Dur ihtarına uymadığı iddiasıyla 403 kişi öldürüldü

Dur ihtarına uymadığı iddiasıyla 403 kişi öldürüldü
Baran Tursun Vakfı Başkanı Mehmet Tursun, 'Dur ihtarına uymadığı' gerekçesiyle 2007’den bu yana 403 kişinin polisin açtığı ateş sonrası hayatını kaybettiğini söyledi.

Mehmet Dursun'un oğlu Baran Tursun'da aynı gerekçe ile vurulan insanlardan biri ve adalet arayışı baba Tursun'u başka insanlar da yaşamını yitirmesin diye oğlunun adını verdiği vakfın kuruluşunu hazırladı.

En son Adana'da, 18 yaşındaki Suriyeli mülteci Ali el Hemdan olayı kamuoyunda belirli bir yer buldu. Evrensel'den Meltem Akyol'un haberine göre,  Baran Tursun Vakfı Başkanı Mehmet Tursun, "Dur ihtarına uymadığı" gerekçesiyle 2007’den bu yana 403 kişinin polisin açtığı ateş sonrası hayatını kaybettiğini söyledi. Tursun, olaylarda ‘yetkili kişileri’ aklayan açıklamalarla başlayan sürecin, medya ve yargının katkısıyla failleri de aklayan bir sürece evrildiğini ifade etti.

Mehmet Dursun, Hemdan’ın öldürülmesine dair, Polis Vazife ve Salahiyetler Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişiklikle polisin yetkisinin arttığını hatırlatarak, "Polise duraksamadan ateş etme yetkisi verildi. Şimdi olaylara baktığımız zaman bu 403 kişinin tümü asayiş olayları ile ilgili. Oğlum Baran Tursun ve Ali el Hemdan’ın öldürülmesi dahil bunların tümü Kabahatler Kanun’una girmesi gereken olaylar olmasına rağmen insanların canları gitti" dedi..

'DAHA CESET YERDEYKEN AÇIKLAMA YAPILIYOR'

Polisin yaşananları nasıl kayıt altına aldığı sorusuna Tursun: "Hemen bakanlar, valiler, kaymakamlar kısacası olayın ağırlığına göre değişen yetkililer hemen devreye giriyor, basına açıklama yapıyor. Daha ceset yerdeyken, daha otopsi bile yapılmamışken… İşte yok elinde bomba vardı, yok elini beline attı, yok polisin üstüne yürüdü, durmadı… Kısacası daha ceset üzerinde bir inceleme yapılmadan failleri aklıyorlar. Medyası da bunları veriyor… Olay yeri inceleme ekipleri de bu resmi makam sahiplerinin açıklamalarını duyduktan sonra dosyaları bu açıklamalara göre derliyor. Raporlar buna göre hazırlanıyor. Delil karartma, delil gizleme gibi şeyler yapılıyor, uydurma şahitlerle, ifadelerle olay kapatılmaya çalışılıyor.

POLİSLER FARKLI İFADELER AYNI

Böyle hazırlanmış dosyalar mahkeme önüne geliyor. Sanık polisler, ‘Kanunun verdiği yetkiyi kullandım’ savunması yapıyor ve hep aynı hikaye anlatılıyor; ‘Ayağım kaydı, sendeledim’, ‘Ben havaya ateş ediyordum da oraya isabet etti’ vs…

Baran Tursun, Çağdaş Gemik, Cem Aygün ya da Ali el Hemdan… Bu olaylarda verilen polis ifadelerini yan yana getirelim… Öldürülen kişiler farklı, polisler farklı… Ama olayda adı geçen polislerin üzerini kapatıp ifadelerin hepsini ayrı ayrı okuduğumuz zaman görüyoruz ki aslında sanki ifadelerin hepsi aynı kalemden çıkmış gibi. İzmir’de, Antalya’da Ankara’da ya da Adana’da bu gençleri vuran polislerin ifadeleri nasıl olur da bu kadar benzer diye sorduğumuzda karşımıza şu çıkıyor: Suçluları aklama… Sonuçta mahkeme de ya beraat veriyor ya da zanlı çok sembolik cezalarla kurtuluyor."

ARTIK ŞİDDETİ SAKLAMIYORLAR, GÖSTERİYORLAR…

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise bu tür olaylarda yaşanan artışın nedenlerine dikkat çekiyor: "Birincisi polise silah kullanma yetkisi vermede yaşanan artış, ikincisi de cezasızlık. İdari makamların, bu suçlara karşı sessiz kalmaları, yargının da görmezden gelmesi ya da tüm bunlara karşı hoşgörülü davranması… Bütün bunlar sonuç olarak kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanmasına ve kullanılan bu orantısız güç sonucunda da yaşam haklarına müdahale edilmesi ile sonuçlanıyor. Bu şu an yeni başlamış bir şey değil önceden gelen bir durum. Her dönem polisin yani güvenlik güçlerinin bu şekilde silahı orantısız kullanışlarının sonucunda birçok insan yaşamını yitirmiştir. Bakın Adana’daki polis tutuklandı ama Cumhurbaşkanı müdahil olduğu için tutuklandı. Örneklere bakarsak, Okmeydanı’da cemevi bahçesinde Uğur Kurt’un ölümünün altıncı yılındayız ve zanlı sadece para cezası almıştı.

Yani bu cezasızlığın önüne geçilmediği sürece bu tür ölümlerde giderek daha yoğun bir biçimde karşımıza çıkacak."

Tanrıkulu’ya göre iktidarın siyaseti de bu durumu teşvik ediyor. Şöyle anlatıyor Tanrıkulu: "Yani meydana gelen bu suçları önlemeye çalışmak bir yana, teşvik ediyorlar ve onaylıyorlar. Daha birkaç gün önce Kuşadası’da polis, maske takmadığı için uyardıkları bir kişiyi itiraz etmesi sonucu ters kelepçe takarak gözaltına aldı, yerlere yatırarak. Sonuç itibarıyla vereceği idari para cezası, ama buna rağmen öyle bir aşağılayıcı muamele uyguluyorlar ki insanlara karşı. İşte yine başka yerlerde meydana gelen benzer onlarca olay, görüntü… Eylemlerde vekillere gösterilen yaklaşım… Ayrıca eskiden bu durumların görülmesi konusunda imtina ederlerken şu anda bu yapılanların görülmesini de istiyorlar. Yani rejimin kendisi değişti, değişiyor. Bu rejimin adı siyaset bilimi literatürüne göre artık bir otokrasi. Yani artık biz şu an otokrasinin derecelerini konuşuyoruz. Ve dahası bu durum giderek daha katı bir hale gelecek. Daha katı bir hale geldiğinde de güvenlik güçleri, bu otoriter rejimin aracı olmaları meselesinde, bu tutumlarını daha ileri bir şekilde sürdürecekler."

Öne Çıkanlar