'Dune: Prophecy’... 'Zafer ışıkta kutlanır, ancak karanlıkta kazanılır'
Suzan DEMİR
Frank Herbert’in bilim kurgu romanı olan “Dune” (1965) evreninde geçen, oğlu Brian Herbert ve Kevin J. Anderson’ın “Great Schools of Dune” roman üçlemesinden (2012–2016) esinlenen ancak bu üçlemenin de sonrasında geçen HBO’nun yeni dizisi “Dune: Prophecy” 17 Kasım’da dünya prömiyerini yaparken, 18 Kasım’da da BluTV’de Türkiyeli seyirci ile buluştu.
Baştaki tanımı daha da sadeleştirmek gerekirse, sinemada izlediğimiz Dune evreninden çok önceye dayanıyor dizinin hikâyesi. Tıpkı 'Yüzüklerin Efendisi’nin dizi uyarlaması ya da 'Game of Thrones' sonrası daha da eskiyi anlatan 'House of the Dragon' gibi.
Tabii kitap uyarlamaları çoğu zaman tartışmaya yol açıyor. Haliyle bir beklenti eşiği var. Üstüne bir de film eklenince tartışma daha girift bir hal alıyor. Bunu hem 'Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri'nde hem de 'House Of Dragon’da gördük. Tartışmalarda genellikle bu serilerin fanları ön saflarda yer alıyor.
Daha önce de yazmıştım her anlatımın (film, dizi, kitap) ayrı bir deneyimi var. Bir de baştan belirtmeliyim ki diziyi izler izlemez bir değerlendirme yazmak durumunda olduğum ve henüz sadece bir bölüm yayınlandığı için tespitlerim havada da kalabilir; ama tüm bunları da göze alarak ilk bölüme dair izlenimlerimi yazmaya çalışacağım.
Dizi ilk Dune hikâyesini ortaya çıkaran olaylardan önce, yani Paul Atreides’in doğumundan 10 bin 148 yıl önceye dayanıyor. Fakat zaman sıralaması bununla da bitmiyor. İnsanların düşünen makinelerle savaşının ve onları yenmesinin de üzerinden 116 yıl geçmiştir. “Sesin” keşfindense 30 yıl sonrası dizinin geçtiği zamana tekabül ediyor. Yani zaman adeta matruşka bebekleri gibi açıldıkça açılan bir şeye dönüşüyor hikâye içinde. Fakat burada bir parantez açmak gerekli dizi “Sesin” keşfinden 30 yıl sonraya geçmeden “öncesine” de değiniyor. Odakta kız kardeşler Valya (Emily Watson) ve Tula Harkonnen (Olivia Williams) var. Kız kardeşlerin büyük büyükbabalarının Atreides hanedanlığı liderliğindeki savaştan kaçmasıyla Harkonnen’lerin korkak ilan edilip soğuk bir gezegene sürgün edilmesi Valya tarafından dış sesle anlatılıyor.
Sonrasında Jessica Barden’in Valya’nın gençliğini oynadığı hikâyenin girizgahında ise Başrahibe Raquella Berto-Anirul’un (Cathy Tyson) “Gerçeklerisöyleyen” Bene Gesserit mezhebini nasıl başlattığı özetle anlatılıyor. Bu dini ve büyücü olarak da tanımlanan kadın topluluğu, kendileri tarafından kontrol edilebilecek, daha iyi liderler yetiştirmek için genetik bir program başlatıyor. Yani hanedanlar arası eşleşme ile kimin imparator olacağının bile geleceğini tayin edebilecek bir program bu. Bu programa Valya’nın dış sesinin “bağnazlar” dediği Raquella’nın torunu Dorotea ve onun takipçileri karşı çıkıyor. Sebebi ise “Tanrıcılık oynamaya” eş değer bir şey olduğu için. Pek de haksız sayılmazlar ama başrahibe Raquella’ya bağlı olan Valya için bu durum tartışmasız doğru. Açıkçası burada Jessica Barden’in oyunculuğu bana Penny Dreadful’da canlandırdığı; Lily ile Dorian Grey’in kurduğu ve yine “Kız Kardeşlerin” olduğu o topluluğa fanatikçe bağlı olan Justine’i hatırlattı. Henüz sonraki bölümlerde genç Valya’yı görecek miyiz bilmiyorum ama en az Emily Watson kadar karaktere önemli bir hava kattığını düşünüyorum.
Raquella ölürken, medeniyeti tehdit eden bir kum solucanı, yanan bir beden imgesi görüyor ve de genetik programını destekleyen Valya’ya lider olması gerektiğini vasiyet ediyor. Valya ise genetik programın en büyük engeli Dorotea’nın karşısına dikilerek “Sesin” ortaya çıkışını da gösteriyor. Bundan sonrasında Valya’nın hedefi tahta kendi yetiştirdikleri bir kız kardeş koymak oluyor. Buradan sonra dizi 30 yıl sonraya bağlanarak devam ediyor.
Sesin ortaya çıkmasından 30, düşünen makinelerin yenilmesinden 116 yıl sonraki tablo ise şöyle:
Düşünen makineler yasaklanmış, İmparator Javicco Corrino’nun (Mark Strong) hem imparatorluk içinde hem de hanedanlar arasında kırılgan bir barış dengesini korumaya çalışıyor, 'Gerçeklerisöyleyenler’den oluşan rahibelerin hanedanlara danışmalık ettiği bir düzen kurulmuş.
Dizinin bir saatlik pilot bölüm için, sonrakini merak ettirecek bir gizem tetiklediğini söyleyebilirim.
Dune: Prophecy’nin bir entrika ve strateji dizisi olduğunu öngörmek şimdiden mümkün. Kitaplarda ve filmlerde anlatılan evrenin alt yapısını, politikasını örecek bir dizi var karşımızda. Daha çok olayların başlangıcını tetikleyen hamleleri izleyecekmişiz gibi duruyor. Bu haliyle 'Game Of Thrones' gibi bir yapısının olacağını söylemek mümkün. O yüzden kum solucanlarının çölün tüm tozunu seyirciye yutturacağı bölümler beklemiyorum. Daha çok diyalog ve karakterlerin ön planda olacağı bir dizi sinyali veriyor.
Şunu da söylemek lazım ki dizi bilim kurgu atmosferi ve görsel bakımdan son derece başarılı. Tabii aynı başarıyı strateji denklemleri kurarken de gösterecek mi ilerleyen zamanlarda göreceğiz; ama şimdiden IMDb’de 7.8 gibi yüksek bir puanı kapmış…
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı.
Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa'da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.
Grotesk bir rüya: 'Grotesquerie'