Ali Kemal Güven ile tutkulu estetik, sinema ve hikaye anlatıcılığı üzerine

Ali Kemal Güven ile tutkulu estetik, sinema ve hikaye anlatıcılığı üzerine
İlker Cihan Biner, Onur Ayı dosyasının son bölümünde yönetmen Ali Kemal Güven'le ses getiren filmi Çilingir Sofrası'nı, kuir sinemayı, sanata bakışını ve gelecek projelerini Artı Gerçek için konuştu.

İlker Cihan BİNER


Artı Gerçek - Pride (Onur) dosyasını hazırlarken politik sorumluluk son derece önemliydi. Nitekim LGBTİQ+ mücadelesinin her koşulda egemenin şiddetine açık bir boyutta olması gerçeği ile karşı karşıyayız. Öte yandan mevzunun yalnızca aktivizmden ibaret olmadığının da altını çizmek gerek.

Güncel sanat, müzik, sinema bu alanda değerli. Görsel düzenlemeler, notalar, film sahneleriyle beraber estetik konumlarda yaşamın tek boyutlu sürmediğinin farkına varmak önemli. Her halükârda içinde yaşadığımız dünya ve ona atfettiğimiz anlamlar toplumsal cinsiyet ikilikleriyle, ırk, sınıf hiyerarşisiyle süremez.

Başka yaşama biçimlerinin imkanına açılacak eleştirel yaklaşımlara/bakışlara ve sınır aşımlarına pencere açabilecek güncel sanat pratiklerine ihtiyacımız var.

Bu açıdan hazırladığımız dosyada müzisyen, akademisyen, yazar Sezgin İnceel’i, kuir sanatçıları, düşünürleri ve gece hayatı çalışanlarını çevrimiçi ortamlarda buluşturan Through The Window dayanışma ve sanat ağını ve yönetmen Ali Kemal Güven'i ağırlıyoruz.

Dosyanın son bölümünde Yönetmen Ali Kemal Güven’le çektiği filmlerden Türkiye sinemasına ve toplumsal cinsiyet-sanat ilişkisine kadar pek çok konuyu konuştuk.

'KUİR SİNEMA ÇERÇEVEDEN TAŞAN, RENGARENK BİR KAVRAM'

‘Queer Sinema’ diyebiliyoruz. Fakat böyle bir çerçevenin kanonik olma tehlikesi var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ali Kemal Güven: Bence tam tersine. Kuir sinema tam da çerçeveden taşan, rengarenk bir kavram. Mesela sadece kuir bakış açısıyla çekildiği için kuir sinemaya ait, senaryosunda hiç kuir karakter olmayan bir dolu film var; ‘Cherbourg Şemsiyeleri’ aklıma gelen ilk en iyi örneklerden biri. Ümit Ünal’ın kaleme aldığı, Atıf Yılmaz’ın çektiği “Hayallerim, Aşkım ve Sen” filmini de buraya ekleyebilirim.

‘Çilingir Sofrası’ filminizi çekerken ilham kaynaklarınız nelerdi?

A.K.G: VHS kasetten izlediğim 35 mm’ye çekilmiş 90’lar filmleri, Edward Hopper eserlerinin melankolik yalnızlığı, Wong Kar-wai sinemasının kalbe saplanan duygusu ve Todd Haynes’in ‘Carol’ filmindeki Edward Lachman’ın olağanüstü sinematografisi.

'AKREP NALAN'IN ŞARKISINI VEFAT ETTİĞİ İÇİN FİLME ALAMADIK'

‘Çilingir Sofrası’ filminizin müzikleri de dikkat çekici. Özellikle şarkıları seçerken bir kriteriniz var mıydı?

A.K.G: Tamamen sevdiğim, senaryoyu yazarken dinlediğim şarkıları seçtim. Çok kişisel bir müzik seçkisi oldu. Bir tek Akrep Nalan’ın ‘Sarhoş’ şarkısını vefat ettiği için alamadık, o gerçekten çok içimde kaldı.

'SİNEMA TANRISI MARTİN SCORSESE'İ ÖRNEK ALIYORUM'

‘Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği’ isimli kısa filminizde renkli ve sıradışı bir figürle karşı karşıyayız. Üstelik o rol Meral Çetinkaya’ya ait. Üslup/stil, renklilik açısından da sinemaya bakışınız ile ‘camp’ duruş/perspektifler arasında ne gibi bağlantılar kuruyorsunuz?

A.K.G: Tabii ki Pedro Almodovar ve John Waters gibi ustaların camp’i alıp nasıl bir sanat eserine hatta başyapıta dönüştürdüklerini defalarca izlemiş biri olarak, üslup, stil ve bakış açısı olarak kendime oldukça yakın buluyorum. Ama her projede değil. Mesela ‘Aslında Özgürsün’ dizisinde Nükhet Duru’nun oynadığı “The Teyze” karakterinin Gogo Boy’lar eşliğinde düzenlediği bir boşanma partisi sahnesi vardı; orada bu bahsettiğin stili açıkça kullandığımı görebilirsin.

'HER PROJEYİ İMZAYLA ÇEKMEK BANA GÖRE DEĞİL'

Ama Çilingir Sofrası filmimde olabildiğince uzak durdum. Çünkü her projeyi aynı imzayla çekmek bana göre bir şey değil. Ben bu konuda kendime sinema tanrısı Martin Scorsese’yi örnek alıyorum. Neredeyse hiçbir filmi birbirine benzemez; ve hep yeni bir stil, yeni bir dil ve anlatım dener. İdollerimden biri olan Todd Haynes de aynı şekilde.

'DUYGU ASENA ESERİ UYARLAMAK BÜYÜK SORUMLULUK'

‘Aslında Özgürsün’ dizisini çekerken çekinceleriniz oldu mu? Sonuçta bir Duygu Asena eseri ile karşı karşıyayız.

A.K.G: Her yerde söylüyorum; ben bir Duygu Asena hayranıyım. Neredeyse bütün kitaplarını okudum. Diline ve dünyasına çok hakim olduğum bir yazar. ‘Aslında Özgürsün’ü biz önce tiyatro oyunu olarak sahneledik.

Yine ben uyarlayıp yönetmiştim. O yüzden kitabın anlattığı iki yakın arkadaş olan Belgin ve Berna’yı çok iyi tanıyorum; ve ikisini de çok seviyorum. Yine de bir Duygu Asena eseri uyarlamak büyük sorumluluk elbette! Seveceği, gurur duyacağı bir iş olması için elimden geleni yaptım. Sağ olsun Kraliçe’miz Zuhal Olcay bizi kırmayıp, konuk oyuncumuz oldu ve Duygu Asena’yı oynadı. Hatta Duygu Asena saçı ve kostümüyle sete ilk adım attığı an ekipçe hepimiz donduk; ne diyeceğimizi bilemedik.

Adeta karşımızda Duygu’nun kendisi vardı! Ve bu sahneyi çektiğimiz gün aynı zamanda Duygu Asena’nın doğum günüydü; çok büyülü ve özel bir gündü benim için. ‘Aslında Özgürsün’ yapmaktan gurur duyduğum bir iş oldu.

'YİĞİT KARAAHMET BİR BAŞYAPIT YARATMIŞ'

Yiğit Karaahmet'in ‘Deniz Ne Kadar Güzel’ romanıyla ilişkili bir projeniz var. Romanları sinema ya da diziye çevirmenin zorlukları oldu mu?

A.K.G: Evet, Witchcraft Films olarak, Seda Özkaraca’nın yapımcılığında ‘Deniz Ne Kadar Güzel’i uluslararası ortaklı bir proje olarak sinemaya hazırlıyoruz. Yiğit Karaahmet bir başyapıt yaratmış, o yüzden çok önemsediğimiz bir proje. Benim için romandan filme uyarlamanın bir zorluğu yok; hatta çok alışık olduğum bir çalışma biçimi.

'ÖZEL BİR FİLM OLMASINI İSTİYORUZ...DOĞRU ZAMANDA ÇEKECEĞİZ'

Sadece hem yazarın romanına sadık kalacağım diye kendi sesimi ve kreatif bakış açımı kaybetmemem gerek, hem de film edebiyattan bambaşka bir disiplindir diye romandan uzak ve kopuk bir bakış açısı kondurmamam gerekiyor. Bir de bu, o kadar çok sevilen bir kitap ki, Yiğit’in okuyucularına ihanet etmek de istemem açıkçası. Bakalım daha yolumuz var; senaryo içimize sinene kadar çalışmaya devam edeceğiz. Özel bir film olmasını istediğimiz için telaşımız yok. Doğru zaman geldiğinde çekeceğiz.

Türkiye sinemasında toplumsal cinsiyet eleştirilerinin olduğu sizi etkileyen yapımlar var mı? Var ise bizlerle paylaşır mısınız?

A.K.G: Olmaz mı! Atıf Yılmaz’ın ‘Aaahh Belinda!.’ ve ‘Asiye Nasıl Kurtulur?’ filmleri, ‘Tersine Dünya’ , Hülya Avşar’ın olağanüstü performansıyla ‘Berlin in Berlin’, Türkan Şoray’ın başrolünde oynadığı ‘On Kadın’ ve ‘Sultan’ filmleri… Kutluğ Ataman’ın ‘İki Genç Kız’ filmini de eklemeden olmaz. Bir de Bülent Ersoy’un ‘Şöhretin Sonu’ filmini hayal meyal hatırlasam da, o da sanki bu listede olabilir.

Öne Çıkanlar