe karışmıştır. Profesyonel ordu ile birlikte, ordunun asker yapısının etnik ve dini kimlik, ideolojik yapı bakımından homojenleşmesi beklenmelidir. Yani eğilim Kürtlerden, azınlıklardan, Alevilerden, solcu düşünceden arındırılmış, Türklerden oluşan, Sünni, sağcı ve muhafazakar bir asker yapısına doğru gidiştir.

Ordunun genel ideolojik yapısı söz konusu olduğunda, Atatürkçülük, İslam’la karıştırılmış olarak, 12 Eylülün, iç ve dış egemen güçlerle sorun çıkarmayan biçimiyle sürdürülecek gibi görünüyor.

17-25 Aralık’tan sonra AKP’nin müttefiki olan Ergenekoncu kesimin Atatürkçülüğü tasfiye edilmeye çalışılacaktır. Çünkü bu anlayış, İslamlaşma, Kürt meselesi, emperyalizmin Orta Doğu politikaları üzerinde sorunlar çıkarmakta, hatta emperyalizmle bağları atmayı bile aklından geçirmektedir. Büyük bir ihtimalle 15 Temmuz darbesini sekteye uğratan da bu örgütlenmenin karşı koymasıydı. Hem orduda hem de toplumda güçlü bir karşılığı olan bu anlayışla mücadele kolay olacak gibi görünmüyor.

Asker yapısındaki böyle bir homojenleşmenin orduyu süreç içinde halkın önemli bir kesiminden koparması, ordunun sahip olduğu "Peygamber ocağı" gibi imajların, askerliğin, gençlerin evlenebilmek ve iş bulabilmek için yapmak zorunda oldukları milli, vatani hatta dini görev olduğu türünden geleneksel anlayışların zarar görmesi beklenmelidir.
Düşük sayıda ya da kapitalist mantıkla söylersek en optimum sayıda askerden oluşacak ordu, doğal olarak eski askeri örgütlenmenin de değişmesini getirecektir. Zaten daha şimdiden üst yapı alt üst edilmiş bulunuyor. Bu değişiklikler ordu, kolordu, tümen, tugay, Alay vs. gibi kitlesel örgütlenmeye dayalı eski yapıya da yansıyacaktır.

Yapılan değişikliklere rağmen Türk ordusu hala bir NATO ordusudur. Profesyonelleşme NATO konseptine uygundur bundan sonra yapılacak düzenlemeler de NATO’nun uluslararası görev bölüşümüne uygun biçimde yapılacaktır. Şu an NATO, AB ve ABD ile yaşanan sorunlar geçidir. Bu sorunlar esas olarak Kürt sorunundan ve R. T. Erdoğan’ın istikrarsızlık yaratan çıkışlarından kaynaklanmaktadır.

Ordu yaptığı müdahalelerle (muhtıralar, açıklamalar, Milli Güvenlik Kurulu kararları vs. ile) siyasi iktidarları yönlendirebilen ikinci bir siyasi güç olma özelliğini kaybetmiştir. Ergenekon, Balyoz operasyonlarıyla başlayan, 15 Temmuz tasfiyeleriyle devam eden sürecin önemli sonuçlarından biri, ordunun siyasi iktidara daha çok bağımlı hale gelmesidir. Siyasi iktidarlar elbette sınıfların üzerinde havada duran kurumlar değildir.

Ordu 2000’li yılların başlarında Türkiye’nin üçüncü büyük ekonomik gücü gibiydi. AKP döneminde OYAK BANK satıldı, OYAK şirketleri duruyor ama yönetimi değiştirildi. Yani ordu ekonomik güç olarak da gerilemiş görünüyor. Herhalde Türk ordusunun da diğer NATO orduları gibi esas olarak kendi işine yoğunlaşması isteniyor.
Ordunun siyasi ve ekonomik konumunda meydana gelen bu değişmelerin, onun artık siyasete müdahale edemeyeceği ya da etmeyeceği, siyasi iktidarın sözünden hiç çıkmayacağı şeklinde yorumlanmaması gerekir.

Türk ordusu önümüzdeki süreçte de iç ve dış operasyonlarıyla, siyasi iktidar ve resmi ideoloji ile ilişkileriyle tartışma gündeminde kalmaya devam edecek.
26 Temmuz 2019

________________________________________
[1] Türk ordusunun geçirdiği aşamalar hakkında ayrıntı için bkz. Osman Tiftikçi, Osmanlı’dan Günümüze Ordunun Evrimi, Ceylan Yayınları 2012
[2] Saruhan Oluç, TBMM 92. Birleşim 20 Haziran 2019
S. Oluç, 27 AB ülkesinin 21’inde zorunlu askerliğin olmadığını da belirtiyordu.
Askere Alma Yasası ile ilgili olarak parti temsilcilerinin yaptıkları konuşmalara, TBMM’nin internet sitesinin "Tutanaklar" bölümünden ulaşılabilir.
[3] Milli Savunma Komisyonu Başkanı İsmet Yılmaz, TBMM 92. Birleşim, 20 Haziran 2019
[4] https://www.blogarti.com/ulkelere-gore-polis-sayilari.html
[5] Osmanlı’dan Günümüze Ordunun Evrimi, s. 9, Ceylan yayınları, 2012
[6] TBMM 92. Birleşim 20 Haziran 2019
[7] Bu konuda MHP’li Sermet Atay’ın, TBMM’de 20 Haziran 2019 tarihli 92. Birleşimde yaptığı konuşma, sistemin şikayetlerini çok açık biçimde dile getirmektedir.
Atay konuşmasında, yurt savunması yerine küresel terör tehditlerinin öne çıkmasının ve yüksek teknolojinin, insan yığını değil, iyi eğitilmiş küçük insan grupları gerektirmesinin, bu iki nedenin, orduların küçülmesine ve profesyonelleşmesine neden olduğunu da söylüyordu.
[8] MSB H. Akar’ın verdiği rakamlara göre darbe girişiminden sonra toplam 16.284 personel atılmış, buna karşılık 51.144 personel alınmıştı.
Alınanların 20 bini, Milli Savunma Üniversitesinden ve dışarıdandı. Bunlar 2 yıl eğitim görüp subay ve astsubay yapılmıştı. Kalan 30 bin kişi de uzman ve sözleşmelilerden oluşuyordu.
[9] https://www.blogarti.com/ulkelere-gore-polis-sayilari.html
https://www.isinolsa.com/gundem/jandarma-genel-komutanligi-toplam-askeri-personel-sayisi-duyuruldu-h18868.html
[10] M. Uğur Gökgöz (Isparta), TBMM 92. Birleşim, 20 Haziran 2019
[11] Ali Bayramoğlu, "Ordunun mevcut yapısı ve 15 Temmuz", 18.07.2019
https://www.karar.com/yazarlar/ali-bayramoglu/ordunun-mevcut-yapisi-ve-15-temmuz-10768#
[12] Bu konuda ayrıntı isteyen okur, bizim Osmanlı’dan Günümüze Ordunun Evrimi kitabının, "Mustafa Kemal Döneminde Ordu" başlıklı bölümüne bakabilirler.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar