Dünya Edebiyatında Anti-Kahramanların İzini Sürmek
Sibel ÖZ
Günümüzde, edebiyat ve sinemada kahraman ve anti-kahraman tanımları sıklıkla kullanılmaktadır. Bu ikili kavram ilk süreçlerde genellikle iyi/kötü karşıtlığı temelinde kullanılırken, günümüzde anti-kahraman kavramı daha çok farklılık/marjinallik anlamlarını da içeren bir kullanım alanına sahiptir. Yani anti-kahraman kavramının eksiklik, olumsuzluk ya da kötülük gibi negatif anlamlardan ziyade, farklılık ya da ‘başka türlülük’ anlamında kullanımı daha yerleşik hale gelmiştir. Günümüzde “kahraman” kelimesi, zaman zaman “karakter” kelimesinin yerine kullanılsa da, iki kavram arasında eş anlamlılıktan söz edilemez. Karakter, edebi metinde yer alan kurgusal kişiler için kullanılabilen bir terim iken kahraman, anlatılan hikâyenin merkezindeki karakter ya da karakterleri anlatır. Özellikle klasik eserlerde “kahramanlar” sözlük anlamına uygun olarak önemli, yiğit, güçlü, idealist, cesur, adil ve kusursuz kişiler olarak betimlenir.
Anti-kahraman kavramı, kahraman kavramının anti-tezini oluşturarak ona kaynaklık eder. Aslında edebiyat tarihinin ilk dönemlerinden itibaren kahramanların bulunduğunu belirtmek mümkündür. Öte yandan anti-kahramanların da -kavramın iyi/kötü karşıtlığı şeklindeki ilk a priori formu olarak- başından beri varlıklarını sürdürdükleri belirtilebilir. Anti-kahramanların edebiyat tarihinde görülen ilk biçimleri üzerine pek çok görüş ileri sürülür. Edebi bir terim olarak “anti-kahraman” ya da “karşı-kahraman”ın on dokuzuncu yüzyılda Dostoyevski ile edebiyata girdiği ve kullanımının yirminci yüzyılın ikinci yarısında doruğa ulaştığı, daha da öncelere gidilirse, aslında anti-kahramanların erken Yunan tiyatrosundan beri sahnede görüldüğü yönünde görüşler vardır.
ANTİ-KAHRAMANLARIN İLK ÖRNEKLERİNİ HOMEROS’UN İLYADA VE ODYSSEİA ESERLERİNE GÖTÜRMEK MÜMKÜN
Klasik kahramanlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında ya da sonrasında yazılan gerçekçi, absürt ve varoluşçu eserlerde yenilgilerin ve ümitsizliğin “anti-kahramanına” dönüşmüştür ve İkinci Dünya Savaşı çağdaş anti-kahraman olgusunun gelişiminde can alıcı bir etkiye sahiptir.1 Anti-kahramanların ilk örneklerini Homeros’un İlyada ve Odysseia adlı eserlerine kadar götürmek mümkündür. Homeros, Hektor ve Achilles karakterleriyle insanın kişilik yarılmalarını, hırs, nefsine hâkim olamama gibi olumsuz özelliklerini işlemiş, kahramanın karşısına tüm gerçekliğiyle anti-kahramanı koymuştur. Anti kahraman temsilinin en açık şekilde görüldüğü eser ise aynı zamanda modern romanın öncüsü olarak kabul edilen Cervantes’in Don Kişot adlı romanıdır. Don Kişot karakteri, yaşadığı topluma ve çağa aykırı, uyumsuz özellikleriyle öne çıkarken, aslında yel değirmenlerine karşı mücadelesi dolaylı eleştiriyi de içermektedir.
Anti-kahramanların, 20. yüzyıl modern edebiyatında sıkça görülmesi nedensiz değildir. İnsanlığı derinden etkileyen devrim öncesi Rus edebiyatında olduğu gibi, insanlık tarihinin belki de en büyük yıkımlardan olan İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında da anti-kahramanlara yoğun olarak rastlanmaktadır. Bu süreçler, toplumların ve insanlığın köklü değişim ve devrim sancılarıyla birlikte yıkımları yaşadığı varlık-yokluk süreçleridir. Kahramanlardan ümit kesilmiştir; toplum geleceğini öngörememekte, hatta karanlık sonsuza kadar devam edecekmişçesine umutsuzluk ortalıkta kol gezmektedir. Savaş, kıtlık, yoksullukla beraber yaşanan ahlaki çöküş bu dönemin edebiyatını ve anti-kahramanlarını belirlemiştir. Bu dönemde anti-kahraman dolaylı eleştiriyi de temsil etmekte, kah topluma ayna tutarken, kah negatif bir koşullamayla değişimi zorlamaktadır. Dünya edebiyatı tarihinden birkaç örneğin incelenmesi, anti-kahramanların toplumsal dönüşüm süreçlerine denk gelen görünümlerine ışık tutacaktır.
'RUS EDEBİYATINDA HEP YENİLGİYE UĞRAYAN ADAM: GEREKSİZ ADAM'
Devrim öncesi Rus edebiyatında uyumsuzluk, başarısızlık, dışlanmışlık, eylemsizlik pek çok eserde anti-kahramanların ortak özellikleri olarak karşımıza çıkar. Akyıldız, bütün durağanlık ve edilgenliklerine rağmen, anti kahramanların eylemsizliklerinin toplumu dönüştürmekte şaşırtıcı bir etkiye sahip olduğuna değinerek, eylemsiz anti kahraman tiplerin Rus edebiyatında bir dönem yaygınlık kazandığını belirtir. Berna Moran ise, “gereksiz adam” olarak tabir edilen bu tipi şöyle anlatır:2
On dokuzuncu yüzyılda Rus edebiyatında ağır basan bir tip vardı: Zekâsı parlak, duyarlılığı ince, ama karamsar, bir işe yaramaz, topluma karşı olumsuz adam. Bazen iyi niyetli ve ümitli olsa da eyleme geçemeyen, sonunda hep yenilgiye uğrayan adam. Bu tipe gereksiz adam deniyordu, çünkü ilk defa Puşkin, kahramanı Eugene Onegin için bu deyimi kullanmıştı.
Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı adlı eserindeki Peçorin, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar romanındaki Yeraltı Adamı, Turgenyev’in Rudin’i, Gonçarov’un Oblomov’u bu “gereksiz adam” karakterinin önemli temsilcileri arasında sayılabilir. Kendisine, çevresine, topluma yabancılaşmış bu anti-kahramanların inandığı tek şey, bir şeyleri değiştirmek için hiçbir şey yapılamayacağıdır. Tüm idealistleri, iyimserleri, değişim için çaba gösteren ve mücadele edenleri de bu nedenle küçük görür, yer yer keskin zekâları ve güçlü dilleriyle alt ederler. Aslında bu anti-kahramanlar bireyin değil, toplumun, hatta çağın portresidir. Lermontov, yarattığı anti-kahraman Peçorin hakkında topluma karşı ağır konuşur:3
Çok daha korkunç, çok daha çirkin öykü kahramanlarını beğendiniz de neden şimdi bunu beğenmiyorsunuz? Ondaki gerçeklik istediğinizden çok olduğu için mi acaba? Bu öyküden ahlâk hiçbir şey kazanmaz diyeceksiniz. Özür dilerim. İnsanların tatlıyla beslendikleri yeter; mideleri bozuldu artık: Onlara biraz acı ilâç, katkısız gerçek gerek.
"SOVYETLER EDEBİYATI, AYNI ZAMANDA BİR KURULUŞ DÖNEMİNİ İFADE ETTİĞİ İÇİN YENİDEN KAHRAMANLARA DAYANIR"
Sovyetler öncesi toplumsal çalkantıların derin olduğu Rus toplumunda anti-kahramanların yoğun olduğu eserlere rastlanırken, Sovyetler edebiyatı, aynı zamanda bir kuruluş dönemini ifade ettiği için yeniden kahramanlara dayanır. Bu eserlerde, özellikle İkinci Dünya Savaşı koşullarında Hitler’in ordusuna yani nasyonal sosyalizme karşı savaşan sıradan insanların kahramanlık hikâyeleri konu edilir. Gorki’nin Ana adlı ünlü romanında işçi Pavel ve annesi, Aleksandr Alaksandrovic Bek’in Moskova Önlerinde adlı eserinde General Panfilov, Sholov’un Ve Durgun Akardı Don adlı dört ciltlik eserinde Gregor, Sovyetik romanlara ve onların idealist kahramanlarına örnek olarak gösterilebilir. Bu eserlerde savaştaki kahramanlıklar övülürken, sosyalizm, Sovyetler ve parti yüceltilir. Ancak tarih partinin öngördüğü gibi yaşanmayacak, zaman başka pratik deneyimleri doğuracaktır. Sovyetler Birliği’nde hayat bulan reel sosyalizm pratiğinin özlenen, düşlenen, idealize edilen sosyalizmden uzak olmasının yarattığı hayal kırıklığı ve muhalif duruş Rus edebiyatında yeniden anti-kahraman romanlarının yolunu açar. Pasternak’ın ülkesinde sansüre uğrayan ancak dünyada büyük yankı uyandıran Dr. Jivago, Andrey Platonov’un Can, Mutlu Moskova ve Çukur, Zamyetin’in Biz, Aleksandr Soljenitsin’in İvan Denisoviç'in Bir Günü, Mihail Bulgakov’un Usta ile Margarita’sı gibi pek çok eserde yeniden, düzenle barışık olmayan, alaycı, ümitsiz ve bohem karakterlere rastlanır. Bu karakterler, Sovyet öncesi dönemde olduğu gibi kahramanlık destanları yazmaz, mücadeleye çağırmazlar; var oluşları ve sorgulamalarıyla topluma, düzene ve aksaklıklara ayna tutarlar.
Avrupa’da Batı halkları da, iki büyük dünya savaşı sonrasında, Sovyet halkları gibi büyük sarsıntılar yaşayarak ölüm, yoksulluk, yıkım ve faşizmle sınanır. Bu önemli tarihsel süreç klasik Batı edebiyatının temel taşlarını yerinden oynatmış, ‘sıradan’a4 ve geleceğe duyulan korku, intihar eğilimi, geleceksizlik, kaos, bunalım ve yıkım bu dönem edebiyatının atmosferini oluşturmuştur. Özgürlük ya da varoluş korkusunun derinleşmesiyle kişinin sadece topluma değil kendisine de yabancılaşması, modern edebiyatın temel meselelerinden biri haline gelir. Özellikle A. Camus, F. Kafka, S. Beckett ve T. Bernhard gibi yazarların eserlerinde benlik ve dış dünya arasındaki yabancılaşma, gerçeklik duygusunun sarsılmasına kadar varır. Kuşku ve belirsizlik, çağın edebiyatına damgasını vurur. Albert Camus’un Yabancı adlı romanı, Georges Perec’in Uyuyan Adam’ı, Herman Hesse’ın Bozkır Kurdu ve Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’ı savaş sonrası Batı edebiyatında anti-kahramanların görüldüğü önemli eserlere örnekler olarak sıralanabilir.
"KAHRAMAN, MASALLARDA OLDUĞU GİBİ BİR DİZİ SINAVDAN GEÇER; ZORLUKLAR KARŞISINDA SINANIR VE SONUNDA MUTLAKA KAZANIR"
Geleneksel anlatılarda kahraman toplumun muhtaç olduğu güçlü, korkusuz, yakışıklı, kurtarıcı figürü simgeler ve ideal erkeklik olgusuyla tam olarak örtüşür. Kahraman ile erkeğin gücü ve iktidarı yeniden üretilip kutsanırken, toplumsal cinsiyet rollerinin vazgeçilmezliği de pekiştirilmiş olur. Kahraman, masallarda olduğu gibi bir dizi sınavdan geçer; zorluklar karşısında sınanır ve sonunda mutlaka kazanır. Postmodern anlatıda ise artık kahraman yerine, anti-kahraman sahnededir. Kahraman, artık toplum uğruna her zorluğa katlanan, mücadeleci ve idealist bir kişilik olmaktan çıkmış, bir loser5 görünümüne bürünmüştür. Yani gelinen aşamada kurtarıcı figürünün çekiciliği tamamen kaybolmamakla birlikte, gururlu kaybeden, hüzünlü mağlup, kendi tarzında dünyaya kafa tutan, ‘takmayan’ karakterler ön plandadır. Savaşlar, kıyımlar ve kapitalist talanla yorgun düşmüş, felaketlere karşı refleksleri zayıflamış, umudu azalmış toplum gerçeğine, bu ‘anti-kahraman’ figürü çok daha yakın gelmektedir. Kapitalist “kazan-kazan” umudu yerini, “There’s no way out!”6 ile özetlenebilecek bir ruh haline bırakmış gibidir. Artık tekinsiz, sıkışmış, şizofrenik, herhangi bir şeyin sorumluluğunu almayan ‘sıradan’ insanın kahramanlık çağı gelmiştir. O, kendi ‘sıradan’ hayatının ve dünyasının kahramanıdır. Onun dünyasında hiçbir kural, etik ya da zorunluluk yoktur. İnsanlık tarihinin üzerine kurulu olduğu ilkelere boş vermişliğiyle kendi büyük isyanını kurar ve dışındaki dünyayı suçlar.
Peki, bizim anti-kahramanlarımız? Bir sonraki yazıya…
Referanslar:
[1] Kadiroğlu, M. (2012). Anti-Kahramanın Soykütüğü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 52, Sayı 2.
[2] Akt. Akyıldız, H. (2015). Eylemsizlik ve Anti-kahramanların Dönüştürücü Gücü Üzerine, Humanitas - Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 2 (4), 17-29 . DOI: 10.20304/husbd.89798
[3] A.g.m.
[4] Burada Wilhelm Reich’ın, çağının sıradan insanlarına ‘küçük adam’ şeklinde seslendiği Dinle Küçük Adam (1948) kitabına ve Mikhail Romm’un yönetmenliğini yaptığı Sıradan Faşizm (1965) adlı Sovyet filmine gönderme vardır.
[5] Loser; İngilizce ‘kaybeden, yenilen’ anlamına gelir.
[6] Türkçe, “Buradan dışarıya çıkış yok!” anlamındadır.