Filiz Ali'den telif itirazı: Solcu gazeteler bile kutlama haberi gibi yaptı

Filiz Ali'den telif itirazı: Solcu gazeteler bile kutlama haberi gibi yaptı
Sabahattin Ali'nin eserlerinin telif hakları kalktı, kitaplar dört koldan yayınlanmaya başlandı. Kızı Filiz Ali tepkili: Kapaklar birbirinden zevksiz, birinin kapağında nal var, inanılmaz

Seran VRESKALA


ARTI GERÇEK – Babası öldürülmüş çocuk çoktur bizim ülkede; hepsi de faili meçhul dosyalar ve cevapları asla bulunamayacak sorulardır. Bundan dolayı Filiz Ali, 80 yaşında olmasına rağmen, babasız büyüdüğü için bir tarafı hep çocuk kalmış bana göre. Babasından bahsederken hala ara ara gözleri yaşarıyor. Anne babasıyla ilgili komik hatıralarını anlatırken hala kahkahayla gülüyor. Mesela bir ara babasının frak giydiğinden bahsetti ve merakla ‘ne oldu o frak şimdi’ diye kendi kendisine sorarken annesinin onu tayyör yapmış olabileceğini kahkahalarla anlattı. Kafasında babasına ne olduğuna dair devamlı bir soru işaretiyle yaşamak nasıl bir duygu olmalı diye düşünüyor insan ister istemez. Üstelik okuluna gelen iki gazetecinin ‘öldürülen Sabahattin Ali’nin kızı sen misin’ sorusuyla öğreniyor babasının katledildiğini. Teşhis bile etmelerine müsaade edilmeden ceset bir anda ortadan yok oluyor. Ne defin yeri ne de mezarı var! Bu yüzden babasını ölmüş değil, kayıp olarak görüyor. Neredeyse 60 yıldır bu konuda aynı soruların sorulmasından da haklı olarak sıkılmış artık.

Âşık olduğum yazarın kızının evinde olmak tuhaf bir duygu. Evi annesiyle babasının, kızı İdil ile oğlu Atilla’nın ve torunlarının fotoğraflarıyla dolu. Annesine çok benziyor. Duvarında ise kendisiyle babasının portreleri asılı. Gençlik fotoğraflarına ve şimdiki haline bakıyorum; Filiz Ali güzelliğin yaşla alakası olmadığının bir kanıtı gibi… Rujsuz sokağa çıkmıyor, annesinden öğrenmiş. Hem asil hem de son derece zarif bir kadın; gülümsemesinden ellerinin hareketine, oturuşundan giydiği kıyafete kadar… İnsanlarla mesafeli. Ancak karşısındaki ilgisini çekerse o mesafeyi kısaltıyor.

Sabahattin Ali'nin eserlerini yayımlama hakkı 1 Ocak’a kadar Yapı Kredi Yayınları'ndaydı, şimdi ise isteyen her yayınevi Ali'nin eserlerini hiçbir telif ödemeden yayımlayabilecek. Hatta bazıları yayımlamaya başladı bile. Filiz Ali de babasının eserlerine sahip çıkabilmek için uzun zamandır hukuki bir uğraş içinde... Annesi veraset ilamını 57’de aldığı için '70 yıl' süresinin henüz dolmadığına yönelik dava açmaya hazırlanıyor.

- Babanızın yazdığı eserlerin telif hakları aradan 70 yıl geçtiği için elinizden alınıyor. Artık yapılacak hiçbir projede söz hakkınız kalmadı. Nasıl hissediyorsunuz?

(Gülümsüyor) Hiç öyle düşünmedim; bunlar benim babamın eserleri, dolayısıyla bana aittir diye. Ben zaten telif ile Sabahattin Ali’nin eserlerini hiçbir zaman bir arada tutmadım. Onun eserleri edebiyat dünyasının malıdır, benim malım değildir yani. Mal değil ki o. Edebiyat dünyasına ait olduğu için de bütün dünyada keşke okunsa! O yüzden çevrildiği vakit çok mutlu oluyorum.

- 1 Ocak’tan itibaren artık babanıza ait hiçbir eserden 1 kuruş bile almayacaksınız.

Evet. Hiçbir şey almayacağım. Benim için sadece maddi açıdan bir önemi yoktu babamın kitaplarının telifinin; yasal haklarının önce annemde sonra bende olmasının en önemli tarafı Sabahattin Ali isminin ve eserlerinin doğru kullanılması ve bunun kontrolünün bende olması bizim için önemliydi. Buna her zaman çok dikkat ettim; mesela eseriyle ilgili bir oyun ya da film yapılıyorsa o hikâyenin doğru anlatılması açısından mutlaka kontrol etmek istedim çünkü öyle bir hakkım vardı ama o hak elimden alındı ve beni üzen de bu. Çünkü benim babama gösterdiğim saygıyı, özeni bir başkası göstermeyebilir. Nitekim göstermiyorlar da. Birkaç gün olmasına rağmen gazete manşetlerine bakıyorum, daha manşetlerde o saygısızlığı şimdiden görmüş bulunuyorum. Bu üzüyor beni. Hepsi kitaplarını basmaya başladı bile, sanki Sabahattin Ali’nin sahipleriymiş gibi. Yeni yapılan kitapların kapaklarına baktım, hepsi birbirinden zevksiz. Bir tanesinde nal var böyle, inanılmaz. Solcu gazeteler bile bunu neredeyse kutlama haberi olarak yapmışlar.

- Haksızlık olarak görüyorsunuz olayı.

Şöyle bir haksızlık olduğu kanaatindeyim ve o haksızlığı maalesef düzeltemedik. Hala umudumuzu kesmedik, belki bundan sonra düzeltme ihtimalimiz olabilir. Babam 1948 yılında öldürüldü. Nerede ve nasıl öldürüldüğü bugün hala kesin olarak bilinmiyor. Sadece bir ceset bulundu. O cesedin Sabahattin Ali’ye ait olup olmadığı hala belli değil. Anneme ve kendi annesine gösterilmediği gibi, ceset bulunduğunda zaten tanınmaz haldeymiş. Bir kafatası var ve kafatasından fal bakar gibi, Aziz Nesin diyor ki ‘Bu evet Sabahattin Ali’dir’. Bu anlamda teşhis edilmemiş bir ceset var ortada.

BABAM KAYIP OLDUĞU İÇİN ÖLÜM TARİHİ 1948 OLAMAZ

- Neresinden teşhis ediyor Aziz Bey?


Altın dişi mi var diyor, kolunda kırığı mı var diyor, yani öyle. Teşhis edilmemiş bir ceset var ve gömüldüğü yer belli değil. Defin belgesi yok. Sabahattin Ali esasında kayıp. Bunu tekrar tekrar söylüyorum. Kayıp olduğu için ölüm tarihi 1948 olamaz. O tarih babamın kaybolduğu tarihtir. Bundan yola çıkarak telifiyle ilgili herhangi bir şey yapılamaz. Ancak öldüğü 1948 yılından 1965 yılına kadar babamın hiçbir kitabı yayımlanmadı. Neden yayımlanmadı? Çünkü biri 1948’de olmak üzere, diğeri 1944’de olmak üzere kitapları üzerinden iki yasak kararı vardı. Bakanlar Kurulu yasağı kararı. 48’deki ‘Sırça Köşk’, 44’deki ise ‘Değirmen’ üzerineydi. Bakanlar Kurulu yasağı kaldırılmadan eserlerinin basılmasından korktu yayıncılar. Bu yüzden 65’e kadar hiçbir eseri basılmadı ve Sabahattin Ali unutturulmak istendi.

"KORKTUKLARI İÇİN HAKLARINI ARAYAMAYANLAR BENİM GİBİ 80 YIL BEKLEMESİNLER DİYE ANLATIYORUM BUNLARI"

- Kitaplarının telif hakları yazar öldükten sonra eserleri ilk basılmaya başlandığı tarihten itibaren alınması daha doğru değil mi? Çünkü sizin orada neredeyse 20 yıllık bir kaybınız var.

Kanun öyle çünkü. Ne zaman basıldığına değil ne zaman öldü ona bakılıyor. Ama biz bu argüman üzerinden o zamanın Kültür Bakanı Nabi Avcı ile konuştuğumuzda bize hak vermiş ve yeni bir Bakanlar Kurulu kararıyla bu haksızlık giderilebilir demişti. Çünkü veraset ilamını da annem 57yılında alıyor. Bütün bunlar, tarihlerle ve belgelerle belli.

Neden mücadelenize çok önceden başlamadınız?

Çünkü annem ve ben hiçbir zaman yeterince cesaretli olamadık bu hakkı aramaya. Hep başımıza yine bir şey gelir diye korktuk. Zaten berbat bir şey gelmiş başımıza, daha da beter bir şey gelebilir başımıza diye annem çok korktu doğrusunu isterseniz. Dava açmak bile istemedi. Zaten durmadan darbe üstüne darbe yaşanan bir memleket. Babamdan sonra babamın ailesine, bize, dostlarına çok baskı yapıldı. Annemin peşinde, benim peşimde senelerce sivil polis gezdi. Okulumda bile sivil polis beni kontrol etti. Böyle bir atmosferi yaşamış insanlar haklarını arayamıyorlar. Ben bunu niye söylüyorum; bu sebeplerden haklarını arayamayanlar şimdi beni duysunlar diye. Benim gibi 80 yıl beklemesinler.

- Şimdi ise insanlar sizi çok seviyor, sanki babanızın bize emanetiymişsiniz gibi bakıyorlar size.

(Gözleri doluyor) Beni şimdi ağlatma. Mesela babam için de ölümünden sonra hep ‘düşünemedi mi’, ‘aklına gelmedi mi’, ‘o kadar zeki bir adam nasıl böyle bir tongaya bastı’ gibi şeyler dendi. Cesur bir adamdı babam, aklına gelse de yapacaktı kendi geleceği için. İkincisi de çaresi yoktu. Çaresizdi. Yurt dışına çıkmak zorundaydı.

- Yurt dışına çıkmayı başarabilseydi, kimbilir belki Nazım Hikmet’le buluşabilirlerdi.

Kim bilir! Babamın ölümünün Nazım Hikmet üzerinde şöyle bir etkisi oldu; Nazım Hikmet çok güvenilir kaynaklarla yurt dışına kaçabildi ama babamın o kadar güvenilir kaynakları yoktu.

- Aslında Türkiye istihbarat konusunda en güçlü teşkilata, araçlara sahip bir ülke; elbette arşivlerinde babanızla ilgili bir dosya vardır. Siz hiç talep etmediniz mi arşivlerden babanızın dosyasını çıkarmak için?

Yok, hiç kurcalamadım. Kurcalamaya kalktığımda öyle bir dosyanın olmadığı söylendi. Yalnız ben değil, Büyük Millet Meclisi’nde bu konu hakkında biri Kemal Anadol, diğeri Mustafa Gazalcı olmak üzere iki milletvekili ayrı zamanlarda çok sayıda araştırma ve soru önergesi vermişlerdi ama… O zamanki İçsşleri Bakanı Abdülkadir Aksu zaten Sabahattin Ali dosyasının müruru zamana uğradığını ve çoktan kapandığını söylemişti. Ki, zaten biz o yıllarda Toplumsal Bellek Platformu’nu kurduğumuz vakit bu tür zaman aşımı davalarının yani bu tür cinayetlerle hayatlarını kaybedenlerin davalarında zaman aşımının kaldırılması ve bunun için de bir yasa çıkartılması gerektiğini rica etmek üzere Meclis'e gitmiştik. Bütün bu siyasi cinayetlerde aynı sorunla karşı karşıya kalınıyor.

- Peki bu telif hakları konusunda gerekli yasal işlemleri başlatacaksınız, az da olsa şansınız var mı?

Sadece telif hakları meselesi değil bu aslında, sırf oraya bağlamıyorum. Ben Sabahattin Ali’ye devlet tarafından yapılmış olan haksızlığın giderilmesi için hukuk mücadelesi vermeye çalışıyorum. Ama daha olamadı henüz bir şeyler.

- Umudunuz var mı peki?

Olmaması için hiçbir neden yok diyorum. Şu ana kadar olmamasının birkaç sebebi olabilir ama en büyük sebebi şu an hukuk o kadar gukuk ki! Doğrusunu isterseniz, Türkiye’de hukuka güvenmediğim için oldu bu. Benim eski kocam da hukukçuydu, az biraz bu memlekette adaletin nasıl işlediğini biliyorum. Sonunda devamlı ilahi adalete sığınıp duruyorum, bakalım ilahi adalet ne zaman karar verecek? (Gülüyor)

80 yaşında hala bunlarla uğraşmak çok yorucu olmalı.

Kim uğraşsın? Kimin umuru? Kim önemser ki?

77 yaşındaki Metin Akpınar da başka sebeplerden davalarla uğraşıyor.

Artık gele gele bizim yaşımızdaki insanlarla uğraşmaya başladılar, kalmadı çünkü. Babamın ölümünden bugüne gelene kadar her darbeyle, darbe benzeri sıkıyönetimlerle muhalefet denebilecek en ufak kırıntı bile kalmayacak şekilde harcandı bu milletin insanları. En akıllı, zeki, kültürlü, meslek sahibi, inançlı, ahlaklı kim vardıysa ya öldürüldü ya hapishanelerde çürütüldü. Bazılarının belki posası çıktı ve hiçbir işe yaramaz hale geldi. Kala kala uğraşılacak insan olarak iş Metin Akpınar’la Müjdat Gezen’e kaldı. Onları buldular en nihayet.

- Onları yargılayan herkes de eskiden skeçlerine, filmlerine gülmüşlerdir.

Sanmıyorum. Esas mesele bu bence. Gülmeyi bilmeyen, espriden anlamayan bir nesil yetiştirdik maşallah. Her şey günah çünkü. Gülmenin günah olduğunu söyleyen milletvekilleri, bakanlar var. İşin cılkı çıktı iyice. Bir öğrenci çıkıp hocasını vurabiliyor, yeni nesil böyle artık. Gülmeyi bilmeyen nesil bunları yapıyor. Psikopatlar ülkesi.

- İnsanlar bu konuda ikiye bölündü; ‘sanat topluma aittir’ diye hakların kaldırılmasını haklı bulanlarla, ‘sanat sanatı yapana aittir önce’ diye karşı çıkanlar arasında.

Tamam da bir telif hakkı varken, zaten yazarın kitabı okunabilir veyahut bir kompozitörün eseri çalınabilir, yasak yok ki! Hakkını ödeyeceksin sadece. Bir markete girdiğiniz vakit çok beğendiğiniz bir domatesi ‘bunu çok beğendim, para vermeden almak istiyorum’ diyebilir misiniz? Pazarlık bile yapamazsınız. Sanki çok kitap okuyan bir ülkeyiz. Kitaplar için savaşıyoruz. Şu son 10 yıldır babamın ve eserlerinin değeri bilinmeye başlandı. Özellikle Kürk Mantolu Madonna çok satanlar arasında, o kitabın fiyatının ne kadar olduğunu biliyor musunuz? 70. yıl için hazırlanan kalın ciltli, en kaliteli kağıt kullanılarak basılan kitabın fiyatı 24 lira.

KAPAKLARINA LÜTFEN ÇOK DİKKAT ETSİNLER

- Sadece Kürk Mantolu Madonna isimli kitabıyla anılması da haksızlık. Yayınevlerine bu konuda ne tavsiyelerde bulunmak istersiniz?


Elbette öyle. Babam sadece o kitaptan ibaret bir yazar değildir. Bir edebiyatçı olarak kişiliğinin farkındalarsa, yayınevlerine özellikle babamın öykülerini yayımlamalarını tavsiye ederim. O hikayelerinin her biri adeta bir roman olacak tatta ve kapasitededir. Nedense Türk okuyucu tarafından hak ettiği değeri bulmamıştır o öyküler. Şiirleri de edebiyata çok katkıda bulunmuş şiirlerdir. Onlara yer versinler önce. İlk başta sadece teliften kurtulduk diye çok satan bir romanı yayınlamaları övünmelerine sebep olmasın. Sırça Köşk’ü yayınlasınlar, hadi bakalım! Yayımladıkları eserlerin kapaklarına lütfen çok dikkat etsinler.

OKUYUCULARDAN GELENLER

- Babasıyla ilgili yazılan 'Yeşil Mürekkep' kitabı hakkında ne düşünüyor?


Okudum kitabı. O kitabın yazarı Sabahattin Ali hakkında çıkan kitaplardan yararlanmış ve yararlandıklarını da kaynak olarak göstermemiş. Bir roman haline getirmesine rağmen çok alıntı var. O alıntıları kaynak olarak gösterse iyi olurdu. Bir roman yazdığı için kendinde öyle bir hak görmüş demek ki! Var olan her bilgiyi bu kitabın içerisinde kullanıp, kolay okunur bir naratif haline getirmiş. O yüzden takdir edilebilir ama kullandığı kaynakları keşke belirtseydi kitabının son sayfasında.

- Kürk Mantolu Madonna’nın film haklarını yönetmen İlksen Başarır’a vermişti. Kültür Bakanlığı'ndan da destek almıştı proje. Yönetmen ve yapımcıları film için uluslararası bütçeler ararken, Filiz Ali film haklarını AY Yapım’a verdi. Neden böyle bir tercihte bulundu?

İlksen Başarır’a belirli bir ön çalışma süresi tanınmıştı. O süre bittikten sonra uzatma istediler ve bir süre daha uzattık. İkinci uzatmadan sonra ek bir süre daha istediler, yine uzattık fakat yılan hikayesine döndü bu uzatmalar. Filmi teslim edeceklerine söz verdikleri tarih çoktan geçmişti ve ortada daha henüz hiçbir şey yoktu, dolayısıyla onların elinden bu hakkı almadık, sadece bir yenileme yapmadık.

- Cunda’da tertiplediği ve İdil Biret’in "Masterclass" yaptığı çalışmalara neden konservatuar hocası kabul edilmiyor? İdil Biret ile yaptığımız konuşmamızda "Hocaların da gelmesi gerek" diye fikrini beyan etmişti.

İstekte bulunan hiçbir hocaya ‘gelmeyin, hayır’ dediğimizi hatırlamıyorum. İstekte bulunan her hoca gelip dinleme hakkına sahiptir. Kapımız ilerlemek, gelişmek isteyen her hocaya açıktır.

Öne Çıkanlar