Babetna'nın yeni albümü Revîn çıktı: 'Kaçmak kaybolmak değildir'
Hicran CENGİZ
Artı Gerçek - Adını Kirmanckî (Zazakî) 'Başka çeşit' ifadesinden alan çok kültürlü müzik icra eden Babetna grubu yeni albümleri 'Revîn'i ve devam eden çalışmalarını Artı Gerçek'e anlattı.
Dört kişilik kemik bir kadrodan oluşan Babetna, bas gitar ve vokalde Deniz İnal, elektro gitar ve vokalde İlkan Pala, lavta, bağlama ve vokalde Ciwan Ayaz, kemanda Serdar Baba'dan oluşuyor. Davulda dönüşümlü olarak Nihal Saruhanlı ve Alim Şaipov’nın katkısını görüyoruz.
Yeni albümde bizlerine neler bekliyor?
Revîn, ilk iki albümümüz olan Yansıyan ve Döngü'den sonra çıkardığımız üçüncü albüm çalışmamız ve sekiz şarkıdan oluşuyor. Şarkılardan beşi Kürtçe, üçü ise Türkçe dilinde. Geçmiş iki albümümüzden farklı olarak bu albüm tamamıyla bir beste albümü. Sekiz şarkının sekizi de kendi bestelerimiz. Önceki albümlerde de kendi bestelerimiz vardı fakat geleneksel halk şarkılarını da modern aranjmanlarla, kendi tarzımızda dinleyiciye sunmuştuk. Bu anlamda cesur bir albüm diyebiliriz 'Revin' için. Keza yepyeni eserlerin dinleyicide karşılık bulma hızıyla bilinen şarkıların karşılık bulma hızı aynı değil.
Sizleri tekrar çok kültürlü, çok dilli bir albüm ile görüyoruz. Peki Revîn ismini tercih etmenizin özel bir sebebi var mı?
Revîn yani “Kaçış”a şöyle bir açıklamamız var: 'Kaçmak kaybolmak değildir; tekdüzeleşmenin farkına varmak ve ondan olabildiğince uzaklaşmaktır. Bu belki de sadece bir fikirdir. Kentin tozundan, dumanından, hastalığından ve nice olumsuzluklarından kaçma fikri, ona uzaktan bakılabilecek bir kıyı bucak bulup sazının sesini yeniden duyma fikri…'Revîn' albümünde daha fazla kent dokusu var. Bu albüme kentli bir albüm diyebiliriz.
Kaçma fikrini biraz da Deleuzyen bir bağlamda ele alırsak eğer, öznenin toplumun temel değerlerine mesafe alarak yaratıcı yönlerini en duru şekilde açığa çıkarması, yine Deneluze'nin deyimiyle oluş/haline-geliş halidir. Mekansal bir değişimden öte bir şey var burada. Bir de 'kaçış çizgileri'nden söz eder Deleuze ve Guattari. Çizgi, bireyi ve grupları belirleyen aile, meslek, askerlik, okul gibi kurumlardır. Kaçış çizgisi, bütün bu belirlenmişlikleri altüst eder. Kaçışla çizgi sapmaya uğratılır. Biz de bir nevi müzik üretimindeki öz anlatımcılığından kaçıyor, uzaklaşıyoruz 'Revîn' de. Böylelikle yeteneğimize yeniden yaratım gücü hediye ediyoruz. Veya Baudrillardcı bir yaklaşımla anlatırsak eğer, mekan değiştirmeden mesafe alıyoruz, bir yerden ayrılmadan eylemlilik içine giriyoruz bu albümde.
Albümün adı gibi grubun ismi Babetna, Kürtçeden. Zazakî lehçesinde “bir başka çeşit” demek. Grubun isminin de “Revîn”de olduğu bir hikayesi var mı?
“Babetna, ülkedeki müzik üretim ve sunumunun gittikçe tek tipleşmesine ve tek düzeleşmesine bir alternatif olmak için kuruldu. Halihazırda grup müziği suyunu çekiyorken bu ortaya çıkışın müzikte başka çeşit bir üretim modelini açığa çıkarabileceğine inandık. Babetna ismi tam da bunu tarif ediyor. Ve evet Babetna'nın kelime anlamı da başka çeşittir. Buradaki çeşit, aynı zamanda dilsel ve kültürel bir çeşitliliğe işarettir. En başından beri üretimlerimizi bu toprakların çok kültürlü yapısını gözeterek yapmaya çalışıyoruz. Açıkçası bundan başka bir müzik yaklaşımı içinde de olamazdık, çünkü biz bu toprakların bağrında yetiştik. Gözümüzü, kulağımızı ve vicdanımızı hakikate; yani buraların zenginliğine kapatmamayı seçtik. Elbette bunu elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce yapmaya çalışıyoruz. Seslendirmekten keyif aldığımız şarkılar seçiyoruz veya besteliyoruz, dil gözetmeksizin.
Özellikle sistematik olarak dar bir alana hapsedilen Kürtçe ve Kürt kültürünün bizi yoğun bir şekilde beslediğini söyleyebiliriz. Bu dil ve kültürün kentlerde filizlenmesi, kendini tekrar var edebilmesi bizim için çok değerli. Bu anlamda Kürtçe müziğe sunduğumuz katkının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun dışında bu toprakların kadim bir dili olan Ermenice'den de büyük bir keyifle müzik örnekleri sunuyoruz.
Grubun üretim safhasından sahneleme safhasına kadar kolektivizm görüyoruz? Solist ve enstrümanistlerin birlikte ve eş bir iş tanımı söz konusu mu?
Şu anda müzik sektöründe enstrümanist-solist ayrımını körükleyen temel dilsel bir hatadan bahsedebiliriz. Örneğin "solistin müzisyenleri" deniliyor, bu bir yerde "patronun işçileri" demek gibidir. Buradaki temel hata solistin de müzisyen olduğunun unutulmasıdır. Tabii buna sebep olanın popüler kültürün oluşturduğu hayranlık kültürü olduğunu unutmamalıyız.
Müzisyenlik, solist ve enstrümanistin içinde bulunduğu çatı bir kelimedir. Kapitalizm, hayatı "patronlar ve işçiler" olarak zihinlere kodluyor. Bunu, olmayan şey üzerinden yapmıyor elbette; aslında pratikte olan şey tam da patron ve işçiliktir. Yine de bazen dili, bazen de pratiği düzeltmeye çalışıyoruz. Babetna'nın ortaya çıkış sebeplerinden en önemlisi "solist-müzisyen" hiyerarşisinden bir kaçış. Gruptaki her birey yıllarca eşlikçilik yaptı.
Bu anlamda solist- enstrümanist hiyerarşisini, popüler kültür ve tüketim toplumu bazında nasıl değerlendirirsiniz?
Solist ve enstrümanist arasındaki ekonomik uçurumu iliklerine kadar yaşadı ve hâlâ da yaşıyor. Oysa Babetna'da ekonomik ve sosyal eşitsizliğin esamesi okunmaz. Bu anlamda Babetna, adeta öze dönüşün yaşandığı, gruptakilerin nefes alabildiği, benliğine kavuştuğu bir rehabilitasyon alanı gibi bir yere dönüştü.”
Halkta şarkı söylemenin enstrüman çalmaktan çok daha fazla teveccüh gördüğünü biliyoruz. Bunu körükleyen büyük oranda popüler kültür endüstrisinin marketing yöntemleridir. Kapitalizmde bir şey satılacaksa onun sadece bir yüzü veya bir sesi olur. Üretim istediği kadar kolektif olsun pazarlama ve kazanç artı değer üzerinden yürür. Ve o artı değer her zaman bir kişiye (patrona) kalır. Günümüzde müzik üretim ve sunumu bir yandan "insani" duygularımızı gıdıklarken diğer yandan da kendini bu işleyiş üzerinden var ediyor maalesef.
Babetna, eşitlik-özgürlük düşleri kurarken ve bu doğrultuda çalışmaya gayret ederken finansal olarak yaşama savaşını nasıl veriyor?
Oldukça zor şartlarda üretimlerimize devam ediyoruz. Halihazırda Türkiye'de müzisyen olmanın kendisi de zor fakat alternatif bir müzik ortaya koyup devam edebilmek çok daha zor. Yani biz misliyle etkileniyoruz Türkiye'nin siyasi ve ekonomik atmosferinden.
Örneğin Kürtçe müzik, hâlâ Türkiye müzik sektörüne dahil bile değil. Türkçe müzik yapanlarla adeta apayrı dünyalarda, apayrı dinleyici gruplarıyla hemhâliz. Koşullar tamamen Türkiye, Türkçe müzik yapanlar için çok daha avantajlı. Büyük konser ve festivallere itina ile Kürtçe müzik yapanlar dahil edilmiyor, profesyonel organizasyon şirketleri ve sponsorlar sadece tek bir dile ve kültüre hizmet ediyorlar. Biz yokmuşuz gibi davranılıyor yani.
Elbette buna yıllardan beri aşinayız fakat bunu dile getirmek, protesto etmek zorundayız. Dünyanın başka bir yeri yoktur ki otuz milyonu aşkın bir halkın kendi anadilindeki müziğinin sunumu bu kadar sinsice gözardı edilsin. Burada kapitalist reflekslere bile (para kazanmaya) rahmet okutturacak egemen bir dil-kültür şovenizmini görebilmek çok kolay.”
Peki nasıl başa çıkılabilir?
Romantik bir bakış açısıyla 'kendi yağımızda kavrulur, halkımızın "desteğiyle" üretimlerimize ve konserlerimize hız kesmeden devam ederiz' diyebiliriz fakat bunun pek de sürdürülebilir bir şey olmadığı aşikâr. Müzik üretim ve sunumu pek de ucuz bir şey değil. Bir yandan geçim zorluklarıyla uğraşırken, öbür yandan profesyonel üretimlere imza atmak oldukça güç. Bu noktada sadece "kendi dünyamızdan müzik üreticilerine" bir çağrımız olabilir, hakim kültür endüstrisi bizi yok sayıyorsa bize düşen şey, üretimlerimizi ortak dinleyiciye ulaştırmak konusunda birbirimize olabildiğince destek olmaktır.