Ali Duran Topuz: Eşitsizliği çocuk ruhlarımızda bir darbe olarak tecrübe etmiştik

Ali Duran Topuz: Eşitsizliği çocuk ruhlarımızda bir darbe olarak tecrübe etmiştik
‘Koçgiri'den Kürtçe konuşan Kızılbaş bir topluluğun küçük bir ailesi olarak kalkıp İstanbul’a gelmiştik. Cumhuriyette eşitlik dilimizden ötürü ağır bir eşitsizlik haline gelmişti.’

Yağmur KAYA


ARTI GERÇEK- UNESCO’nun ilan ettiği Hacı Bektaş Veli anma yılı dolasıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) ev sahipliği yaptığı "Hünkar Hacı Bektaş Veli Festivali"nde "Eşitlik arayışına karşı kimlik onayı" başlığında bir konuşma yapan Hukukçu ve Gazeteci Ali Duran Topuz, Türkiye’deki Kızılbaş Alevi toplulukların eşit yurttaşlık deneyimleri ve mücadelelerine ilişkin bir konuşma yaptı.  

Aristoteles’in "Politika" adlı eserinden bir kesitle eşitlik konusuna değinen Topuz, filozofun kitabında eşitlik meselesinin politika açısından yerinin çok özel olduğunu belirterek konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:  "Aristoteles şöyle söyler: ‘Neyin eşitlik neyin eşitsizlik içerdiği konusu eksik bırakılmamalı. Politikayı konuşurken. Çünkü siyasetin açmazını ve felsefesini ilgilendiren bir meseledir bu.’ Gerçekten de eşitlik meselesi siyasetin temelindedir. Bunu ilk dile getiren filozof Aristoteles. Yani yaklaşik 2 bin 500 yıldır siyasetle ilgili her konuşmada, her düşünce ve her siyasi mücadelenin içerisinde ‘Eşitlik’ başlığı çok özel bir yer tutar."

‘ÇOK ÖZEL YANLAR İÇEREN BİR KESİT, MUHTELEMEN TECRÜBE ETTİNİZ, ÇÜNKÜ GERÇEKTEN ÖZEL BİR YANI YOK’

Bu eşit ve eşitsizlik meselesine "kişisel hayatımdan kesit" diyerek örnek veren ancak kişisel dediği bu kesiti milyonlarca insanın yaşamış olabileceğini vurgulayan Topuz şöyle konuştu: "Bu kişisel kesitteki bazı meseleler üzerinden Türkiye’deki Kızılbaş Alevi toplulukların eşit yurttaşlık deneyimleri ve mücadelelerine ilişkin gözlemlerimi aktaracağım. Kişisel öykü için özür dilerim; çünkü gerçekten hiçbir özel yanı yok. Yüzbinlerce belki milyonları aşan örneği var. Ama konu eşitlik olduğunda bu sıradanlığın içerisinde çok muhtemele hepiniz tecrübe ettiniz bunu. Çok özel yanlar içeren bir kesit bu. Şu an da dünyanın en büyük kentlerinin birinde bir aradayız. İstanbul dünyadaki azınlık nüfusları açısından da en büyük kent. İstanbul aynı zamanda en dünyadaki en büyük Kızılbaş Alevi, Bektaşi toplumların yaşadığı bir kent ve en büyük Kürt kenti. Diyarbakır’dan, Erbil’den ve Süleymaniye’den çok daha fazla hatta hepsinin toplamından çok daha fazla Kürdün yaşadığı bir yer.

Biz 1976 yılında İstanbul’a geldik. Öykünün temelini biliyorsunuz; o dönemde kır coğrafyası insanları beslemeye yetmiyor herkes ekmek peşinde bir yerlere doğru gidiyor. Büyükşehirde birinci merkezlerdendi. Bizde gelip İstanbul’un çok güzel bir yeri olan Çengelköy sırtlarında Rasathane Korusu’nun arda tarafında Talimane’ye yerleştik. Babamın kuşağındaki insanların hepsinin birkaç hayali vardı: Bir işleri olacak, düzenli bir gelirleri olacak, ailelerini geçindirecekler ve çocuklarını okutacaklar. Bu çocuklarını okutma meselesi -biliyorsunuz genel olarak istatistiklerde bunu gösteriyor- Alevi toplumunda Türkiye’deki diğer topluluklara göre çok daha peşine düşülen önemsenen bir mesele. Aynı şey babam için de geçerliydi. Benden bir yaş küçük kardeşimle beraber okula başladık.

‘BABAENNEM, ANNEM, HALAM, BEN, KARDEŞİM…’

Tabii biz mahallemizde kendimizi Türk ve Sünni olarak tanıttık ama Türk olarak tanıtmamız hiçbir işe yaramadı. Çünkü babaannem Türkçe bilmiyordu, annem Türkçe bilmiyordu, halam Türkçe bilmiyordu, ben Türkçe bilmiyordum, kardeşim Türkçe bilmiyordu. Koçgiri’nin bir dağ köyünde Kürtçe konuşan Kızılbaş bir topluluğun küçük bir ailesi olarak kalkıp İstanbul’a gelmiştik. Biliyorsunuz Cumhuriyetin sağladığı imkanlar herkese eşittir ama bu eşitlik meselesi biz okula adım attığımızda fiilen dilimizden ötürü ağır bir eşitsizlik haline gelmişti. Söylenilenleri, anlatılanları anlamıyorduk bu da bizi eksik, yetersiz ve dışarda bir kişiler olarak algılanmamıza yok açıyordu. Bir süre sonra bu iş çözüldü. Bu arada benim birader iki yıl Türkçe konuşmadı. Anlayama başlamıştı ama konuşmayı reddetti. Konuşulanları anlamaya başlayınca etrafımız da başka meselenin daha döndüğünü fark ettik.

ŞÖYLE DEMİŞTİ BİRİ: HZ. ALİ GELSE BU KIZILBAŞLARIN HEPSİNİ KESER

Bu mesele o senenin yazı gelince kendisini iyice gösterdi. Kur-an kursuna gitmemiz gerekiyordu çünkü Sünni olduğumuzu da söylemiştik. Kuran kursuna başladık. Benim ezberim iyi olduğu için el üstünde tutulan bir öğrenci oldum. Birkaç hafta sonra bir sohbette yavaş yavaş gelişen Türkçemle anladığım çok ilginç bir cümleyle karşılaştım. Hala çivi gibi aklımda durur. Şöyle demişti biri: ‘Hz. Ali kalkıp gelse bu Kızılbaşların hepsini keser.’ Evde Hz. Ali’den bahsedilince bir saygı duruşuna geçmek gerekirdi, öyle rast gele bahsedilemezdi. Hz. Hüseyin deyince zaten gözyaşı dökülmesi gerekirdi. Bu kadar kutlu, sevgili ve varlığımızın temelini oluşturan ismin eğer yaşıyor olsa hepimizi keseceği bilgisi bir çocuk için son derece şaşırtıcı ve çarpıcı bir bilgiydi. ‘Allah’tan rahmetli olmuş’ demek gelmişti o zamanlar içimden."

‘EŞİTSİZLİĞİ ÇOCUK RUHLARIMIZDA BİR DARBE OLARAK TECRÜBE ETMİŞTİK’

Kendilerini Türk ve Sünni olarak tanıtmaları ve cami avlusunda işittiği "Hz. Ali kalkıp gelse bu Kızılbaşların hepsini keser" durumunun Türkiye’de çok önemli iki sorunu gösterdiğini vurgulan Topuz, Kürt Kızılbaş Alevilerin bu ülkede iki ağır eşitsizlik durumunu birden yaşadığını belirtti. Topuz, "Siyasetin temelinde eşitlik meselesinin aslında eşitsizlik olarak tecrübe etmekten kaynaklanıyor. Yani hiç kimse ne tarihteki herhangi bir dönemde ne de yakın dönemde ne de bugün için kendiliğinden eşitlik fikrine kapılmıyor. Eşitsizliğin yarattığı sıkıntılar, yarattığı şoklar ve tahribatlar eşitliği bir fikir, bir arayış ve bir siyasi mücadele anlamı olarak öne çıkarıyor. Çünkü eşitsizlik kendisini ağır bir şiddet olarak ben ve kardeşim bunu çocuk ruhlarımızda bir darbe olarak tecrübe etmiştik. Biraz daha büyüyüp yaşımız 10’lu yaşların ortalarına doğru gelince aslında bütün toplumumuzun çok uzun bir zamandır belki Kerbela’dan bu yana eşitsizlik durumu içerisinde bir mücadele yürüttüğünü, varlığını ayakta tutma ve sürdürme konusunda tehditlere açık bir biçimde yaşadığını görmüş, fark etmiştik.

Bu söz, ‘Hz. Ali gelse ve hepsini keser’ sözü 9 yıl kadar önce Türkiye’yi yöneten en kudretli kişinin ağzında bir başka şekilde ifadesini buldu. Siyaseten durumun çocukluğumuzdan bu yana -İstanbul’a gelişimiz 45 seneyi buldu-  temelde hiç değişmediğini gösteren bir ifadeydi. 2012 ya da 2013 yılında bir AK Parti toplantısında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Aleviler ve Alevilik meselesi üzerine bir dizi nutuk ifa etti. Bunun içerisinde şöyle bir ifade vardı: ‘Yaşam tarzı olarak Hz. Ali ile bir alakaları yok.’ Bu nutukta sadece ‘kesme’ kısmı eksikti. Bu ‘Kesme’ işine yarayacak kılıcıda biz Ayasofya’nın açılışında minbere yürünürken Diyanet İşleri Başkanı’nın elinde gördük" dedi.

‘İŞARETLER ALEVİLERİN EŞİTSİZ KONUMUNU GÖSTERİYOR’

Türkiye’nin NATO’ya girdikten sonra Kızılbaş’ın devletin paramiliter örgütleri içerisinde Kızıl komünistle bir bağ kurularak Aleviler üzerinde bir ikinci damga şeklinde kullanıldığını söyleyen Gazeteci Topuz, "Yani Kızılbaş işaretler yok edilmesi gereken Aleviyi ve aynı zamanda O’nun potansiyel Kızıllığını yani bir eşitlikçi toplum anlayışını atfeden Komünizme bağını kuran yanını gösteriyordu. Ve biz bu işaretin ne anlama geldiğini doğal olarak çok iyi biliyoruz. Hiçbir yerden bilmesek Maraş Katliamı’ndan biliyoruz. HDP Milletvekili Ali Kenanoğlu 2012 yılından bugüne kadar 37 işaretleme vakası tespit ettiğini dile getirdi. Fakat bu işaretleme aslında benim camii avlusunda duyduğum söz. Şimdiki Cumhurbaşkanının başbakanken söylediği söz ile sokaklarda evlere ve Cem Evleri’ne konulan işaretler aynı anlamı taşıyor. Alevi’nin ‘Eşitsiz’ konumunu gösteriyor. ‘Sizi görüyoruz, yerinizi biliyoruz’ diyor. O işaret bir "Çarpı". O çarpı işareti yok etme, ortadan kaldırmayı yani ölümü çağrıştıran bir özel anlamı da var.

Fakat bu işaretlet bundan ibaret değil. Örneğin geçen hafta Hürriyet Gazetesin de bir gazeteci değil de iktidar heyetinin bir propagandisti, bir zihin oluşturucusu olarak görev yapan Abdulkadir Selvi bir yazı yazdı. Bu yazıda CHP içerisindeki Cumhurbaşkanlığı tartışmalarına ilişkin güya kulis bilgileri veriyordu. İmamoğlu hedefindeydi. Ve burada şöyle bir cümle alıyorum. Selvi yazısında diyor ki; ‘Ekrem İmamoğlu salt İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı gibi hareket etmiyor. İstanbul dukalığı ile Kürtler, Aleviler ve ABD ile ittifak kuruyor.’  Şimdi burada benim kimliğimde bir araya gelen Kürt Alevi büyük başlıklarının ikisi birden yer alıyor. Üçüncü başlık ABD. Dünyanın en büyük emperyal ve emperyalist gücü. Ve ulaştığı yerlere ciddi felaketler götüren bir ülke.

‘EŞİTSİZLİK CAN YAKICI HAYATI DAYATIRSA...'

Selvi’nin yazısında işte o camii avlusunda duyduğum, Cem Evleri ve Kızılbaş kişilerin oturduğu evlerin duvarlarındaki işaretlerin benzeri bir işaret var. Kürtler ve Aleviler –çünkü bunu konuşurken örneğin Sunnilerden ve Türklerden bahsetmiyor bu yazıda. Diğer nutuklarda da hiçbir zaman böyle bir şeyden bahsedilmez-. Kötü, zavallı, tehlikeli, düşman niteliğinde bir güçle beraber anılıyor. Onlarla iş birliği yapma ki Kürtlere yönelik ifadelerde bu çok yer alır. ‘Kürtler Amerikalılarla iş birliği yapıyorlar’ türü laflar. Burada Alevilerinde bu şekilde yer alması ikisinin benzer bir statüde göründüğünün ve aynı şekilde işaretlendiğinin bir başka ve yakın dönem örneği. Eşitsizlik tecrübe edilip can yakıcı ve can sıkıcı bir hayatı dayattığına göre, eşitlik mücadelesinin olması ve oluşması gerekir. Ve olmuş ve oluşmuştur da" dedi.

BİRİNCİ EŞİTLİK TALEBİNE VERİLEN CEVABIN FİNALİ MARAŞ KATLİAMI OLDU

Kızılbaş Alevi topluluklarının 1965 yılından sonra varlıklarını ortaya koymak, siyasi haklarını talep etmek ve eşit yurttaş olarak tanınmaya yönelik bir bildiri yayımladığını söyleyen Topuz, bu bildiriye iki cevap verildiğini ifade ederek, "Bir yanıyla genç Alevi, Bektaşiler görüşmeye çağrıldılar, Cumhurbaşkanı, Başbakanlar hoş güzel sözler söyledi. ‘Alevilik iyi bir şeydir, güzel bir şeydir. Biz çok severiz. Aramızda ayrı gayrı yok’ cevabıydı. Ama bir de pratik cevaplar verildi. Bir takım karanlık güçler devreye girdi. Hatay’da, Ortaca’da, Elbistan’da en sonu finali Maraş olan saldırılar düzenlendi. Bu birinci eşitlik talebine verilmiş cevaptı. İkinci cevap: Büyükşehirlere göçün hemen hemen tamamlanmasından sonra 12 Eylül 1980 Askeri Darbe’den sonra kendiliğinden olan girişimlerdi büyükşehirlerdeki Cem Evlerinin inşa edilmesi, kolu komşudan başlayarak herkese Alevi Kızılbaş olduğumuzu söylememizle beraber iki cevabı oldu. Bir tanesi yine folklorize edilerek bir takım düzenlemeler eşliğinde ama eşitliği hiç anmadan. Ama bunun net cevabı aslında Madımak Yangınıydı. Ve bu konjonktür hala varlığını sürdürüyor ve bizi şöyle bir şeye zorluyor: Sadece kimliğimizin beğenisi, savunucusu ve kimliğimizi korumaya yönelik bir çabayla sınırlı kalma, kimlikçi denilen bir pozisyonda kalmamız isteniyor. En büyük kimlikçi politikayı devletin bizzat kendisi yürütüyor aslında. Fakat bizi de onaylanan, makbul, hatırı sayılır kimlikler arasına girmemiz için önerdiği eşitsiz durumu, hiyerarşiyi kabul etmemizi istiyor.

‘EŞİTSİZLİKLE MAĞDUR OLAN KESİMLERLE BİRLEŞMENİN YOLLARI ARANMALI

Bunun alternatif yolu ise eşit yurttaşlık temelinden hiç vazgeçmeden ve eşitsizlikle mağdur olan bütün kesimlerle dayanışma ve birleşme yollarını arayarak, ortak siyaset imkanlarını gözeterek yol yürümek. Eğer sadece kimliği korumak, kimliği savunmak bir haktır ama bununla sınırlı kaldığı ve kimlik onayını aldıktan sonra diğer meselelerle ilgilenilmediği durumda kimlikçi pozisyona düşerek diğer eşitsizliklere onay veren haksız bir konuma Kızılbaş Alevi anlayışına 72 milleti bir gören anlayışın ruhuna, anlayışına da uymayan bir konuma itiliriz. Benzer mücadeleyi yapan çok sayıda topluluk var Kürtler var örneğin en ön sırada. Sınıf meselesi ile ilgili boyutu var. Buralardaki mücadelelerle eşit yurttaşlık ekseni üzerinde bir yol yüründüğü zaman ancak bir çıkış olabilir. Diğer türlüsü makbul Alevi gibi bir statü çıkar ortaya. Bazı istekleri yerine gelir, küçük bir cemaatin gönüllüleri olur ama Kızılbaş topluluğun ve bu büyük ülkenin içerisindeki diğer bütün topluluklarla beraber eşitçe, demokratik bir yaşam imkanı ufkun çok uzağında çok gerisinde kalır" dedi.

 

 

 

Öne Çıkanlar