26’ncı Uçan Süpürge Festivali’nden öne çıkanlar: ‘Totem’, ‘Kar ve Ayı’, ‘Ölü Bir Arkadaşı Kurtarmak’

26’ncı Uçan Süpürge Festivali’nden öne çıkanlar: ‘Totem’, ‘Kar ve Ayı’, ‘Ölü Bir Arkadaşı Kurtarmak’
26’ncı Uçan Süpürge Uluslarası Kadın Filmleri Festivali’nde kapanışa doğru: Programın öne çıkan yapımlarından ‘Kar ve Ayı’, ‘Ölü Bir Arkadaşı Kurtarmak’ ve ‘Totem’e yakın plan.

Deniz ÇAKMAK


ANKARA - 26’ncı Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde kapanış törenine bir gün kala, festival boyunca programdan öne çıkan kadın filmlerin bazılarını Artı Gerçek için derledik. Politik mücadele, aile ve ölüm gibi temaların ağırlıkta olduğu programda daha önce Uluslararası festivallerde prömiyerlerini yapmış özel yapımlardan ‘Kar ve Ayı’, ‘Ölü Bir Arkadaşı Kurtarmak’ ve Berlinale’de Altın Ayı için yarışan Totem’i inceledik.

‘ÖLÜ BİR ARKADAŞI KURTARMAK’: RUSYA DEPRESİFLERİNDİR

Marusya Syroechkovskaya’nın 2000’li yılların başında 16 yaşından itibaren çekmeye başladığı ve 12 yıl boyunca kaydettiği amatör kamera görüntülerinden oluşan deneysel bir portre filmi diyebiliriz ‘Ölü Bir Arkadaşı Kurtarmak’a.

Film Syroechovkaya’nın kendisine ve kuşağına musallat olan depresyon ve bağımlılıkla verdiği mücadeleyi, yine bağımlı ortamında tanıştığı partneri Kimi ile dayanışma ilişkisine dönüştürdüğü mahrem bir dostluğun da oto-portresi aslında.

Sovyetlerden kalma toplu konutların, artık yüksek güvenlikli cezaevi hizmeti vermeye başladığını düşündüren bir planla açılıyor ‘Ölü bir arkadaşı kurtarmak’.

Ön cephesine sığdırılmış yüzlerce pencereden ibaret, gece ve gündüz zembereğinde ışıkları yanıp sönen bu dikey mimari gezegeninin içindeki hayatların, bütünüyle rutin hayatlar olduğunu düşünmenizi isteyen Putin Rusya’sını karşısına alıp iki el ateş ediyor film.

Zira kendileri de o evlerden birinde yaşayan, filmin başında gündelik hayatlarına ve depresyonlarının en ağır haline tanıklık ettiğimiz Marusya ve Kimi çifti, yaşadıkları tecrübenin ülkelerinin politik tarihiyle olan ilişkisinin de farkında.

Marusya bir Grunge kulübünde tanıştığı Kimi ile başlayan romantik ilişkisinin her anını kayda aldığı anlarda, kurmaca bir Rock’n Roll filmi ya da Sex Pistols belgeseli izlediğinize iyiden iyiye ikna olmuşken, amatör kamera görüntülerinin ardından Gorbaçov’un SSCB’nin dağıldığını ya da Putin’in görevi devraldığını ilan ettiği arşiv görüntüleri uyandırıyor sizi.

Putin’nin güvenlik rejimi ve politik ajandası, zaten tarihsel yükünü omuzlarından atamamış bir geçiş ideolojisinin hallaç pamuğu gibi attığı toplumun üzerine giydirilen deli gömleğinin iyi kesilip biçilemediğini de gösteriyor.

İstikrar balonu, gençlerin üzerinde patlıyor. Güvensizlik, mutsuzluk, kaygı ve baskı kendi kayıp neslini icat ediyor.

Kimi’nin çocukluğuna dair hafızasını yoklarken, o yaşlarda çok zayıf olmasını, “Zayıflığım ülkemin çalkantılı tarihiyle bağlantılıydı” sözleriyle açıklaması tesadüf değil. Basit bir formül anlatıyor; evde sadece çay olduğu için, çay fincanına 8 ya da 12 kaşık şeker atarak glikozun açlığı bastırdığı bilgisiyle büyümüş bir nesli her şeyin yolunda gittiğine ikna edemezsiniz.

Bu yüzden Marusya’nın da en nefret ettiği ulusal motto “Rusya Ruslarındır” olmuş- Bir yerden tanıdık geliyordur- Zira filmin başında bizi şöyle uyarıyor:“Rusya’da yaşayan herkes bunu bilir, Rusya depresiflerindir”

Hikaye en baştan gül bahçesi vadetmiyorum diyor. Rusya kadar soğuk bir hakikatin yakın plan kaydı tutuluyor sadece. Sonunda onların da bizim de korktuğumuz başımıza geliyor ve Marusya, sayesinde iyileştiği Kimi’yi aynı bağımlılıktan kurtaramıyor. Böylelikle bir yası sessizce beklemenin hem en rock’n roll hem de en ağırbaşlı halini aynı potada eritiyor film.

Her şeye rağmen genç bir kadının, hikayesine herkesin sağır kaldığı bir yerde yasını bağırdığı ve hesap sorduğu bir film bu. Kaybedilmiş davaları savunmanın da önemli olduğunu hatırlatıyor. Yalana galebe çalmanın tek yolu olarak, yüzündeki sivilceye kadar zoom yapan bir kameranın açısından hakikati haykırıyor.

Filmle ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

KAR VE AYI: KÜÇÜK BİR TÜRKİYE PORTRESİ

Seçkinin öne çıkan bir diğer yapımı Selcen Ergun’un ilk uzun metraj filmi olan Kar ve Ayı.

Zorlu bir kış geçiren Akçeken kasabasına yeni atanan genç hemşire Aslı’nın, sırf kasabanın düzenini bildiğinden kendini cihan alimi zanneden erkeklerin arasında, sınırlarını ve varlığını koruyarak hayatta kalma ve işini sürdürme mücadelesini anlatıyor film.

Fakat belki de dramatik yapının güçlü bir polisiye gerilim üzerine inşa edilmiş olmasından, hikayeyi tam olarak kadının gözünden izlediğimiz bir anlatı diyemeyiz Kar ve Ayı için.

Akçeken’de kasaplık yapan Hasan’ın hamile eşine, sağlığı için çalışmama uyarısı yapan Aslı daha ilk günlerden kara listeye giriyor. Zira Hasan’ın filmdeki temsili taşrada erkekliğin ne demek olduğuna dair simgesel düzeyde işleyen bütün kodları bünyesinde taşıyor; kasaplık yapıyor, ayı avlıyor, eşini aldatıyor, ona tanıdık olmayan cem-i cümle ile problemi var.

Aslı da onun için kısa sürede, herkesin işine burnunu sokan, eğitimli olduğu için etrafını muhakkak aşağılayan, Hasan’ın kırılgan egosuna savaş açmak için kasabaya gelmiş olduğu şüphe götürmeyen bir gölge düşmana dönüşüveriyor.

Hasan elbette sadece Aslı’ya düşman değil, düşmanı tek olamayacak kadar büyük bir iktidar talep ediyor kasabadan. Ayıları avlamasına izin vermeyen, kasabanın dışlanmış karakteri Samet’le de özel bir hüsumeti var.

Film zamanla Hasan’ın Aslı’yla yaşadığı tartışma sonrası ölü bulunmasının ardından bu üçlü arasında düğümlenen bir polisiye soruşturmaya evriliyor.

‘Kar ve Ayı’; sorumluluğun, şüphenin, masumiyetin, patriyarkal bir oyunun ortasında kadınca stratejilerle hayatta kalmanın çok ekonomik biçimde anlatıldığı iyi bir ilk film olarak programın görülmeye değer yapımlarından biriydi.

Filmle ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

TOTEM: KADINLAR, BÜYÜLER, EJDERHALAR

Meksikalı yönetmen Lila Aviles imzalı Totem, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin programına girmeden evvel bu yılki Berlinale’nin favorilerinden biri olarak gösterilen ve festivalde Altın Ayı için yarışan yapımlardan biriydi.

Festival sayesinde Meksika’da kanat çırpan Totem, Ankara’da da bir rüzgar yaratmış görünüyor. Dün gösterimden hemen önce sürpriz şekilde Lila Aviles’i karşısında buldu izleyiciler, doyurucu bir soru-cevap etkinliğinin ardından, herkesin filmle bu kadar güçlü bir bağ kurması yönetmeni de ağlattı.

Yine de Aviles’in sinema dili için mendil-ıslatan melodram diyemeyiz. Kendi küçük kızının yasını anlatan bir anne, filmle yönetmenlik hizasından ne kadar mesafelenebilirse, Aviles de bunu o kadar başarmış.

Büyük bir evde, ölümünü bekledikleri aile ferdinin aynı zamanda doğum günü partisini hazırlayan, çoğunluğu kadınlardan oluşan kalabalık bir ailenin bireyleri arasındaki kayıp korkusunu ve bunun yarattığı karmaşık ilişkileri 7 yaşında bir kız çocuk olan Sol’un gözünden anlatıyor.

Ailede endişesiyle yüzleşebilen tek kişi olan küçük Sol, bu zorlama karnavalın arasında, evin bir odasında tedavi gören ancak kendisinden uzak tutulan babasına ulaşmanın yollarını arıyor.

Totem, ismiyle müsemma, bir umuda bağlanma hikayesi günün sonunda. Akılcı çözümler için geç kalınan anlarda, pagan ritüellerini de devreye sokan son zamanların orta- sınıf modasına da göz kırpıyor.

Yaklaşan hakikati hep birlikte ertelemeye çalışan bir ailenin çabasını anlatırken hepsini sarıp sarmalayan ev metaforuna özel bir önem atfeden yönetmen, sıcak renkler ve yakın plan kadrajlarla evi mekansal potansiyelinden arındırıp canlı, etten kemikten aile üyelerinin kendisine dönüştürüyor.

Hayatın basit ve fiziksel bir kuralını, tüm büyünün bir direnme ve devam etme meselesi olduğunu özgün bir sinema diliyle anlatmayı başarıyor.

Filmle ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz

Öne Çıkanlar