Bir 'Kızıl Gonca'ya benzer…

Bir 'Kızıl Gonca'ya benzer…
Kızıl Goncalar ilk çıkışındaki siyasal zeminde bana kalırsa daha dikkatli adım atıyor; her ne kadar derin devlet, karanlık güç iddiasına devam etse de artık daha ziyade aile içi ve karakterler arası duygusal çatışmalara ağırlık veriyor.

Suzan DEMİR


Kızıl Goncalar geçen yıl yayınlanmaya başladığında birçok tartışmayı da beraberinde getirmişti. Öncelikle ülkenin son 20 yılına bakan bir dizi olması açısından politik bir yerde duruyordu. Ondan önce başlayan Kızılcık Şerbeti de dindarlar ve sekülerleri karşı karşıya getiren bir dizi olsa da Kızıl Goncalar doğrudan tarikatların içine giriyordu. Ana akımın bilmediği bir alana girilince elbette ilk olarak içeriden sesler yükseldi. Tarikat yanlıları dizi bitirilsin istedi, Fatih’te çekimler yaptırılmadı, RTÜK kanala ceza verdi. Bunlar çok yazılıp çizildi ama şimdilerde sular durulmuş gibi görünüyor diziye dair.

Bu yazıda ikinci sezonu da başlayan dizi hakkında genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Öncelikle bu yazının dizinin ikinci sezon, beşinci (24. Bölüm) bölümünden önce yazıldığını not düşmek isterim. İkinci bir notum ise Kızıl Goncaları ulusal kanal olan Now’da değil, tüm bölümlerin yayınlandığı Disney+’da izlediğimi de eklemek istiyorum. Benim gibi platform rahatlığına alışmış biri için dizinin burada da yayınlanması öncelikle büyük kolaylık yarattı. Çünkü geçen yıl bir türlü başlayamadığım diziye toplu halde erişmiş oldum.

kizil-goncalar-7282-galeri-resim-e530e88e-ece6-4c60-b477-67ac3b2eb551.webp

Film ya da dizilerde şöyle bir algı var: “Bu konuyu anlatmış olması önemli.” Elbette bazı konular anlatılmasıyla bir önem ortaya çıkarabilir; ama bunların bir anlamı da yok mudur? Daha da net soracak olursam bunların nasıl anlatıldığı da önemli değil midir? Siyasal iklimin sertliği bazı konularda hızlı bir kabulleniş getiriyor. Baskı o kadar yoğun ki sadece anlatılmış olması önem taşımaya başlıyor. Kızıl Goncalar da böyle olmaya başladı. Gerçi itirazlar ve eleştiriler de var ama bunun daha ön planda olduğunu hissediyorum. Aynı tartışmaya Burak Çevik’in 'Hiçbir Şey Yerinde Değil' filminde de tanıklık ettim zira. Yedi TİP’li öğrencinin katledildiği Bahçelievler Katliamı'nı referans alan filmin, bunu anlatmasının önemli olduğunu düşünen çok kişi okudum hatta bizzat dinledim. Önem kısmı nasıl anlattığına gelince nereye kayboluyor bir fikrim yok. Zira bence anlatmasından ziyade “nasıl anlattığı” listenin başındadır.

Kızıl Goncalar da bu anlamda bana kalırsa yer yer yalpalayan bir dizi. Evet, tarikatların içinde bilmediğimiz bir dünya var, sınırlarını az çok tahmin edebileceğimiz ama içerideki işleyişe dair tamamıyla bir fikre sahip olmadığımız bir dünya bu. Kızıl Goncalar bu dünyaya dair geniş, ayrıntılı bir tablo sunuyor. Bu konuda son derece başarılı. Zaten tepki çekmesinin sebebi de bu, içeriyi layıkıyla yansıtması. Menzil tarikatında çıkan iktidar kavgası ve birkaç gün önce tarikat hukukunun ilan edilmesi haberini birçok kişi görmüştür. Haliyle diziyi izleyenlerin aklına Sadi Hüdayi (Erkan Avcı) ile Cüneyd Efendi’nin (Mert Yazıcıoğlu) post kavgası da gelmiştir. Dizi ilk çıkışındaki siyasal zeminde bana kalırsa daha dikkatli adım atıyor; her ne kadar derin devlet, karanlık güç iddiasına devam etse de artık daha ziyade aile içi ve karakterler arası duygusal çatışmalara ağırlık veriyor.

kizil-goncalar-7282-galeri-resim-a3526985-3b6b-45de-a069-f034c553e23d.webp

Fakat filmin politik çatışmasında sadece Kemalistlerin olması, diyaloglarda “rövanş” geçmesi hep aklıma şunu getirdi, Türkiye’nin geriye kalan siyasal aktörleri nerede? Tamam bu dizinin kesişim kümesine denk gelmeyebilir; ama “ülke bu iki kampın çatışmasından ibaret” önermesinden hem siyasette hem de kurmacada gına geldi. Tarikatların bizzat hedefinde İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlar var, LGBTİ+’lar var hayvanlar var, Kürtler var ve hatta emekçiler var. Sadece tarikatları çok iyi resmedip ayrıntılı anlatıp bir dönemin fotoğrafı çıkarılamaz ya da buna Kemalistler ve 28 Şubatçılar eklenince o tablo tam olmuyor. Fotoğrafın çok küçük bir kısmı bu.

Elbette bu dizi 'Hatırla Sevgili' gibi dönem dönem tüm siyasal atmosferi ele almıyor. Böyle bir sonuç çıkarıp haksızlık etmek istemem. Anmışken bu ülkede siyasal atmosferi en iyi yansıtanlardan biri olan Tomris Giritlioğlu’nu da hatırlatmak isterim. 'Salkım Hanımın Taneleri’nden 'Hatırla Sevgili' ve 'Bu Kalp Seni Unutur mu?' dizisine kadar en cesur konuları ele almış biri kendisi. Unutmayalım ki 'Bu Kalp Seni Unutur mu?' dizisi Diyarbakır zindanlarını anlattığı için apar topar yayından kaldırıldı. Şimdilerde Kızıl Goncalar’ın çok cesur olduğunu söylerken bu ülkede ezilenlere dair yapılmış tüm yapımlara gösterilen tepkileri de unutmamak lazım. Tabii şunu da eklemek isterim derin devlet temsilinde iki kamptan da insanlar oluşu en sahici kısmıydı. Evet, işte o iki kamp bu saydıklarımı tehdit ediyor…

kizil-goncalar-7273-galeri-resim-0b818436-1ebc-43b8-bc2b-748fdc20a21b.webp

Kızıl Goncalar’ı sadece siyasal olarak ele almak niyetinde değilim. Yazının başında diziyi platformda izlediğimi belirtmiştim, yani reklamsız izledim; ama ona rağmen çok uzun bölümleri vardı. TV kanallarına çekilen dizilerin uzunluğuna dair yıllar önce eylemler yapılmıştı “Yerli dizi yersiz uzun” sloganıyla. Bu sloganlar atılalı çok oldu ama değişen bir şey olmadı. Reklamsız hali bile 2,5 saate ulaşan bölümler izlemek seyirci açısından yorucu. Prime time’da reklamlarla dikkat dağıtılıp tekrar toplanıyor ama o halde daha da uzayan tüm akşamı kaplayan bir izlemeye dönüşüyor. Bu elbette sadece izleme deneyimi değil, setlerde çalışma koşullarının da ne halde olduğuna bir işarettir. 2,5 saatlik dizi için bu insanlar haftalık ne kadar çalışıyor? Akıl alır gibi değil…

Geçen yıl yayımlanan sezonu topluca izlemiş biri olarak dizinin kendisine atfedilen “cesurluk” dışında tamamıyla “ana akım” bir kalıpta olduğunu söyleyebilirim. Zaten bu kadar uzun olması bu unsurlardan bir tanesi. Diğerlerine gelirsek, olaylar dizgesi mantık sınırları içinde değil. Örneğin bir karaktere bir şey olurken bir başka karakterin olay yerine şıp diye yetişmesi gibi. Tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım Hakan Muhafız’da bir sahne vardı. Dediğim gibi o olduğundan emin değilim fakat bir kaçma kovalamaca sahnesi yaşanıyordu. Karakter Beyoğlu’nda kaçmaya başlayıp Kadıköy Yoğurtçu Parkı’ndan çıkıyordu. İzleyen birçok kişinin dikkatini çekmiş hatta sosyal medyada yorumlar yapılmıştı. Burada da benzer mantık çerçevesi var. İstanbul gibi ulaşımı dert bir şehirde Fatih’ten Levent’e giden gidene. O kadar uzun dizi çekiyorsunuz madem buraları da düşünmek lazım. Bir başka ana akım örneği de yarım dinlenen kapılar. Gerçekler hep kapı ardından, mesajdan, uzaktan görmeyle öğreniliyor. Öğrenen bir anda gemileri yakıyor, hata üstüne hata yapıyor. Evet, gerçek hayatta da bu tarz gerçeklerle karşılaşma şekilleri var. Ama insanlar en azından soğukkanlı kalmaya çalışır, önünü ardını düşünür. Tamam ona da kabul, ilk aklına geleni yapan da var ama bu karakteristik bir özellik, herkese aynı şekilde biçilip giydirilemez ki. Ana akım seyirci bunu istiyor diye yıllarca bu özelliğe sahip karakterler izledik. Hayır ana akım istemiyor, siz yazıp çekiyorsunuz. Tüm insanlar aynı kırılganlık ve alınganlıkta değil. Tabii tüm ergenler de Mira (Esma Yılmaz) değil.

kizil-goncalar-7273-galeri-resim-a1d151c2-34cb-48dc-aaff-323b9b2ccfb8.webp

Bir başka önemli husus da şu, dizide İstanbul Sözleşmesi ve kadına dair eylem yapanları izliyoruz. Hem pandemi hem de OHAL ile yönetildiğimiz iki yıl boyunca sokağa çıkanlar kadınlardı. Yahu en azından bir iki eylem videosu izleyin, o sloganların bir ritmi var. Sahneye zombi gibi slogan atanlar koyunca hak arayanları karikatürleştiriyorsunuz.

Yıllardır kendi imkanlarım dahilinde diziler hakkında eleştiriler yazıyorum. Buranın öncesinde de kendi kişisel sosyal medya hesaplarımda yapıyordum bunu. Ulusal kanalları ise yıllardır izlemiyorum. Çok uzun yıllardır ulusal kanal için hazırlanmış izlediğim ilk yapım Kızıl Goncalar oldu. Tüm eleştirilerime rağmen izlemeye de devam edeceğim ama ikinci sezonda bazı sıkan noktaları da ekleyeceğim. Tamam bir anda çözülmez ama Cüneyd’in hastalığı biraz sıktı, Meryem’in (Özgü Namal) sonsuz iyiliği fenalık getirdi. Mira’nın ergenliği ise ekrana bile bağırmama sebep oldu. Karakteri oturtmak açısından devamlılık iyidir ama fazla devamlılık da seyirci usandırır. Tüm bu siyasal ve yapısal eleştirilerime rağmen her yerli dizi gibi merak duygusunu cezbetmeyi başarıyor…


Suzan Demir kimdir?

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı.

Ayrıca BİR+BİR Express dergisinde (hem online hem matbu dergide) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde de haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi’nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapıyor. Hala Avrupa'da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat dalında haberler üretiyor. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesi.

Öne Çıkanlar