Fikret Kızılok: Anadolu Pop'un naif ve aykırı sesi
Selçuk DURAN
Fikret Kızılok 22 Eylül 2001 yılında hayata veda ettiğinde 55 yaşındaydı. 90’lı yıllarda müzikal ve düşünsel anlamda oldukça verimli bir dönem geçirmekteydi. Ve kalbi erken yorulmasaydı muhtemelen üretimlerine devam edecekti. 1960’lı ve 70’li yıllarda Türkiye’nin en önemli müzik ekollerinden biri haline gelen Anadolu Pop’un kurucu efsanelerinden birisiydi Fikret Kızılok.
İlk gençlik yıllarından son demlerine kadar müziğini ve hayatını bir reddiye üzerine kurarken düşüncesini sakınmadan söyleyen bir eylem insanıydı aynı zamanda. İnişlilerin-çıkışların, gidişlerin-gelişlerin bolca olduğu bir yaşam sürdürdü.
Çocukluk döneminde yaş gününde hediye edilen kırmızı akordeon ile başladığı müzik hayatına lise yıllarında tanıştığı gitarı yön verecekti. Bu dönemde Barış Manço ve Timur Selçuk gibi Türkiye müzik tarihinde önemli bir yere sahip olacak isimlerle ilk müzikal denemelerini yapacaktı.
1969 yılına gelindiğinde yönünü halk kültürüne ve âşık geleneğine çeviren genç sanatçı, gazeteci arkadaşı Arda Uskan ile birlikte Aşık Veysel’i ziyarete gidecekti ve müziğe dair düşünceleri Aşık Veysel’le geçirdiği zaman zarfında dönüşüme uğrayacaktı. Üst üste söylediği Veysel türküleri ile büyük bir çıkış yakalayınca da kendi deyimiyle henüz 22 yaşında meşhur olacaktı.
Fikret Kızılok 1970’li yıllarda dönemin birçok sanatçısı gibi toplumcu bir duyarlılığa sahiptir. Bir yandan ozan âşık geleneğinden beslenirken öte yandan Ahmed Arif ve Nazım Hikmet gibi toplumcu gerçekçi şairlerin şiirlerini besteler. Vurulmuşum, Haberin Var Mı? Anadoluyum gibi bestelerini Ahmed Arif şiirlerinin üzerine kurar. Müziğindeki protest tavrın en net olduğu çalışması ise 1977 yılında yayınlanan Not Defterimden albümüdür. Albümü toplatılır. Bunun üzerine Kızılok müziği bıraktığını açıklar ve diş hekimliği mesleğine döner.
Ardından 12 Eylül gelir. Toplumsal duyarlılığı olan tüm kesimlerin yaşadığı ağır baskı sonrası her alanda olduğu gibi sanat alanında da derin bir kriz yaşanır. Cezaevi ve sürgün arasında tercih yapmak zorunda kalır birçok toplumcu sanatçı. Her ikisini de yaşamayacak kadar şanslı olabilenler ise bir geri çekiliş içinde suskunluğa bürünecektir. Fikret Kızılok da bu durumdan azade değildir. Müziğe 12 Eylül’den önce ara vermiş olsa da bir süre olanı biteni anlamaya çalışmıştır. Ama müziksiz yapamaz Kızılok. Müzik yaşamında yeni bir evreye yol olacaktır.
1983 yılında Zaman Zaman albümü ile suskunluğunu bozacaktır Kızılok. Bu albüm 12 Eylül askeri darbesi sonrası protest tınısı yok edilmeye çalışılan müziğimizin izlerini taşır. Buna rağmen Kızılok’un söz yazarı ve besteci olarak ortaya koyduğu üst düzey başarı onun Türkiye müzik tarihinde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu bir kere daha gösterir. Ayrıca albümdeki Sevda Çiçeği şarkısı ile arabesk dünyasına da bir gönderme yapacaktır müzisyen. Birbirinden güzel şarkıları başarılı düzenlemeler eşliğinde dinlediğimiz bu albümde dikkat çeken bir başka felsefi duruş da söz konusudur sanki.
Lao Tzu’nun 'Tao te Ching' adlı yapıtı 2018 yılında Ursula K. Le Guin yorumuyla çevrilmişti. Bu eseri döne döne okuduğum dönemde Fikret Kızılok’u bolca dinlemekteydim. Taocu felsefeyle Fikret Kızılok’un 80 sonrası şarkılarında bir paralellik var gibi hissetmiştim. Elbette kendisinin Taoizm ya da uzak doğu felsefesinden etkilendiğini iddia etmeyeceğim.
Ancak Kızılok müziğinde Taoizm’deki edilgenlik ve eylemsizlik halinin emarelerini görmeye başlayacağızdır. Örneğin, Zaman Zaman albümünde Serserinim şarkısında Neyzen Tevfik esinlenmesi vardır.
Serserinim gün akşam bilmem
Kalbimden başka yer mekan bilmem
Kandil olmuş, tutuşmuş kül duman bilmem
Güzel gözlerinin meyhanesinde
Yukarıdaki sözlerde etkisini gösteren tasavvufi anlayış ile uzak doğu felsefesinin özellikle de Taoizmin içerdiği benzerlikler Fikret Kızılok’un benzer bir düşünce ve duygu ikliminden seslendiğini düşündürtüyor.
Zaten bu süreçten sonra Kızılok şarkılarında yalnızlık, kaçış, zaman, sonsuzluk, kuytular, ıssızlıklar, geceler, imkansızlık, kabulleniş, gibi kavramlar bolca görülecektir. Geri çekilişin ve köke dönüşün şarkısını söyleyecektir artık Kızılok.
Tao te Ching kitabında şöyle yazar;
Bomboş olun. Alabildiğine dingin.
On bin şey birlikte yükselir;
Yükselişlerindedir geri dönüşleri.
Çiçek açarlar şimdi
Ve çiçek açarken kaynağa inerler
Köke dönerler
Köke dönüş huzurdur
Huzur: Olması gerekenleri kabulleniş
Taoizm’deki wei wu wei anlayışıyla yani bir şey yapmadan yapmak, eylemeden eylemek, eylemsizlik yoluyla eylemde bulunmak, müdahale etmeden işlerin yoluna gireceği yönündeki felsefe ile Kızılok’un duygusal ağırlıklı şarkılarında benzer bir iklim mevcut. Zaman Zaman albümü sonrasında yayınlanan Yana Yana (1989) Olmuyo Olmuyo (1991) ve Yadigar (1995) gibi solo albümlerinde bahsetmeye çalıştığımız bir kabullenişin eşlik ettiği geri çekilişi, hüzün ve hicran duygusunu iliklere kadar hissetmek mümkün.
Gönül başta olmak üzere Bu Kalp Seni Unutur mu?, Bir Harmanım Bu Akşam, Zaman Zaman, Yeter ki, Haberin Var mı?, Gecenin Üçünde, İnişlerim Çıkışlarım, Farketmeden gibi bestelerini hatırladığımızda Fikret Kızılok’un duygular coğrafyamızda nasıl derin izler bıraktığını görebiliriz. Daha az bilinen ama Fikret Kızılok’un müptelaları tarafından en çok sevilen bestelerden birisi olduğunu düşündüğüm Gözlerim Denizde şarkısında o derin yalnızlığı ile yüzleşmesini görürüz.
Akşamın rengi suya dalıyor
Gözlerim denizde beni süzüyor
Gördüm yalnızlığımı gördüm
Çok derinde bana bakıyor.
İçimdeki sonsuz duygular
Su kesilmiş yüzümde ellerimde
Vay benim, vay benim alınyazım
Vay ıssızlığım, vay gözyaşlarım
Kendi görüntüsüne aşık olan değil de sudaki aksinde yalnızlığına ve bir büyük boşluğa çarpan terkedilmiş bir Narkissos ile karşı karşıya kalırız adeta. Kızılok şarkılarında bir akış göze çarpar. Sakince akıp gider şarkı sözleri duru bir sesin aksinde Fark etmeden dalıp gidersiniz.
Susamış suların akışı gibi
Çaresiz gözlerin bakışı gibi
Kapının ansızın çalışı gibi
Akrebin ateşte yanışı gibi
Vazgeçip uzaktan senin yanında
Kendime cevapsız soru sormuşum
Kaybolup giderken fırtınalarda
Gönlümce bir ıssız ada bulmuşum
Fark etmeden senin olmuşum
Ozan-aşık geleneğinden aldığı feyiz ve edinmiş olduğu entelektüel birikimle yaptığı besteler onu bir kent ozanına dönüştürmüştür. Müzikte prozodiye, şiirde de hece ölçüsünde dikkat eder ve birbirinden güzel, ahenkli, duygusal şarkılar yapar. Ayrıca başka bir yazının konusu olması gereken Pişt Barmen ve Demirbaş gibi hiciv dolu politik şarkıları da edebiyat geleneğimizdeki taşlamaların bir devamı niteliğindedir.
Onun şarkılarındaki bir başka özellik de, hem biçim hem içerik anlamında bu topraklardaki yerleşik müzikal kulağa aykırı olmayan basit ve naif bir tınının öne çıkmasıdır. Sesiyle, gitarı icra edişiyle, yaptığı düzenlemelerle, şarkıların genel içeriği ile Fikret Kızılok dinleyenlere hoş bir duygusal ahval bırakır. Zira bahsettiği şeyler insana dairdir.
Kentin naif ozanının derdini, duygusunu en sarih biçimde dile getirdiği şarkılarından birisi de Yalan şarkısıdır kuşkusuz. Yaşamın, evrenin, aşkın beyhudeliği üzerine yazılmış en güzel şarkılardan birisi olan Yalan Fikret Kızılok’un kendisi için de özel bir yere sahiptir.
Yalandı hep yalan
Samanyolu geceler hep yalan
İki korku çiçeği açar gözlerimde
Oysa bakışlarım neden yalan?
Akşam olur demelerim
Damla damla, duman duman
Yaprağımın üstünde şebnem olursun, kırağım, çiğdem
Elimi uzatsam o da yalan
Aslında inandığı değerler üzerinde yaşamını sürdürmüştür Fikret Kızılok. Buna rağmen dünyanın, yaşadığı ülkenin ve içinde yaşadığı sistemin içerisine dahil olmamayı tercih ederek bir seçim yapmıştır. Fikret Kızılok Hürriyet’ten Yener Süsoy’a verdiği bir röportajında “Meşhur olmak bir hastalıktır. Bir insan ne kadar değersizse meşhurluk ipine o kadar çok sarılır, bunun için her şeyi yapar… Ben niye meşhur olduğumu bilmeden meşhur oldum, çocuktum o zaman. Ondan sonra mekanizmanın nasıl çalıştığını 13. plağım “Yumma Gözün Kör Gibi”yle gördüm ve derhal kendimi yok ettim. Meşhur olmanın benim için bir şey ifade etmediğini anladım. Ondan sonra kendi yaşamımı şarkı yapmaya başladım ve daha mutlu oldum.
Tao kitabında çok benzer şeyler söylemiştir Lao Tzu usta;
Kaseyi ağzına kadar doldur, taşar
Bıçağı durmadan bile, körelir.
Altın ve yeşim dolu bir evi
Koruyamaz kimse
Servet, mevki, gurur
Kendi kendilerinin yıkımlarıdır
İyilik etmek, iyi çalışmak, iddiasız olmak
Kutsanmaya giden yoldur
Yarışmak, kovalamak, avlamak
Delirtir insanları
Zengin olma gayreti
Düğüm eder
Fikret Kızılok kapitalist dünya düzenini ve müzik piyasasının kirli yüzünü erken keşfetmiştir. Meşhur olmak için nelerden taviz verilmesi gerektiğini çözmüştür. Ve meşhur olmayı değil değerli olmayı tercih etmiştir. Bu durumu da şu sözlerle dile getirmiştir:
" Dünya halklarının yüzde 80’i bilinçsiz, sadece üretim için yaşıyor, Amerika’da dahil. Gerçek entelektüel %5’i bile bulmaz. Demek ki cahil olan yüzden 80 ile ilişki kurup meşhur oluyorsun. Böyle meşhur olmak aslında utanılacak bir şey, ben utanırım. Değerli olmak önemli. Müziğim, sesim şarkılarım tanınsın, ama ben tanınmayayım."
Fikret Kızılok ülkesinin ve dünyanın sorunlarına dair her daim duyarlı bir sanatçı oldu. Yukarıdaki sözleri de halkı aşağılamak entelektüelleri yüceltmek gibi okumaktan ziyade tüketim kültürünün ve piyasa koşullarının bir eleştirisi olarak görmek daha doğru olur.
Sağdan sola her kesimden her türlü çelişkiyi eleştirilerinin odağı haline getirebilmişti. Bunu da bir aydın sorumluğu çerçevesinde yapıyordu. İnişlerine ve çıkışlarına, o kendinden kaçışlarına rağmen kendisini de eleştirebilen, inandığı değerler doğrultusunda tutarlı bir yaşam sürdürebilmeyi becerebilen bir uyumsuzdu Kızılok. Türkiye’nin seslerinden biriydi…
Daha güzel anılması ve daha çok tartışılması dileğiyle…