Aksu Bora: 'Kızılcık Şerbeti laik-dindar geriliminin sahiciliğini sorgulama fırsatı veriyor'
Oğulcan ÖZGENÇ
ANKARA - İşlediği seküler-dindar gerilimi konusuyla Kızılcık Şerbeti dizisi son zamanların en çok konuşulan ve tartışılan dizilerinden biri. İki farklı aile üzerinden işlenen seküler-dindar gerilimi dizinin temel konusunu oluşturuyor. Yayınlandığı gün, özellikle sosyal medya üzerinden yapılan etkileşimler dizi içeriğinin toplumun farklı kesimlerinde de karşılık bulunduğunu gösteriyor.
Peki, dizinin konusunu oluşturan seküler-dindar gerilimini nasıl kavramalıyız? Dizideki temsiller, izleyenlere ne söylüyor? Seküler-dindar ayrımının farklı kutuplarında konumlanan ailelerin karşılaşması bu ikiliğin çözülmesi için bir yol mu? Muhafazakar kanadın içindeki çatlağı kadınlar mı derinleştirecek?
Bu soruları, akademisyen Prof. Dr. Aksu Bora ile konuştuk.
Kızılcık Şerbeti, son zamanlarda sosyal medyanın gündeminde.. Bu dizinin karakterleri, özellikle de kendisini laik ve Kemalist bir zeminde kuran Kıvılcım çok konuşuluyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu dikkate alırsak dizi neden bu kadar rağbet görüyor sizce?
"Bana kalırsa seküler-dindar gerilimini siyasal terimlerle değil, gündelik hayat içinde 'görüyor' dizi, bu sebeple bu kadar karşılık buldu zaten. Böylece o gerilimin ne kadar sahici olduğunu sormamıza fırsat veriyor. Seküler/dindar ayrımı, bir politika hikayesinin içindeki ad. Biz de bu adı alıp kabul ettik, durmadan yeniden ürettik, ona inandık, ona göre davrandık… Oysa bir yandan da hepimiz biliyoruz ki, dinle ilişkimiz hiçbir zaman “ya hep ya hiç” biçiminde değildir, nasıl diyeyim, 'degrade' (geçişlerin olduğu) bir dokuma gibidir gerçekte. Ama tabii politikanın bu kadar gündeliğe nüfuz ettiği bir zamanda, “onlardan mısın “bizden” mi sorusuna verilen en güçlü cevap bu: seküler misin dindar mı."
"Dizide değişim fikri, karakterler üzerinden anlatılıyor ve karakterler birbirleriyle ilişki içinde değişiyorlar. Bunun sisteme entegre bir değişim olup olmadığını bilemeyiz bence. Zorla evlendirilip kocası olacak herif tarafından balkondan atılınca insan neye entegre olabilir?"
‘SINIFTA KALAN SİYASETİN AYRIMLARI GİBİ GÖRÜNÜYOR’
Dizide iki farklı aile de belli semboller aracılığıyla yansıtılıyor. Sahnelenen laik kanat, CHP ile bağlantılandırılmış görünüyor. Örneğin Kıvılcım karakterinin iş yerindeki odasında bulunan Atatürk portreleri bu durumun en temel örneklerinden biri. Ancak bugünün Türkiye’si bize gösteriyor ki laiklik sadece CHP’nin sahiplendiği bir ilke değil. Bu haliyle dizi, niyetli bir okuma gerçekleştirerek günümüz siyasi koşullarının gerisinden mi geliyor?"
"Kıvılcım bir öğretmen, odasında Atatürk portresi olması bana onun Kemalist ya da CHP’li olduğunu göstermiyor. İyi Partili de olabilir, Ümit Özdağ’ın Partisine de oy verebilir, neden olmasın? Aslına bakarsanız, kimin hangi partiye oy verdiğiyle ilgili bir hikaye değil Kızılcık Şerbeti. Birlikte yaşamanın hukukunu nasıl oluşturabiliriz sorusuyla ilgili daha çok."
"Dizinin günümüz siyasi koşullarının gerisinden geldiğini sanmıyorum, tersine, o koşulları gündelik hayatla sınıyor ve sınıfta kalan, siyasetin ayrımları gibi görünüyor."
‘AKP’NİN KAPİTALİZME EKLEMLENMESİ GEREKMEDİ, HEP ORADAYDI’
Biliyoruz ki AKP’nin kuruluş süreci Milli Görüş gömleğinden kurtulmakla yakından ilişkili. Bununla beraber, süreç AKP’nin kapitalizme eklemlenmesine de işaret ediyor. Dizideki muhafazakâr kanadın temsili olan Ünal ailesi bu eklemlenmenin bir izdüşümü olarak görülebilir mi?
"Ünal ailesinin ne iş yaptığını bir türlü anlayamadım ben! Bir yandan çok eski bir sermaye değil, Abdullah (Apo) kurmuş şirketi. Ama bir yandan da yoksulluktan değil, orta halli bir esnaf aileden geldiği izlenimi veriyor- Ömer’i kardeşinin karısıyla evlenmeye zorlayabilecek güçte bir babanın olduğu bir aile. AKP iktidarında işlerinin geliştiğini varsayabiliriz tabii ama o iş ne Allah aşkına! Ellerindeki bütün o ipad’lerin ekranlarında ne var, bilançolar falan mı?"
"AKP’nin kapitalizme eklemlenmesi gerekmedi, zaten oradaydı hep. Biliyorsunuz, sanayi sermayesine karşı, “Anadolu sermayesi” denen grubun desteklediği bir partiydi başından itibaren. Tabii başta İstanbul olmak üzere, kentsel rantın devasa büyüklüklere ulaşması da onların zamanında oldu. Yani evet, bir sermaye grubunun politik temsilcisi olarak geldiler ve o grubu zenginleştirdiler, bir tür yağma ekonomisi kurdular. AKP’nin kurduğu bu coğrafyada Apo’nun da bir yeri var belli ki ama bunun nasıl bir yer olduğunu ancak sezebiliyoruz."
‘GENÇ KADINLAR, DEĞİŞMEK İSTİYORLAR, KENDİLERİNE KONAN SINIRLARA İTİRAZ ETMEYE ÇALIŞIYORLAR'
"Siyaset gündemi biraz bakışımızı şekillendiriyor. AKP ile Yeni Refah ittifakı Kadına Şiddete dönük tedbirleri içeren 6284 sayılı kanunu pazarlık unsuru haline getirdi. AKP AKP’li Özlem Zengin’in “Camiamızın içinde bulunduğu durumu değerlendirirken hüzün duyuyorum” ifadelerini kullanmıştı. Ayrıca Zengin’le konuşan Murat Yetkin, Zengin’in kurduğu şu cümleleri aktarmıştı: “Bizim mahalle kadınların değiştiğini göremiyor.” Bu çerçevede Nursema karakteri, muhafazakâr kutup içindeki bu mahallenin görmediği değişim, çatlağın sembolü olabilir mi?"
"Dindar kadınların hikayesini epeydir biliyoruz aslında. Kendilerine biçilen gömleklere sığmayan, çeşitli biçimlerde dışarı taşan, itiraz eden, değişen öyle çok kadın tanıyorum ki… Öte yandan, 2005’te TESEV için yaptığımız bir araştırmada bu daralmanın sadece dindar ailelerde yaşanmadığını da görmüştük. Gençler, hele ki genç kadınlar, değişmek istiyorlar, kendilerine konan sınırlara itiraz etmeye çalışıyorlar, hayatlarının dizginlerini ellerine almak istiyorlar. Fakat bunun önünde yalnızca aileleri değil, başka engeller de var. İş bulmak bir dert, ev bulmak bir dert, yurt bulmak bir dert, üniversite bir dert…
Nursema, izleyicinin en sevdiği kahramana dönüştü son birkaç bölümde. Ailesine meydan okuduğu sahne, bir tür katarsis etkisi yarattı resmen. İlk bölümlerde, Doğa’nın ailesini, özellikle de Alev’i yargılaması (ve galiba asık suratı!) sebebiyle hiç sevilmezken, giderek dizinin esas kızına dönüştü gözlerimizin önünde. Bunda Ceren Karakoç’un oyunculuğunun etkisi vardır muhakkak ama bana öyle geliyor ki, asıl olarak kadın izleyicinin onda kendini bulması yüzünden böyle oldu. Zorla evlendirilme, sınırlandırılma, baskı altına alınma, değer verilmeme, sesini çıkaramama… Bunlar kadınların iyi bildikleri şeyler ve Nursema’nın isyanı, hepimizin yüreğini ferahlattı."
'KADINLARIN DEĞİŞTİĞİNİN FARKINDA OLMASALAR BU KADAR AÇIK DÜŞMANLIK GÖSTERMEZLERDİ'
"Çatlak sadece muhafazakarlarda değil yani, kadınlar değişiyorlar. Özlem Zengin’in mahallesinin kadınları da, bizim mahalleninkiler de. Onlar da bunun farkında, bizim mahalle de. Bu değişimle başa çıkma yöntemleri farklı ama. Bizimkiler bazen alay ederek, bazen itip kakmaya çalışarak, bazen hayranlık belirtip ama tabii “doğrusunu” göstererek, uyum sağlamaya çalışırken onlar İstanbul Sözleşmesini kaldırmak, 6284’ün içini boşaltmak, nafaka hakkını sorgulamak gibi şeyler yapıyorlar. Yani Özlem Zengin gibi düşünmüyorum ben, farkında olmasalar bu kadar açık düşmanlık göstermezlerdi."
‘POLİTİKA, KARŞILAŞMALARA YENİ ADLAR VEREBİLMENİN ARACIDIR’
Dizideki Arslan ailesi ve Ünal ailesinin karşılaşması, karşılıklı bir tanıma vaadi iması taşıyor. Dizinin temel aldığı çatışma, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal bağlamı göz önünde bulundurulduğunda böylesi bir karşılaşma ile çözülebilir mi?
"Evet. Tabii ki. Başka türlü nasıl olur zaten? Gündelik hayat içindeki karşılaşmaları, değişmeleri hiç hafife almamak lazım. Bunları politik mücadelenin alternatifi gibi düşünmüyorum ben. Tersine, politika işte bu karşılaşmalara, değişmelere yeni adlar verebilmenin aracıdır. Bize anlatıp durdukları uyduruk hikayenin uyduruk adlarına mahkum olmayıp kendi hikayemizi yazabileceksek, işte o karşılıklı tanımalarla olacak. Neyse ki bunun aşktan başka yolları da var."
"Bir de bu iki ailenin ikisinin de denize nazır evlerde, hizmetlilerle birlikte yaşadıklarını, çocuklarının kendi odalarının olduğunu, süper arabalara bindiklerini, canları istediğinde bir yerlere yemeğe gittiklerini hatırlatmak isterim. Belki aralarındaki fark göründüğü kadar büyük değildir. Dizinin en tuhaf tipinin Nilay olduğunu düşünüyorum bazen. Kapandı da ne oldu? Yine avam, yine avam. İzleyici onunla hiçbir biçimde özdeşleşmez, ne de olsa hepimiz Osmanlı torunuyuz."