Türkiye’de barışı konuşmak marjinalleşirken
Figen GÜNEŞ (@figenwrites)
Türkiye'deki Kürtlerle Suriye Kürtlerinin ayrı düşünülemeyeceği realitesinin bu kadar gün yüzüne çıktığı bir dönemde bir yandan Kürtler Suriye'deki kazanımlarını artırırken, Irak Kürtleriyse bağımsızlık referandumuna hazırlanıyor. Kürt coğrafyasının etrafında kazanlar kaynarken, Kürt meselesinin uluslararası aktörleriyle global bir kimlik kazandığı süreçte Diyarbakır’daki Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Türkiye odaklı Toplumsal Barış Ağı tartışmalarını yürütüyor. Yaklaşık 18 aydır STK'ların yoğunlukla kapatıldığı, OHAL koşullarında tartışmalar yürüten ağ katılımcıları, Temmuz ayının ilk günlerinde tavsiye niteliğinde bir rapor yayınlama hazırlığı içerisinde. Barış nedir gibi temel sorularla başlayan grup, ay sonundaki raporda PKK Lideri Abdullah Öcalan için 'olası bir barış sürecinde önemli katkılar sağlayabilir' önerisinde bulunacaklarından, Türkiye'deki mevcut iktidarın sert bir yaklaşım sergileyebileceğini düşünüyorlar.
Kürt medyasının büyük bir kesimi ve ana akım medya tarafından ‘ne barışı’ yaklaşımları içinde izole edilen Toplumsal Barış Ağı, bu nedenle geniş çevrelere ulaşamıyor. Kürt medyası yoğunluklu olarak Rojava ekseninde şekilleniyor, Türkiye'deki sivil toplumun barış tartışmaları orada istenildiği gibi yer bulmuyor.
Diğer yandan Diyarbakır’da bir ‘bölge parlamentosu’ olarak kurulmuş aynı zamanda sivil toplumun çatı örgütü olarak işlev görmüş, bugünlerde sadece başkanlık düzeyinde çalışmalar yürüten Demokratik Toplum Kongresi (DTK) divan düzeyinde kendi tecrübelerini DİTAM'ın barış ağına aktarma, katılım gösterme anlamında geri durdu, izlemeyi seçti. Çalışmaları önemsenen Türkiye Barış Vakfı'ndan Hakan Tahmaz ve dil bilimci-yazar Necmiye Alpay ise barış ağı toplantılarında yer aldı.
Hükümet sıklıkla Kürt sorununda 'silahsız muhatap arayışını' dile getiriyor. Savaşı silahsız muhatap bitirebilir mi? Toplumsal Barış Ağı bir muhatap mı yoksa aracı mı olmayı hedefliyor? KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat’ın 'AKP’yi devirme zamanı... Barıştan konuşmak teslimiyettir' sözlerinin ardından DEP eski milletvekili, DİTAM Başkan Yardımcısı Sedat Yurtdaş, Toplumsal Barış Ağı’na ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Toplumsal Barış Ağı tartışmalarınızda kimler yer aldı? Bu isimleri nasıl seçtiniz?
Toplumsal Barış Ağı tüm STK'lara açık. İllere gidildi çağrılar yapıldı. STK katılımı bakımından beklediğimizin altında kaldık çünkü hem kapatılanlar oldu hem de kapatılmayanlar da doğrusu kendisini baskı altında hissediyor. Daha dikkatli hareket etmek ve ilerde sıkıntı sebebi olacak bir çalışmanın içinde yer almak istemiyorlar. Dönemsel olarak OHAL olmasaydı, muhtemelen daha çok katılım olurdu. Barıştan umudunu kesen STK'lar da çalışmaya çok itibar etmemiş olabilirler.
Bu OHAL koşullarında sağlanabilecek nitelik ve nicelik sağlandı. Amerika'yı yeniden keşfedecek değiliz, nihayetinde barışa karar verecek olanlar savaşacak olanlardır. Savaş dışı çözümlerin kamuoyunda tekrar tartışılır hale gelmesini, bu yönde fikirlerin oluşmasını sağlamak, geçmişte yaşananlara bakmak, aynı hataları tekrar etmeyecek bir çalışma düzeni oluşturmak için bir araya geldik.
Sivil toplumun büyük ölçüde susturulduğu bir süreçte, DİTAM Toplumsal Barış Ağı nasıl bir etki yaratıyor?
Taşa damlayan su gibi çalışmalarımız; taşa damlaya damlaya bir iz, bir oyuk oluşturuyoruz. Bunu uzun vadede etkisini gösterecek anlamında söylüyorum. Hazır bir formülü yok bu işin. Başladığımızda barış sürecinin izlenmesi hedeflenmişti. Bu süreç nasıl ilerliyor, bu konuda neler yapılabilir diye başladık ama proje hayata geçtiğinde barış süreci kalmamıştı. Biz 'yeniden tesisi' olarak ismini değiştirmek zorunda kaldık. STK'lar nasıl etkili olabilir, kamuoyu nasıl duyarlı hale getirilebilir, siyasi partiler nasıl aktifleştirilebilir savaşın devam etmesine karar veren devlet güçleri ve diğer silahlı güçler bu işe nasıl katkı sağlayacak, baskı nasıl sağlanabilir, üzerinde kafa yorduk.
Arzuladığımız etkiyi oluşturamadığımızın farkındayız. Niteliği itibariyle geniş kitlelere, toplumsal tabakalara yayılma şansı olmayan bir çalışma. Ancak kamuoyunda görünürlük açısından barış ihtiyacı açısından çok önemli etkiler bıraktığına inanıyoruz. Kamuoyunda gerek bireysel gerek kurumsal olarak gittiğimiz yerlerde ilk konuşulan konu olduğunun farkındayız. DİTAM aynı zamanda Türkiye'deki Denge Denetleme Ağı'nın bir parçası, içinde Türkiye'nin her yerinden 270-300 STK var. Anayasa nasıl olmalı sorusu çerçevesinde tartışıp, prensipler ortaya çıkarıyorlardı. Barış konularına şimdiye kadar çok girememişlerdi. Bölgeler arası ekonomik farklılıklar neler bunlar üzerine çalışan bir kurumdu. DİTAM ve barış çalışmaları bütün o ağın da tartıştığı bir konu olarak akılda kaldı. İstanbul Politikalar Merkezi, Podem gibi benzer konuları çalışan üniversite bünyesinde kurulmuş ya da iş çevrelerinin kurmuş olduğu yapıların da ilgilendiklerini, ortak proje geliştirmek istediklerini görüyoruz. Çalışmanın bir ihtiyacı belli bir oranda karşıladığını ve sürdürülmesi gerektiğini de buradan çıkarıyoruz.
Bölgede etkin olan STK'ların hemen hemen hepsi kapatıldı. Barışı tartışan STK'lar da vardı içlerinde. Bu tür bir ortamda barışı konuşmak zor olmuyor mu?
Halka istediğimiz oranda ulaşamıyoruz. Demokratik Toplum Kongresi gibi bir yapı vardı, içinde 600-700 STK'yı barındırıyordu. Şimdi onların faaliyetleri yasak ilan edildi. Orda yer alan STK'ların çoğu faal olmaktan çıktı. Onların da bu süreçte bir çalışma yürütmediklerini anlıyoruz. Bu nedenle OHAL derken boyutları dar bir etkiden bahsetmiyoruz, geniş bir STK alanını olumsuz etkiledi. OHAL dönemine rağmen Hakkari başta olmak üzere Van, Batman, Urfa ve Diyarbakır gibi yerlerde defalarca toplantı yaptık. Aleni engel veya baskı ile karşılaşmadık. OHAL nedeniyle STK'lar kendilerine oto çalışma yasağı getirip kendilerini sınırlandırdılar. Zaten üyemiz olanlardan bazıları kapandı.
Toplumsal Barış Ağı’nın PKK ile devlet arasındaki çatışmaların son bulması için bir çabası olacak mı?
Nihayetinde devletin savaş düzeyinde yürüttüğü çalışmalar yurt içinde bile uçakların kullanılması günlük işlem haline geliyor, yurt dışı operasyonları da aynı. Uluslararası çevreleri de rahatsız ettiği açık olan Şengal ya da Karaçok'a, Suriye'ye yapılan operasyon benzeri bir savaş, bir yandan da PKK'nin buna karşılık verdiği bir savaş var. Hem şehir merkezlerinde hem karakollarda sivillerin de ölümüne yol açan bombalı patlamalar var. Kürt sorununu çözememiş olmanın getirdiği savaşta her gün aktör ve faktörler artıyor ve değişiyor. Her gün biraz daha ateş fıçısına yaklaşan bir toplumsal ruh halimiz var. Öyle bir çağrımız olacaksa açıktan PKK ve devlete yapılan bir çağrı olacak.
Bu ortamda barışı konuşmak zor. Halkı dahil edememek, halkta inandırıcı olamamak tam da sözünü ettiğim bu. Sur gibi Cizre, Nusaybin gibi yerlerde çatışma ve kayıplar yaşanırken şimdi hangi barıştan bahsediyorsunuz diyen insanlar da çok. Bu koşullarda barışı konuşmak çok zor oluyor. İnsanların barışa ikna olması hiç kolay değil. Demokratik zeminde çalışan tüm yapılar zor da olsa inanılmaz da gelse bu çalışmalara devam konusunda ısrarcı olmalılar. Her savaşın masada biteceğine önce kendimiz inanmalıyız.
Hükümet sıklıkla Kürt sorununda muhatap arayışını dile getiriyor. Toplumsal Barış Ağı bu bağlamda bir muhatap mı olmayı amaçlıyor yoksa aracı mı?
Hükümet 16 Nisan öncesinde cumhurbaşkanının Diyarbakır'da yaptığı silahsız olanlar gelsin konuşalım sözlerinden sonra bir adım atmış değil. Bu ağ olası bir barış sürecinin doğrudan muhatabı olma çabasında da değil. Esas olarak çatışma ortamını ortadan kaldıracak, barışı getirecek kolaylaştırıcı çalışmalar yapma amacındayız. Bu noktada fikrinin sorulması barış çözüm şartları konusunda yapabileceklerinin danışılması konuşulması konusunda üstüne düşenleri yapacaktır. Ama kimseden de rol çalma niyetinde değiliz. Çünkü açık ki HDP'den bugün genel başkanları da dahil çok sayıda milletvekili tutuklu. Genel seçimle işbaşına gelmiş yüz küsür belediyeden 85 tanesine kayyum atanmış. Bu şartlarda sanki hiç o yokmuş gibi böyle bir davranışa ne niyet var ne onu hedefliyoruz. Yapılması gerekenlere işaret eden, şartlarının oluşması için çaba harcayan bir noktadayız.
Nihayetinde parlamentoda temsil edilen 6 milyon oy almış legal bir parti var. Dokunulmazlıkları ortadan kaldırılmış olsa bile esas itibariyle barışa, parlamentoya oy veren geniş kitleler var. Oy sahiplerinin ve temsilcilerinin yerine herhangi bir misyon yüklenme niyetimiz yok. Kendi rolümüzün barış atmosferinin sağlanmasına katkıda bulunmak olduğunu söylüyoruz. Bunun yanında uluslararası ve bölgesel düzeyde sorunlar nasıl çözülüyor diye bakmak, barışçıl çözüm diye durmaksızın tekrar etme misyonumuzun olduğunu biliyoruz. Çünkü var olan siyasal atmosferde hem devletin izlediği yolun, hem PKK'nin izlediği yolun çok uzun süreli çatışmaları barındıran yollar olduğunun farkındayız.
Bakıldığında DTK bünyesinde de pek çok sivil toplum örgütü yer aldı. Beraber çalıştınız mı?
DTK'nın oluşumu ve içindeki yapılar ile sonraki iddiaları, açıklamaları ve çalışma yöntemi tamamen birbirinden farklı. DTK en çok özerklik ilanları üzerinden, genel düzenleyici işlem yapan bir özelliğe sahip kurumken, bütün bölgeyi ilgilendiren kuralları koymak yani bölgesel parlamentoya denk düşen ‘kanun altı’ çalışmalar yapmış, kanun kuvvetine yakın bir çerçevede çalışmış bir kurum. Özerklik ilanı nedir? Anayasal bir durumdan bahsediyoruz. Bölgenin idari yapısı anayasal bir konudur. Yaptığınız açıklama bu derece geniş bir yapıya sahiptir. Bizimki sadece bir araya gelen STK'ların barış adına, çözüm adına var olanın ne olduğu, geçmişte ne tür sıkıntıların bu sonuca yol açtığı, nasıl ortadan kaldırılabileceğine ilişkin fikirler üretip kamuoyu ile paylaşmak. Parlamentoya, AB Parlamentosu'na gönderip duyarlılığı artırmak, her şeye rağmen hala insanların barış konusunda nasıl çaba harcadığını, OHAL koşullarında her gün büyükşehir önünde olağanüstü önlem alınmışken hemen yanındaki binada da barış konuşmak biraz paradoksal gibi gelse de diğer taraftan insanların aslında geleceğe yönelik barış fikrini ortaya koymada değerli olduğunu düşünüyoruz.
DTK'da barış tartışmalarına katılıyor mu?
DTK'yi oluşturanlar HDP, BDP, bütün belediye meclisleri, belediye başkanları, seçilmişler; bileşenleri farklı. Sayıları 650 civarında tüm bölgede faaliyet gösteren kurumu bünyesinde barındırıyordu. Böyle bakınca bileşenler farklı. Amaç daha genel, özerklik ilanı son derece genel bir uygulamanın kapısını açar; maliye, içişleri, dışişleri gibi konular dışındaki tüm konuları sağlık, eğitim, sosyal planlama, trafik gibi konuları kendi bünyesine almak isteyen bir yapıyla kamuoyuna çıkmış oluyor. Bu nedenle bileşenleri ve çalışmaları itibariyle çok farklı. DTK çalışmalarımızda yer almayacağını en başından bize söyledi. Onları davet ettik. Bu çalışmayı yakından gözlemleyeceklerini söylediler. Bizde yer alan STK'ların yüzde 80'i bir dönem DTK'da yer almış kurumlar, bizim tartışmalarımızda yer alıyorlar. Gözlemci de olsalar bir kısmı ordaydı. Başkanlık düzeyinde DTK divanından bizde kimse yok.
Kürt medyası barış tartışmalarına yeteri kadar yer verebildi mi?
Bütün Kürt medyası demeyelim ama belli bir kesim Kürt medyasında, bize bir şüpheyle yaklaşıldığını söylemek mümkün. Bu çalışmaların toplumun belli kesimlerinde ve başta iktidar olmak üzere dikkate alınıp alınmadığı konusu da sorgulandığı için şu an izlenmekle yetinildiğini düşünüyorum. Ankara, İstanbul, Diyarbakır toplantılarımız haber olmadı, ilk başladığımızda haber oluyordu. Son dönemde açıklanan politikalar ile ilgili olabilir. Muhtemelen öne çıksın istemiyorlar. Medya kitlelere ulaşma aracı. Doğrudan denetimlerinde olmayan bir çalışma yansısın istemiyorlar. DTK çalışması olsa, televizyonlarda gazetelerde çarşaf çarşaf yer verilirdi. DTK bu çalışmayı yapsaydı belki Diyarbakır afişlerle donatılırdı. Ahmet Türk dedi ki barış gelsin gibi.
Nasıl halka ulaşacaksınız?
Ancak sosyal medya ve internet medyası üzerinden ulaşmaya çalışıyoruz. Türkiye'nin merkez medyası da ilgi göstermiyor. Ne barışı gibi yaklaşıyorlar. Onlar da iktidardan bir komut almadıkları için benzer bir ambargo uyguluyorlar. Merkez medyada başladığımızda da yer vermediler.
Ay sonunda çalışmalarınızın ardından rapor yayınlayacaksınız. Bu raporda barış sürecinin yeniden başlayabilmesi için nasıl bir yol izlenmeli üzerine bir öneriniz olacak mı?
Savaş kiminle yürütülüyorsa onunla bitirilebilir. Bizim yapmak istediğimiz, barışın koşullarının oluşmasını hızlandırmak, katkıda bulunmak bu konuda. Yüz belediyenin 85'inde kayyum tayin edilmişken, orada partide çalışan kişilere davalar açılmışken barışın koşulları nasıl oluşturulabilir? Dolayısıyla tavsiyeler genel olarak demokratik alanın açılması, meselenin şiddet dışı yöntemlerle çözülmesi yani geçmişte bunun yapılabilir olduğunu ortaya koyan bir Türkiye var. Taraflar üzerinde ağırlığa sahip değiliz sadece genel tavsiyelerde bulunabiliriz. Belki daha önce yapılmışları tekrar edeceğiz. Bu işin hazır bir formülü yok.
Dünyada herhalde en uzun savaşın sürdüğü bir meseleyi konuşuyoruz. On yıl içerisinde çözüm aşamasına gelmiş, 20 yıl içerisinde çözüme ulaşmış sorunlar var. Ama bu mesele kırk yıllık bir çatışmayı içinde barındırıyor. Yapılan açıklamalar, operasyonlar, ölümlere bakınca sanki çatışma yeni başlayacakmış gibi bir dille karşılaşıyoruz. Ölümle ifade edilen sayılarla karşılaşıyoruz. Çatışma alanları ile karşılaşıyoruz. Burada Ortadoğu'nun kıyısında, Ortadoğu'nun parçası olmanın da etkisi var. Gerçekleşmez dediklerinizin nasıl bir anda sınırın ötesine taştığını görüyoruz. Bu tehlike her zamankinden fazla büyümüş hale geldi. Bu nedenle çok naif de kalsa, toplumun barışa hazırlanması kolay değil. Hem merkez hem muhalif medya bu çalışmaları görünür hale getiren bir habercilik politikası izlemedi. Bunu izlemiş olsaydı halka mal olan bir barış söylemi, bir barış atmosferi çok daha canlı hale getirilebilirdi. Buna rağmen biz önerilerimizi yapmaya, gücümüz yettiğince paylaşmaya devam eden bir yerde duracağız.
Yeryüzünde ilk kez üzerinde çözüm müzakeresi yapılacak bir mesele değil bu. Türkiye'de benzer çalışmalar içinde yer aldı. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu bize hem Filistin-İsrail görüşmelerinde, hem de AÇE'de bizzat yer aldığını söyledi. Ama maalesef Oslo'dan sonraki deneyim Türkiye'yi üçüncü göz, taraf meselesinde çok rijid bir şekilde karşı duran bir noktaya götürdü. Ancak bütün katılımcılarımız mutlaka üçüncü gözün olması, akademisyenler, aydınlar, yazarlar, kanaat önderleri olması yönünde tartışmalar yürüttüler. Ama aynı zamanda uluslararası çevreden Nobel ödüllüler, eski devlet başkanları, saygınlığı olan kişiler aracı statüsünde olmalı dediler. Sistemimiz itibarıyla cumhurbaşkanı ile doğrudan ilişki içinde olabilecek üzerinde olumlu etki bırakabilecek bir heyet ile beraber uluslararası bir düzeyde işin barış zeminine çekilmesi için önerilerde bulunulabilir. Doğrusu her ülkenin kendine ait özgünlükleri var. Bu alanda 1915'lerden itibaren yazılmış Kürt sorununa ilişkin Türkiye'nin ciddi bir hafızası var. Bu hafızayı doğru kullanarak mutlaka çatışma dışı yolların bulunması gerektiğini önermek durumundayız.
Hiçbir şey bırakıldığı yerden devam etmeyecek gibi görünüyor. Akil insanlar ve Dolmabahçe bırakıldığı yerden devam edecek gibi görünmüyor. Öcalan'ın 2013 Newroz'unda söyledikleri üzerinden devam edecek gibi durmuyor. Ama tüm bu hususlar Bölge Kalkınma Ajansları'nın örgütlediği zemin, Büyükşehir yasası, Necdet Sezer tarafından veto edilen iller yasası bütün bunlar üzerinden aslında bir çözüm zemini olduğu, yerelleşme hakkında yeniden bir düzenleme ihtiyacı olduğu kesin. Dil ve kültür alanında yeniden bir düzenleme ihtiyacı olduğu kesin. Çünkü kalıcı olarak bir ülkenin sorunlarının çözümü için yapılması gerekenlere dikkat çekmek, ezber bozacak çalışmaların yapılması ile sağlanabilir.
Rapor sonrası odağınız ne olacak?
Bizce biten bir çalışma olmamalı. Bir risk görüyoruz. Risk şu; toplum kutuplaşıyor. Bu kutuplaşma devam ederse toplumu bir arada tutan bağların da çözüleceğini görmek mümkün olacak. Bunu önlemek için sadece bölge ile sınırlı bir STK yakınlaşmasından ziyade, tüm bölgeleri kapsayan, empati ile herkesin sorunları paylaşabildiği, sonuçları dikkate alan fikri sirkülasyona ihtiyaç var. Barışı konuşan tüm kurumlar Türkiye genelinde bir araya gelmeli. Neden İzmir'de, Trabzon'da barış konferansı yapılmasın. İlla yukardan bir çağrı gerekmiyor. Sivil toplum inisiyatif almalı, herkesi bir araya getiren bir çalışma zemini oluşturmalı. Toplumun buna ihtiyacı var. Mali kaynağın sonu geldi duralım gibi bakmamak gerek.
Zor bir şeyden bahsediyoruz; belli önyargıların oluştuğu toplumda kutuplaşmanın varlığı uşu ağırlaştırıyor. Türkiye'nin batısından on ili alarak dernekler ile ortak toplantılar yaparak sonradan daha geniş katılımlı toplantılar ile barışı, çözümü, geleceği tartışmalıyız. Türkiye'nin her yerinde 40 yıl sonrası, 30 yıl sonrası nasıl bir ütopya var, halka bunu sormalıyız. Bu kutuplaşma ile Ak Parti'nin 2023 hedefleri şimdiden riske girdi, hatta neredeyse imkansızlaştı. Ayrı ayrı kompartımanlarda yaşayan bir toplum haline geldik.
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Hişyar Özsoy 'Türkiye’nin Kürt sorunu yok, bir Kürt sorunu var. Türkiye artık onun parçası' demişti. Aktörlerin ve faktörlerin bu kadar arttığı bir dönemde, Hükümet Kürt sorununa nasıl yaklaşmalı?
Türkiye Suriye'ye yönelik yaptığı politikaları gözden geçirirse, ortaya yeni olanaklar çıkabilir. Hepsi zor gibi görünüyor ama hayatın emrettiği şeyler var. Aktörler faktörler her gün artıyor. Zaman geçtikçe Türkiye istese bile çözemeyeceği bir noktaya sürüklenebilir. Nihayetinde 80 milyon insan bir arada yaşıyor, hayatın emri barış içinde yaşamak. Hayat bunu emrediyor ama bunu kendi içinde çözemezse şu anda Türkiye'ye duvarlar örülüyor, aşılmaz zannediliyor ama Türkiye'nin Suriye benzeri çatışmaları geçmişte kısa süreli de olsa 6-7 Ekim olaylarında yaşandı. Yani buraya sıçramayacağının garantisi mi var? Bu yüzden asıl meseleyi kendi içinde çözmeli, çözmedikçe dışarıdan tahrike ve sürüklenmeye açık bir mesele olacaktır. Bunun önünü almak için uğraşmalı.
Çatışma çözümünde sivil toplum kurumları nerede duruyor?
Sivil toplumlara alışık olmayan bir gelenekten geliyoruz. Cemaat ve aşiretleri sivil toplum sayarsanız zaten var. Ama dernek-vakıf şeklinde örgütlenmiş yapılar çok eski sayılmaz. Maalesef sivil toplum örgütleri genellikle devletin veya siyasetin güdümünde davranmaya eğilimliler. Aslında sadece Türkiye'de değil Almanya’da da böyle. Dolayısıyla burada da sivil toplum yeni bir deneyim kazanıyor; gücünü ancak çalışmalarından görünür hale gelmekten elde ediyor. Dinlendiğimizi dikkate alındığımızı düşünüyorum ama sorunların çözümü konusunda henüz o noktadan uzağız.
'Bu sürece gelinmesinde iki tarafında hataları var. PKK, HDP’nin kazandığı muazzam siyasi gücü kullanmasına fırsat vermedi’ DİTAM taslak raporunda yer alan bir fikirdi. Çözümde siyasetin önü nasıl açılabilir?
Kürt hareketi Rojava'da, Suriye özelinde ne olup biteceğine odaklanmış durumda. Şu anda Türkiye'de ne yaparım ederimden ziyade, ben Suriye'de nasıl bir politika geliştirmeliyim ki şu anda orada Kürtler statü sahibi olsunlar diye odaklanmış. Bu aslında bize Türkiye'deki Kürt meselesinin çözümünde ilk basamağın Suriye olduğunu gösteriyor. Burası üzerinde fikir üretip tartışıyoruz ama oradaki gelişmeler burayı tayin edecek. Uluslararası siyasetin koşulları fırsatlarını kalıcı bir şekle nasıl dönüştürürüz çabasında, Türkiye ise nasıl kalıcılığı önleriz çabasında. Önce kantonları birleştirecek koridorun oluşmasını nasıl önleriz diye uluslararası siyaset Amerika 20 km’ye kadar girip İŞİD'in giriş çıkışına izin vermeyecek bir hamle yapmışken, Türkiye
Suriye'de bir kaç katta siyaset yapılıyor. En üst katta Amerika ve Rusya siyaset yapıyor. Türkler ve Kürtler en üst katın siyasetini yapamıyorlar, bir altında Türkler Kürtler dahil oluyor. Yani orada meselenin açıklığa kavuşması lazım. Türkler, Kürtlersiz çözümü öngören bir yaklaşımı bir yana bırakmalı. Başından beri Suriye'deki yanlış politikalar, Türkiye’de iklimi değiştiren bir yapıda. Kürtlerden ziyade orada Amerika-Türkiye didişmesine tanık oluyoruz. Duvarda bir silah asılıysa mutlaka patlayacaktır.
Türkiye 1990'larda Irak Kürdistanı yönetimine ilişkin kırmızı çizgilerini gereksiz yere tuttuysa, ilişkilerin normalleşmesi uzun zaman aldıysa şimdi Suriye Kürdistan'ında yapması gereken bu. Suriye Kürtlerini kucaklayarak bu meselenin çözümünde dönüştürücü adımlar atılmalı. Bütün dünya Kürtler orada hak sahibi olsun uğraşında ama Türkiye buna karşı gelme çabasında. Bu koşullarda çözüm burada zor. Soyut ayakları yere değmeyen tartışmalar yürütülmüyor bizim ağımızda. Oradaki katı müdahalenin buraya yansıyacağını biliyoruz.
Raporunuzda çatışma çözümü önerisi olarak önce silahlar bırakılsın gibi bir öncelik belirlediniz mi?
Önce silahlar mı bırakılmalı, buna biz karar veremeyiz. Türkiye barış sürecini silahlar bırakılsın diye anladı. Bugün Kolombiya'da halen silahlar kullanılıyor müzakere devam ederken. Sorunların barış içinde çözülmesi için önce yüzleşme yapılmalı. İki araç çarpışmadan durdurma mekanizmasını geliştirmeliyiz, hangi araç önce durmalı gibi bir önerimiz yok. Öcalan'ın aslında devlet ve örgüt tarafından yıpratılmadığı sonucu çıktı tartışmalarımızda. Barış çabasında Öcalan'ın önemi çizildi. Geçmişte nasıl etkili ise bugün de etkili olabilir.