Fotoğraflar düşünür mü? -Yıkıntılar arasında 2-
İlker Cihan BİNER
Artı Gerçek - Depremin meydana geldiği hafta Oksijen Gazetesi özel bir seri ile okuyucunun karşısına çıktı. Burada bazı yazarlar yıkımı gösteren fotoğraflarla ilişkili çeşitli yazılar kaleme aldı. Bu girişim sosyal medyada tepkiyle karşılandı.
"Acı estetize ediliyor." "Depremzedeler gazetenin satışı için kullanıldı’ tarzında sert eleştiriler yapıldı. Hatta yer alan kimi yazarlar özür dahi diledi.
Gazetenin sayfayı sunarken kurduğu cümleleri pas geçmemek gerek: "Fotoğrafların dili yoktur, konuşmazlar. Ama istedik ki bu kez sesleri duyulsun."
Yükselen eleştirileri anlamakla beraber, sorunun tam da bu ifadelerde gizlenmiş olabileceğini düşünüyorum. Çünkü yazılan her metin fotoğrafların önünü kapatırken onlara belli anlamlar yükleyerek felaketin sebeplerinin tartışılmasına izin vermeyen bir nitelikteydi.
Sanki ortada bilinmezlik varmış gibi paramparça olmuş manzaralara veya enkazlar üzerine metin yazma çatışmayı derinleştirerek insanlarda daha fazla infial yarattı.
Görselleri yalnızca teknik düzenlemelere indirgeyen, optik ilişkiyi yazılarla sınırlandıran, fotoğrafçıyı bir kenara koyan bu mantık bulanıklık yaratmanın farklı versiyonu. Yazı ile görsel arasında yok etme formülü uygulanmış.
Hatta fotoğrafın gerçeklikle bağlantısının ters yüz edilmesi de diyebilirim.
Yıkım içeren fotoğrafların konumları veya görsellere nasıl bakılması gerektiğine dair çoklu tartışma alanları yaratma ihtiyacı tam da burada düğümleniyor. Fakat tüm yüzeyin belleğine kısa devre yaptırılmasının eleştirisi elbette gerçekliğin tek bir boyutu olduğu anlamına gelmemeli.
FOTOĞRAF VE TASVİR
Üç farklı yolu beraberce düşünmenin ihtiyacı ortada. İlki görselin nasıl düzenlendiği. İkincisi onun zamanı; ne zaman çekildiği. Üçüncüsü de fotoğrafı çekenin tavrı. Tasvir tarzlarındaki bu katmanlaşmayı hesaba katmak önemli.
Şebnem İşigüzel’in kaleme aldığı ve sosyal medyada çokça dolaşan bir fotoğraf var. AFP muhabiri Adem Altan tarafından Kahramanmaraş’ta çekilen görselde baba Mesut Hançer enkaz altındaki çocuğunun elini tutuyor.
(Fotoğraf: Adem Altan)
Yazar ise babayla kızın eski fotoğrafı ile yıkımın ortasındaki görüntüyü beraber ele alıyor. Ölen küçük kızı yeniden canlandırarak onun dilinden yaşamaya dair özlemi dile getiriyor. Tasvir işlemi görüntüyü tek boyuta indirger hâlde.
Oysa ortaya çıkan karedeki acının her halükârda özel olduğunu belirtmek lazım. Bir kurgu politikası ile çocuğun konuşması yerine suskun sözü yani o anki çaresizliği anmak değerli.
AFP foto muhabiri Adem Altan bu isteğin baba tarafından dile getirildiğini ve görseli çekerken zorlandığını ifade ediyor. Öte yandan evin nasıl yıkıldığı, hangi koşullarda o manzaranın ortaya çıktığının soruşturulması şart. Bir adalet mekanizmasına, hesap sorulabilirliğe olan ihtiyaçtan söz ediyorum.
Görselin ise çok fazla dolaşıma girmesi depreme dair hafızanın diri tutulması ile ilişkilenebilir. Böylelikle fotoğraf aynı anda tek bir anlama değil birden fazla boyuta işaret ediyor. Bu doluluk pozisyonu İşigüzel’in metnindeki kuru romantizme sığamaz halde.
FOTOĞRAFIN DOĞASI
Oksijen Gazetesinin ‘Fotoğrafların dili yoktur.’ cümlesindeki problem görselliğe öz dayatma ile ilişkili. Düşüncelilik ya da düşünceli olma fotoğrafa dair bir konum da olabilir. Görüntü sahasındaki ifade her zaman açıklığını korur.
Bu açıdan fotoğraf dilsiz değildir. Biçimi çok fazla alanı işaret eder.
Bir görüntüde tanıklık, hafıza, yaratıcılık veya mecazlı yüzeyler yer alabilir. İmkanları kapatmayan, duyuyu yeniden canlandıran fotoğraflar kendi başlarına varlık gösterme gücüne sahiptirler.
1) Şebnem İşigüzel’in kaleme aldığı yazı:
2) Adem Altan’ın fotoğrafla ilgili açıklamaları: