Belinda'dan geriye kalan köpük

Belinda'dan geriye kalan köpük
Tuğba Sivri Ah Belinda'yı yazdı: "Belinda kabusu, her gün kadınların öldürüldüğü ülke gerçeği yanında rüya gibi kalmaya başlamışken neredeyse 40 yıl öncesinin bile gerisine düşmeyi kabul etmemek gerek."

Tuğba SİVRİ


Artı Gerçek - Netflix'in geçtiğimiz hafta Türkiye'de en çok izlenen yapımı, Atıf Yılmaz'ın 1986 yılında yayınlanan filmi Aahh Belinda'nın Deniz Yorulmazer yönetmenliğindeki uyarlaması oldu. Bu yeniden uyarlama, orijinal filme yeniden bakmayı ve aradan geçen 37 senede sinema dilinde nelerin değiştiğini görmeyi gerekli kılıyor.

Atıf Yılmaz sineması, 80 sonrası filmlerindeki deneysellikler ve ele aldığı "kadın" konuları bağlamında sinemamızda özel bir yerde duruyor. 80 darbesi sonrası her türlü sol örgütlenmenin engellendiği askeri baskı ortamında Türkiye'de feminizm, kendine bir alan bulmayı başardı. Belki devletin kadınları çok da ciddiye almamasının, feminizmi politikadan saymamasının da etkisiyle feminist politika yapmanın yolları açıldı. Yılmaz'ın "kadın filmleri" de bu feminist uyanışın etkisiyle bir sorgulama alanı açtı.

Aahh Belinda, dert ettiği meselelerle hem kadınların toplumsal sorunlarını kurguya taşıyor hem de 80 sonrası yükselen kapitalizmin eleştirisini sunuyordu. Filmde başarılı bir tiyatro oyuncusu olan Serap'ın, mecburen kabul ettiği bir şampuan reklamında oynarken kendini reklamda oynadığı Naciye karakterinin hayatının içinde bulması ve bu kâbustan uyanmaya çalışması anlatılıyor.

Dönemin absürt baskıcılığını yansıtmanın bir yolu olarak fantastik türün seçilmesi de tesadüf değil. Reklamlarda sunulan "gerçeküstü" dünyanın toplumun, kadınların gerçeğiyle hiç de örtüşmediğini bu fantastik geçişle çok daha iyi hissettiriyor Yılmaz.

BELİNDA'YI APOLİTİKLEŞTİRMEK

Aahh Belinda'nın yeniden uyarlamasında en önemli mesele, meselesizlik olsa gerek. Orijinal filmin kapitalizme ve ataerkil düzene karşı katman katman ördüğü eleştirilerin tümü sökülerek yerine fantastik bir balon dikilmiş gibi. En baştan başlayalım: Serap'ın (yeniden uyarlamada Dilara'nın) reklam filmini kabul edişi, orijinal filmde uzun uzun gerekçelendiriliyor; karakterin ağzından bu sistem içinde sanatçıların özgür tiyatro/sanat yapabilmek için maddi olarak kendini başka işlerle, özellikle yeni gelişen reklam sektörüyle desteklemek zorunda kalışını dinliyorduk.

2023 yapımı filmdeyse Dilara, reklamı mevcut düzenin yeniden üreticisi olduğundan değil, sadece basit senaryosu ve kendine uymayan karakteri nedeniyle istemiyor. Gitgide bozulan ekonomik durum, yükselen enflasyona bağlı yoksullaşma, üst üste kapanan tiyatrolar ve yoğun siyasi baskı arasında hayatta kalmaya çalışan sanat emekçilerinin dertleri 80 darbesi sonrasından çok daha korkunç bir hal almışken filmin tüm bunlara dair hiçbir şey demediğini görüyoruz.

Güncele dair hiçbir söz söylemiyor değil film. En güncel sorun olarak "İstanbul'da taksi meselesini" seçmiş senarist ve yönetmen. Bunu da film boyunca her taksiye binmek istediğinde karikatürize bir Arap çiftle taksi kavgası yapan Dilara karakteriyle anlatmayı seçmişler. Yani en güncel eleştiri, gerçek sorumluları örtmek ve popülist ırkçılığa göz kırpmaktan ibaret.

Filmin belkemiği denebilecek kadın meselesi de yine böyle köpükleştirilmiş, adeta şampuan gibi durulanıp akıtılmış. Orijinal filmde Müjde Ar'ın bir kadın olarak tiyatroda var olma mücadelesini, sevgilisine karşı tavrını, elde ettiği özgürlüğün farkında oluşunu ve içine düştüğü bu reklam gerçekliğinin tam da kurtulmak istediği kabusun ta kendisi olmasını bütün çelişkileri ve çatışmalarıyla izliyorduk.

Bir yandan bankada çalışıp eve gelince yemek, temizlik, çocuk bakımıyla uğraşan ve bundan mutluluk duyması beklenen Naciyelerin dünyasına düşen Serap'ın, içine düştüğü bu yeni gerçeklikte, bankadan arkadaşı ve alt komşusuyla kurduğu kadın dayanışması önemliydi örneğin. Ama en önemlisi, Serap'ın tiyatroda oynadığı 'Asiye Nasıl Kurtulur?' adlı oyunun, filmin içindeki feminist katmanlardan biri olmasıydı.

Asiye Nasıl Kurtulur, 1969'da Vasıf Öngören tarafından tiyatro oyunu olarak yazılmış; ardından Aahh Belinda'dan sonra Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarılmıştı. Aahh Belinda'daki bu gönderme, bir sonraki filmin de habercisiydi. Fuhuşa sürüklenen kadınların hikayesini anlatan bu tiyatro oyunu, filmde ataerkil kapitalist düzenin bir eleştirisi olarak karşımıza çıkıyordu. Ancak yeniden uyarlamada bu alt metinden de vazgeçilmiş, nedeni belirsiz.

Bunun yerine başroldeki Dilara Başaran'ı oynayan Neslihan Atagül'ün, oynayamadığı tiyatro oyununun sahnelendiği binanın terasında, yağmur altında, oyunla paralel olarak sergilediği dansı izliyoruz.

80'lerde özellikle Müjde Ar'ın yer aldığı filmlerde bir yandan ataerkil düzen eleştirilirken diğer yandan eril bakışa (male gaze) yeniden hizmet edildiği, Ar'ın "seksüalize" edildiği eleştirisi oldukça yaygındı. Bugünden bakınca bunun doğru olmadığını; bu cinselleştirmenin, bağlamından koparılan sahnelerin film tanıtımı olarak kullanılmasının, yani yine kapitalist ataerkinin bir sonucu olduğunu düşünüyorum.

Oysa Atagül'ün bu filmde bağlamsızca seksüalize edildiğini söyleyebilirim. Film boyunca Atagül'ün bedeni, tam da eril göze hitap edecek şekilde sergilenirken bunun bir altmetni, eleştirel bir tarafı olduğunu düşünmüyorum. Tamamen politikadan arındırılmış bu yeni kurguda Atagül'ün yağmur altında intihar imasıyla görselleştirilen dansı, bir başkaldırıdan çok boyun eğişi temsil ediyor kanımca.

YENİ ÖZGÜR KADIN: KÜFREDİYORUM, ÖYLEYSE VARIM

İki filmdeki başkarakterin, Serap ve Dilara'nın, "oynamak zorunda kaldıkları" yeni karakterlere, Naciye ve Handan'a karşı tavrı da aslında bütün bu apolitikleşmenin ve feminist bilinç yoksunluğunun bir sonucu. Kadınların özgürleştikçe, kendileri gibi olmayan/olamayan kadınları rekabetçi bir tutumla aşağılaması, kapitalist ataerkinin bir sonucu şüphesiz. Ancak bu tutumun sahiplenilip yeniden üretilmesi ve "özgür/güçlü kadın" imajına yama yapılması anti-feminist bir duruş.

Serap, Naciye'nin hayatını "acaba tımarhaneye geri mi dönsem" diyecek kadar korkunç bulurken tavrında Naciye'ye yönelik bir aşağılama görmüyoruz. Oysa bu yeni uyarlamada senaryoya neden eklendiği belli olmayan enişte karakteriyle Handan'ın yaşadığı "gayrimeşru" ilişki ve bankayı dolandırma planları, Dilara tarafından "Siz bir de iki geri zekâlı para mı aklıyordunuz?" sözleriyle aşağılanıyor. Dilara'nın Handan'a bakışı, içine düşmekten korktuğu hayatı yaşayan bir kadına karşı duyduğu empati ya da en azından acıma yerine aşağılamayla karakterize ediliyor.

Son olarak filmde beni -ve gözlemleyebildiğim kadarıyla pek çok izleyiciyi- en rahatsız eden noktadan, Atagül'ün küfretmediği tek bir sahnenin bile olmayışından bahsedeceğim.

Filmin başından sonuna kadar Dilara karakterinin karşılaştığı her duruma cinsiyetçi küfürlerle tepki verdiğini, öfkesini oldukça eril şekilde ifade ettiğini görüyoruz. Bu aslında bu filme özgü bir durum da değil. Son birkaç yıldır televizyon dizilerinde ve çevrimiçi platformlar için hazırlanan yapımlarda "özgür ve güçlü kadın" karakter çizilmek istendiğinde karaktere bolca küfür ettirildiğini gözlemleyebiliriz. Öyle ki internette dizilerden kadınların küfrettiği sahnelerin kolajlandığı pek çok video bulmak mümkün.

Bunun bir sebebi, hipermaskülinitenin hem güncel siyasette hem de kültürel alanda yükselişe geçmesine bağlı olarak mafyatik ve sert erkek karakterlerin, şiddet çıtasını çok yukarı çekmesi diye düşünüyorum. Bu şiddete karşı duracak kadın karakterlerin erkekleşmeden güçlü görünemeyeceğine dair bir yanlış bilinç söz konusu. Kadınların özgürleşmesini erkeklikte eşitlenme olarak gören bu anti-feminist yaklaşımın popüler kültürün kadın karakterlerini böyle şekillendirdiği kanaatindeyim.

Aahh Belinda'ya dair söylenecek daha çok söz var. Kadınların yaşlandıkça ataerkil iktidara ortak olmasından militarizm eleştirisine çok yönlü bir sembolizmi ifade eden Dunganga ninnisi örneğin, tek başına bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Yahut Serap/Dilara'nın oğlunun annesine olan aşırı sevgisi yanında kız çocuğunun kenarda kalışı şüphesiz çok şey anlatıyor. Ama bu yazıda darbe sonrası çekilen Aahh Belinda'nın, aradan 37 yıl geçtikten sonra yeniden uyarlanırken darbenin yapmaya çalıştığı apolitik kültürel alanın hizmetine girdiğini üzülerek söylemek istiyorum.

Belinda kabusu, her gün kadınların öldürüldüğü ülke gerçeği yanında rüya gibi kalmaya başlamışken neredeyse 40 yıl öncesinin bile gerisine düşmeyi kabul etmemek gerek.

Öne Çıkanlar