Akın Birdal: Türkiye çok keskin bir kavşağa gidiyor

Akın Birdal: Türkiye çok keskin bir kavşağa gidiyor
'Eşitlik ve özgürlükçü sivil bir anayasa çözümün başlangıcını oluşturacaktır. Ve dediğim gibi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine son verilerek parlamenter sisteme dönülmelidir.'

ARTI GERÇEK - Türkiye tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Demokrasi askıya, hukuk devleti ayaklar altına alınmış durumda. Tüm kesimler artık yolun sonuna geldiğinde hemfikir. Ancak bu tünelden nasıl çıkılacak sorusu tüm yakıcılığıyla cevap bekliyor.

Artı Gerçek olarak krizin analizi ve çözüm yolları konusunda Türkiye Sol Siyasi Hareketi’nin önde gelen isimlerine, kanaat önderlerine hem içinde bulunan durumu değerlendirmeleri, hem de çözüm yolu konusundaki görüşlerini sorduk. Sağ söylemin tüm ağırlığıyla medyaya hakim olduğu bir dönemde Sol’un çıkış yolları konusundaki görüşlerine bir platform olmaya çalıştık.

Eski İnsan Hakları Derneği Başkanı ve Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, içinde bulunan durumu değerlendirirken "Türkiye çok keskin bir kavşağa gidiyor. Bunu dönebilir mi dönemez mi kestiremiyorum. Çünkü gerilim, çatışma ve kaos ortamından yararlanarak Türkiye’nin temel sorunlarının üstü örtülüyor" dedi. Birdal içinde bulunulan durum ve çıkış yolları konusunda şunları söyledi:

"Türkiye’de temel sorun siyasi iktidarın demokrasiden, birlikte yaşama anlayışından, adaletten, hukuktan uzaklaşıyor olması. Cumhuriyet tarihinde bu denli ‘ben yaptım oldu’ anlayışı egemen olmamıştı. Hiç değilse muhalefetin varlığı, çoğulculuğun kanalları daraltılmış olsa da açıktı ama şimdi ne yazık ki bu da kapatıldı ya da yok sayılıyor. Ve kendilerince bir demokrasi anlayışını, otoriter, tekçi bir anlayışın egemen kılıyorlar.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve demokratik parlamenter sistemin kilitlenmesi, kuvvetler ayrılığının askıya alınması çok önemli bir etken. İnsanların hak arama, mücadele alanları kapatıldı. Çünkü hukuk herkes için, insan hakları herkes için ama ne yazık ki orada da çok ciddi bir ayrımcılık var.

Muhalefetin söz, itiraz hakkı kabul edilmiyor. Türkiye’yi bu noktaya getiren, cesaretlendiren nedir? Bence uluslararası topluluğun ve kapitalist dünyanın şu andaki pozisyonu. Örneğin bugünkü iktidarı cesaretlendiren bence en önemli şey birincisi; Ortadoğu üzerindeki emperyal emellerine Türkiye’nin jeostratejik pozisyonu üzerinden elde etmeye çalışıyorlar.

İkincisi; insan hakları açısından yaşanan mülteciler dramı. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nden çıkan sözleşmeler yok sayılarak, kendi batı dünyası varoluş gerekçelerinden uzaklaştılar. Örneğin mülteciler konusunda savaş hali, ekonomik ve sosyal nedenlerle bir grubun başka bir ülkeye sığınma hakkı, uluslararası hukukça güvence altına alınmışken bu yok sayılıyor.

Türkiye’ye depolanıyor ‘siz bunları buradan tutun’ diyor. Türkiye ise ‘vanayı açarım’ diyerek koz olarak kullanıyor.

Üçüncüsü ise Türkiye’nin silah alımlarında vazgeçilmez bir alıcı oluşu. Bugün silah alımlarında ilk sıralarda yer alıyor.

Dördüncüsü de yine Afganistan’daki Kabilin Türkiye’ye verdiği görev. Bunlar bence siyasi iktidarı cesaretlendiriyor ve uluslararası hukuka ve kendi anayasasına bile uymaz hale getiriyor. İçi ve dış denetim mekanizmaları bence askıya alındı. Şu anda kimin ne yaptığı belli değil. Belli de bunu denetleyip, sorgulayamıyorsunuz. Böyle bir durum.

Diğer yandan ırkçı saldırılar, yangınlar… Ülke nereye gidiyor…

Türkiye çok keskin bir kavşağa gidiyor. Bunu dönebilir mi dönemez mi kestiremiyorum. Çünkü gerilim, çatışma ve kaos ortamından yararlanarak Türkiye’nin temel sorunlarının üstü örtülüyor. Son günlerdeki nefret, ayrıştırıcı dil doğrudan şiddete ve ırkçı saldırılara dönüştü. Şu an Afyon, Ankara, Antalya, Konya’da yaşanalar saldırılar gündemde.

Konya’daki yedi kişinin katili sözde bulanamamış. Bence bulundu ve ellerindedir. Ama dillendirip bazı şeyleri çözeceği için şu an bunları saklı tutuyorlar. Aynı Deniz Poyraz’ı katleden failin bir gün bile olmadan, sorgulanmadan cezaevine gönderilmesi gibi. Oysa demokratik eylemlerde gözaltına alınanlar günlerce sorgudan geçiyor.

Yangınlarsa kuşkusuz ekosistem değişiminden kaynaklanıyor ancak diğer ülkeler her türlü önlemi alırken burada insanların haklarını ve özgürlükleri yok sayan iktidar dayanışma haklarını da yok sayarak hiçbir önlem almamıştır. Örneğin Yunanistan karayolundan geçenlerin dikkatini çekmiştir. Her üç kilometrede ormanlara giden araç yollar açılmıştır ve tepelerde gözetleme kuleleri vardır. Herhangi bu tarz yaşanacak bir durumda müdahale edilmektedir. Şimdi Türk Hava Kurumu’ndaki hangardaki uçaklar kullanılamaz halde olması ama birilerinin 13 uçakla gidiliyor olması bu toplumun artık aklı ile değil, vicdanı ile de dalga geçmektir. Ve bu kabul edilir bir durum değil.

Çözüm yolu nedir?

Örneğin devlet açısından ne yapılabilir? Bakın tecrit ve cezaevindeki koşulların iyileştirilmesi için cezaevlerindeki mahpuslar 27 Kasım 2020’de başlatılan süresiz dönüşümlü açlık grevi, 48’inci grupla 252’nci gününde devam ettiriyor. Mahpuslar, 5'er gün olan eylemi, 14 Temmuz'dan itibaren 15 güne çıkardı. Bu insan haklarına aykırıdır. Tecride son verilmeli ve açlık grevleri beklenmeyen bir durumla sonuçlanmamalıdır. HDP’ye yönelik kapatma davaları durdurulmalıdır. Tüm siyasi mahpuslar serbest bırakılmalıdır. Kayyım atamaları durdurulmalı, çekilmeli ve seçilmiş olanlar görevlerine iade edilmelidir.

Eşitlik ve özgürlükçü sivil bir anayasa bunun başlangıcını oluşturacaktır. Ve dediğim gibi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine son verilerek parlamenter sisteme dönülmelidir.

Kuvvetler ayrılığı esas alınmalıdır. Bunlar yapılır mı, yaparlar mı? İşte burada marifet muhalefete düşüyor. Demokrasi güçlerinin birliğine, cesaretine ve kararlılığına kalıyor. Şimdi zaman zaman muhalefetin bir araya gelip gerek siyasi sol partiler gerekse HDP ve müttefikleri bir takım çağrılar yapıyorlar. Örneğin geçtiğimiz günlerde ‘HDP’nin siyaset yapma hakkını savunuyoruz’ diye 46 siyasi parti, sendika ve dernekler bir araya gelerek çağrı yaptılar. Ancak bu mesele orada kalıyor. Bence bir ajanda çıkarılmalı ve bu ajanda temel sorunları gündemine almalı ve ne yapmalı diye bir yol harikası çizmeli.

Bakın bunun için referanslarımız var. Örneğin Şengal’de Ezidi halkının uğradığı soykırım ve IŞİD’in oradan def edilmesi. Kobane Devrimi yol gösterici ve aydınlatıcıdır. Demokratik, barışçıl ve kitlesel sivil itaatsizlikleri programa almak gerekir. Cumartesi anneleri sivil itaatsizlik için bizim için referanstır. Boğaziçi direnişi, gezi direnişi ve bunların hepsi anımsatıcı ve umutlandırıcı örneklerdir.

Arkadaşlar tamam çığlıklarını duyuruyorlar ama orada kalıyor. İnsanların çığlıklarını ve demokrasinin kan kaybediyor olmasını görünür kılmalıyız. Bugün bir ilçe belediyesinden parasını kaybeden bir kişi için anons yapıldı. Belediye parasını yitiren kişinin belediyeye başvurmasını istedi. Bakın bu umudumuzu yitirmemek için hala iyi insanların bir ifadesi bence. Bu nedenle ideolojik, politik nüansları erteleyerek, demokrasi, adalet, hukukun üstünlüğü ve insan hakları ve barış kapsamında bir program yapmalıyız.

Bu program doğrultusunda sivil itaatsizliği gündeme taşımalıyız. Siyasal iktidar daha önceki yıllarda baskıcıydı ama bu denli toplumun nefesini daraltmamıştı. Şu anda bizim nefes almaya gereksinimimiz var. Ve o nefesi bize aldıracak olan da el, soluk, ses birliğidir. Mücadele ve dayanışma birliğidir diye düşünüyorum.

Demokratik ittifak mümkün mü?

HDP projesi bunun örneğidir. 1995 yılında HADEP çatısı altında solun, sosyalistlerin birliği için çok önemli bir adımdı. Bakın 1995’den günümüze 26 yıl geçti. HDP çatısı altında bu proje gerçekleşti ama yeterli değil, bunu daha da genişletmeliyiz. Geçtiğimiz günlerde demokrasi konferansı yapıldı ama bence bir nokta hedef belirlemeliyiz. Adalet yargı vesayetiyle hala cübbelerimiz ile adliyeye gidiyor olmamızın bu adaletsizliğin meşrutiyet kazanıyor olmasına bilerek ya da bilmeyerek katkıdır.

Buna izin vermemeliyiz. Eğitim emekçilerinin, Baronun yapabilecekleri var. Bence ortaklaşmalıyız. Bütün özlemlerimize, isteklerimize ve geleceğe bağlı bir program bize dinamizm, heyecan, umut katar. Yoksa her gün sosyal medyada ya da herkes kendi köşesinde bir şeyler söyler. Ama ne yazık ki karşılığı yok. Başta ana muhalefet partisi sanki Türkiye’de yaşamıyor. Günü geçiştiren bir şeyler söyleyip geçiyorlar.

Türkiye’de birlikte yapılabileceklerin olduğunu ama geç kalınması halinde yapılacakların da yapılamayacak olmasından kaygı duyuyorum. Bakın OHAL’in uzatılması, yeni internet yasasının düzenlenmesi bunların hepsinin mesajını doğru okumak gerekiyor. Başta muhalefet partisi bunu iyi okumalı. Başkasına yar olmayan onlara da yar olmaz. 

O nedenle herkesin kendi içinde kendini sorgulaması ve sonra ne yapabiliriz sorusunun karşılığını ortaklaşa değerlendirmek gerekiyor. Aksi takdirde olacaklar hepimizin sorumluluğundadır. Büyük bir türbülanstayız. Buna acil bir müdahale gerekiyor. Yangına karşı çok önemli çığlıklar yükseldi. İnsanların bu isyanının organize, örgütlü bir iradeye gereksinim var. Hep birlikte… hep birlikte...

Öne Çıkanlar