Rosa Kadın Derneği Başkanı Suzan İşbilen: İktidar, kadına şiddeti meşrulaştıran bir algı oluşturuyor
Rojhat ABİ
DİYARBAKIR - İstanbul'da Edirnekapı surlarında 4 Ekim'de İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil'in vahşice katledilmesi, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerini bir kez daha gündeme taşıdı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) verilerine göre, bu yılın ilk 9 ayında 295 kadın erkekler tarafından katledildi. 184 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulundu.
İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasının ardından 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da tartışmaya açıldı.
GÜLİSTAN'DAN ROJİN'E...
Son olarak Diyarbakır'da 8 yaşındaki Narin Güran'ın katledilmesi ile Tekirdağ'da cinsel istismar ve şiddete maruz bırakılan 2 yaşındaki Sıla bebeğin ölümü, toplumu ayağa kaldırdı. Van'da 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Rojin Kabaiş'ten 27 Eylül'den bu yana haber alınamıyor. Kabaiş'in 14 gündür bulunamaması Dersim'de 4 Ocak 2020'de kaybolan Gülistan Doku’nun akıbetini akıllara getiriyor.
Rosa Kadın Derneği Başkanı Suzan İşbilen, artan kadın ve çocuk cinayetlerini, katledilen kadınları, alınması gereken önlemleri, iktidarın söylemleri ve cezasızlık politikasının yarattığı sonuçları Artı Gerçek' e değerlendirdi.
'KADINLAR ÖZGÜRLEŞME MÜCADELESİ VERİYOR'
Kadınların binlerce yıldır erkek egemen zihniyete karşı mücadele ettiğini belirten Suzan İşbilen, şu değerlendirmede bulundu:
"Bu sorun günümüz sorunu değil. Aslında kadına karşı erkek egemen zihniyetin 5 bin yıllık bir geçmişi var. Sınıflı toplum öncesi süreçte, kadın ile erkek arasında belirlenen iş bölümü yoktu. Toplumsal olarak ortak üretim, ortak tüketim vardı. Ezen-ezilen ilişkisi yoktu. Erkek, kadın üzerinde tahakküm kurmuyordu. Eşitliğe dayalı bir yaşam sürdürülüyordu. Özel mülkiyet zihniyetinin ortaya çıkışıyla, devlet yapısının kurumsallaşmasıyla toplumun üzerinde baskıcı egemenlik kurmaya başlandı. Erkek cinsiyeti kendini örgütlemek için kadın üzerinde bir savaş başlattı. Bu savaş bir günde başlamadığı gibi bir günde de bitmedi, hâlâ devam ediyor. Kadın hiçbir zaman erkeğinin tahakkümünü kabul etmedi. Halen de özgürleşme mücadelesi veriyor. Devletli sistem inşasını sürdürebilmek için toplumsal cinsiyet olgusu ile kadını ve erkeği zihniyet olarak birbirinden uzaklaştıran ve karşıtlaştıran roller üretti. Bu roller kadını edilgen hale getirirken erkekleri de güç ve tahakküm kuran üstün bir cins hale getirdi."
'İKTİDAR KADINI ŞEYTANLAŞTIRAN, ŞİDDETİ MEŞRULAŞTIRAN BİR ALGI YARATIYOR'
Afganistan'da Taliban yönetiminin kadınları evlerine hapsettiğini, Türkiye'de iktidarın bunun zeminini yaratmaya çalıştığını söyleyen İşbilen, "Afganistan’da kadın, erkek olmadan evden çıkamıyor. Üniversite yasak, çalışmak yasak. Sadece ve sadece evde oturacak, erkeğe hizmet edecek. Kadına verilen bir tek rol, misyon budur. Bugün Türkiye'de de bunun zeminleri hazırlanıyor" dedi ve ekledi:
"AKP-MHP iktidarı ve ittifak kurduğu muhafazakâr partiler sürekli kadının her türlü yaklaşımlarını davranışlarını ayıp, günah olarak gündemleştirerek kadını şeytanlaştıran, kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran bir algı yaratmaktadır. Artan kadın katliamları ve şiddetle temelde faşizmin ayrılıkçı, tekçi sistemini direnen kadın gücünü kırmak istemektedir Kadınlar direniş ile birçok yasal haklarını elde etti ve bu haklarını yasal güvenceye kavuşturdu. Bu kazanımların en önemli olanı İstanbul sözleşmesi ve 6284 sayılı kadın ve çocukları koruyan yasal düzenlemedir."
'İKTİDAR KADIN KARŞITI POLİTİKALARLA ŞİDDETİN ÖNÜNÜ AÇTI'
İktidarın kadına yönelik politikalarını eleştiren İşbilen, şu noktalara dikkat çekti:
"Toplum şiddet gören kadını değil, şiddet uygulayan erkeği haklı gösteren bir noktaya getiriliyor. Şiddete uğrayan veya hayatını kaybeden bir kadın için 'acaba neden hayatını kaybetti?' sorusu tamamen cinsiyetçi bir bakış açısıdır. Bu normalde akıllara bile gelmemeli. Kadını öldüren erkek zihniyetini eleştireceğine, 'kadın ne yaptı?' üzerinde birçok yorum yapılıyor. Kadın tartışıldığı kadar sistem üzerine tartışma yapılmıyor. Bu nedenle şiddet, çocuk yaşta evlilik ve cinsel istismar vakaları arttı. İktidarın kadın karşıtı politikaları bunların önünü açtı. İktidarın uyguladığı cezasızlık politikaları, geliştirdiği toplumsal cinsiyet ve ataerkil zihniyet yapısı kendisini yaşatmak için sürekli bu şekilde koşul yaratabiliyor."
'KAYIP VAKALARI DA ŞİDDETİN BİR PARÇASI'
Kadın ve çocuklara yönelik kayıp\kaybetme vakalarına da değinen İşbilen, "Kayıp vakaları da bu şiddetin bir parçasıdır. Mesela Gülistan Doku olayında da görüldü ki fail bir polisin yakını çıktı. Ve hâlâ Gülistan Doku bulunamadı. Yaşıyor mu, yaşamıyor mu belli değil. Erkeğin ceza almaması için kadını suçlayıcı bahaneler yaratılıyor. 'O saate niye dışarı çıktı?', 'niye bir erkekle dolaşıyor?' gibi sorular kayıp olaylarını sıradanlaştırıyor. Bütün bunlar faili değil, mağduru tartıştıran durumlardır. Asıl acı olan budur. Fail tartışılmıyor. Failin zihniyeti tartışılmıyor. İktidar seçim kazanma ve iktidarını güvenceye almak için kadına yönelik şiddeti suç sayan ve cezai yaptırımı olan İstanbul Sözleşmesini ortadan kaldırdı. Maalesef kadın, erkek şiddetine teslim edildi ve cezasızlık politikası şiddet eğilimli erkekleri cesaretlendiren bir durum yarattı" diye konuştu.
'DOĞUM YÖNTEMİNE KADINLAR KARAR VERİR'
Sağlık Bakanlığının başlattığı ‘Normal Doğum Eylem Planı' kampanyası kapsamında hazırlanan ve sezaryenle doğum yapan kadınları suçlayan videoyu da eleştiren İşbilen, "Buna karar verecek olanlar doktorlardır. Kadınların fiziksel yapısı, sağlık durumları açısından hangi yöntemin uygun olduğuna kadınların ve sağlıkçıların vermesi gerekirken, bu boyutta gündemleştirilmesi kadın üzerinde yaratılmak istenen yeni bir politik ortamın habercisidir. Normal doğum yapan anne ile sezaryenle doğum yapan annelerin çocukları ile kurdukları sevgi bağını dahi şekillendirmeye çalışan bu zihniyet yapısı eşit olmayan, ötekileştiren ve tekleştiren yeni bir anlayış yaratmak istiyor ki bu sağlıklı bir bakış açısı değil" eleştirisinde bulundu.
'HİÇBİRİMİZ KENDİMİZİ GÜVENDE HİSSETMİYORUZ'
Artan kadın cinayetleri ve şiddet nedeniyle biber gazı ve elektro şok cihazlarının satışının arttığını, bunun öz savunma hakkı olduğunu vurgulayan İşbilen, "Kadınlar, artan cinayetler karşısında kendilerini savunmak zorundadırlar. Artan şiddete karşı kadınlar, kendilerini korumak için elektroşok kullanmaya başladı. Bu bir savunma yöntemidir. Türkiye kadınlar için artık güvenli bir ülke değil. Hiçbirimiz kendimizi güvende hissetmiyoruz. Uyuşturucu bağımlılığı çok fazla. Gençleri yaşamdan, sosyal yaşamdan koparmaya dönük yaklaşımlar çok fazla. Bencil hislerle yetiştirilmeye çalışılan bir gençlik var. Bütün bunlar çocuklar ve kadınlar için tehlike oluşturuyor" uyarısında bulundu.
'İSTANBUL SÖZLEŞMESİ TEKRAR YÜRÜRLÜĞE GİRMELİ'
Erişim engeli ve yasaklamaların sorunu çözmeyeceğini vurgulayan Rosa Kadın Derneği Başkanı Suzan İşbilen, etkili bir çözüm için İstanbul Sözleşmesinin yeniden yürürlüğe girmesi gerektiğini ifade etti. İşbilen, şu değerlendirmede bulundu:
"Bugün şiddetin artmasında temel etkenlerden bir tanesi de devletin uyguladığı özel savaş politikalarıdır. Genç kadınları ve erkekleri fuhuşa ve uyuşturucuya sürüklüyorlar. O açıdan genç kadınların örgütlenmesi, okuyup bilinçlenmesi gerekiyor. Örgütlü bireyler kolay kolay bu tuzaklara düşmezler. Ama burada asıl görev iktidara düşüyor. İktidarın çözüm önerilerine baktığımızda da internet sitelerinin kapatılması ya da yasaklanması var. Yasaklar önleyici yöntem değildir. Siz bir şeyi anlamadan yasakladığınızda kişi o yasağa doğru gider. Yasaklarla bu iş çözülmez. Gerçekten kadına yönelik şiddetin, cezai yaptırımların olduğuna dair yasal maddeler çıkarmak, İstanbul Sözleşmesi'ni tekrar yürürlüğe koymak, ayrıca 6284 sayılı yasayı etkin bir şekilde kullanmak ve şiddet uygulayan erkeklere ağır ceza yaptırımları uygulayacak yasaların çıkarılması gerekir."