Genç şairlerin dili

Genç şairlerin dili
Güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı şiir sanatıdır, der Friedrich Hegel.

Mazlum ÇETİNKAYA


Son günlerde edebiyat içerisinde şiire dair çeşitli tartışmalara tanık oluyoruz. Şiir sadece insanın duygu, düşünce, fikir, hayal vb. paylaşmak için kullandığı özel bir aktarım biçimi midir?  Yoksa dilin karşı itirazı mıdır, sorumlulukları var mıdır? 

Bazı yayınevleri de artık şiirden uzak durmaya çalışıyor, burada ticari vb. kaygılar da görüyoruz tabi…

Ancak suya sabuna dokunmayan bir dil ve imge adına anlaşılmaz sözcüklerden oluşan (bir boyutu ile de deneysel diye açıklanan!) dizeler topluluğu…

Güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı şiir sanatıdır, der Friedrich Hegel. 

Turgut Uyar da şiiri şöyle tarif eder, "şiir, Matematik gibi kolaydan başlanılıp öğrenilmez. Kolaylık, bir beğeni olarak yerleşiverir insanın kişiliğine, sonra da kolay kolay değiştirilemez" der.

Yeni dönemi ve yeni dönemde bunca şiir yoğunluğunu ve bu yoğunluğun karşılığını, olumlu olumsuz yönleriyle genç şairlerimizden; Turgut Kızıldağ, Elif Ahi, Sait Özden, Emir Alisipahi ve Cem Onur Seçkin’e sorduk.

- Şairin kendi varoluşsal zemini üzerinden şiiri sadece yazılı bir itirazın sözleri yapması, şiiri bir karşı koyuş olmaktan çıkarıp estetik bir hazza mı dönüştürmüştür?

- Bu dönüşümün suya sabuna dokunmayan şiire de kapı araladığını, yer yer de dil konusunda şiiri bir anlaşılmazlığa sürüklediğini görüyoruz.  Bu konularda neler demek istersiniz?

- Öte yandan yine bazı yayınevlerinin de bunun önünü açmasına, yani yayınevlerinin bu tarz şiire bir boyutuyla da  "örtülü ödenek" olduğunu düşünüyor musunuz?

TURGUT KIZILDAĞ: ESTETİK HAZ ŞİİRDE TETİKLEYİCİ UNSURDUR

Şiir öncelikli bir kişisel varoluş ve bu varoluşun evrensel izleğini taşıması açısından elzem bir özelliğini ortaya koyuyor. Kişisel varoluşun evrensel algı oluşturamaması elbette sadece şairin hazza dönük kendi görünür olması eksenine büründüğündendir, sanıyorum ki asıl amacından da sapmış oluyor. Estetik haz şiirde tetikleyici unsurdur fakat itiraza dönüşmesi toplumcu dinamikleri de berkitmeden kalıcılığı tartışılır olacaktır.

Şiir serüveninde başat bir kaygı ile girişilen ilk deneylerde çeşitli öykünmeler, kalemin kâğıda alışması gibi, şairin şiiri kavrayışındaki çeşitli merhalelerden geçmeyi gerektirmektedir. Günün siyasal ve toplumsal dinamiklerinin şekillendirdiği ortam yazın ortamında da alışılagelmiş toplumcu yaklaşımların dışında yeni deneylerle vücut buluyor. Özellikle şiir özelinde şiirin dinamizmi yeni kapılar aralama gayreti - buna eskiyi yıkma gayreti de denebilir – şiirde yeni ses, imge söyleyiş unsurlarıyla vücut buluyor. Bu yeni deneylerin özellikle genç şairlerin bazılarında anlaşılmayan atmosfer tarifleri şeklinde, aslında gerçeküstücü diyebileceğimiz bir eksene yaslanmaktadır.

Özelde şiir de edebi metinlerin biran önce yayınlatma gayreti, genç, orta, yaşlı fark etmiyor bir çok şair ve yazarın heyecanından oluşan bir refleks gibi gözüküyor. Yayınevlerinin şair ve yazarları bu ivedi yayınlanma gayretlerini ikna edip, daha çok gözden geçirmenin, dinlendirmenin belki de yeni dosyalar oluşturup sağlam bir poetika ve kalıcılığı sağlam eserlerle dönmeleri noktasında olmalıdır. Her dosyanın yayınevlerince art arda basılmaları nicelik içerisinde niteliği yüksek eserlerin de sekteye uğratıyor okur ve şiir açısından.

ELİF AHİ: YAŞAM ŞARTLARI RUHU YONTAR

Egzistansiyalizm, içine karıştığı her olguyu, yapıyı, durumu, değiştirir veya sonlandırır. Günümüz şartlarında metropol insanını göz önünde bulundurduğumuzda sanattan ve felsefeden ne anladıklarını, bir kitaptan ya da bir şiirden ne beklediklerini düşünmek/araştırmak gerekir. Çünkü yaşam şartları ruhu yontar. Sosyoekonomik, sosyokültürel yaklaşımlarımız ve yaşayışlarımız hazzımızı ve estetik kaygımızı belirli bir şekle sokar. Sonrasında o şekle uymayan hiçbir şeyi kapımızdan içeri sokmayız. Varoluşçu düşünce ile yazılan şiirler, şairine bir tercüme sunarken okuruna belirsiz bir yol gösterir.

Şair, şiirinde resim çizebilir. Bu resim herkese görünür, tek amacı görünmektir.

"Çiçekler güzel, bulutlar mavi.

Tırtıllar kıvrılıyor, yollar mâni."

Yine şair, şiirinde resim çizebilir. Bu resim herkese görünmez, tek amacı görünmektir.

Çiçekler ezilirken de güzel mi? Mavi bulutlar tarlayı sular mı?

Tırtıl kıvrılırken, insan kıvranıyor, yollar mâni iken, sevdalar kısalıyor.’’

Suya sabuna dokunmayan şiir kirli kalır. Dili olmayan şiir, sessizdir. Anlaşılmaya muhtaç yaraların merhemi olmak için, anlaşılır bir izafiyet gereklidir. İnce zekâların işi, anlaşılmaz bir anlaşılır yaratmaktır. Şiir, okuruna göre değişmemeli, her göze aynı renkte ışıyabilmelidir.

Her yolda yolsuzlar olabilir. Bel kemiği şiirden bir ülke yaratabilirsek ayağa kalkıp çitlerin ardını görebiliriz. Ama her önüne veya arkasına gelenin, kendince cümleler sıralayıp -şiir yazdım- dediği bir ülkede ilk önce kendimize şu soruyu sormalıyız? Kaç şiir, bir şiir eder? 

SAİT ÖZDEN:  ŞAİR VAROLUŞTAN UZAK KALARAK ŞİİRE VE KENDİSİNE İHANET EDİYOR

Şairin varoluştan uzaklaşıp şiirden hazza döndüğü için şiir sadece kâğıt üzerinde karalama olarak kalıyor. Günümüz şairlerinde sıkça tekrar düşmek ve varoluştan uzak bir dil hâkim olduğu için, şiir denilmeyecek karalamalar şiir gibi lense ediliyor. Şiarin kendi varoluşundan şiire yönelmesi şair ve şiir için kötü sonuçlar doğruyor bazen. Şair, "ne" ve "neden" yazıyorum gibi basit sorulara bile cevap bulamadığı zaman haz adı altında şiir yazar ve gündelik hayatta kullandığı kelimelerin dışına çıkamadığı zaman da sokaktan beslenemez. Sonuç olarak şair varoluştan uzak kalarak şiire ve kendisine ihanet ediyor.

Bu dönüşüm şiire darbe gibi oldu diyebiliriz. Suya sabuna dokunmayan şairler şiire farklı anlamlar katarak şiirde gerçek anlam ve varoluşçuluk kavramlarını bir kenara iterek farklı konularda ilerleme kaydetti. Bu ilerleme şiire olan inancın ve sosyal medya şairliğini doğuran evre oldu. Kopyala yapıştır yaptığı ve bazı kesimlerin ideolojik düşüncesine yönelik büyük satışlar elde edildi. Nitekim bu şairler ki benim için şair değiller. Bu değişim ile magazinsel edebiyat dergileri türedi. Şiirin dışında her şey olan bu karalama işi okurlarca bayağı tutuldu. Şiirde farklı yönlere yönelim şiirin gerçek dışı kullanılması ile başladı.

Sosyal medya şairi ve şiiri takipçi sayısına göre kitap bastığı için çok şey söylemeye gerek yok. Şiirin ırzına geçilen bir devirdeyiz. Okumadan yazan şairlerin furyası öyle ki, daha da uzayacak.

EMİR ALİSİPAHİ: ŞİİRİ 'DAMARLARDA HİSSEDİBİLMEK' GEREKİR

evvela, 

hakikat bekaretinin yırtılmaz kesinliğiyle birlikte,

zihnin süzgecinden geçip, karşısında gerindiğimiz ışıkta,

ve ardımıza düşecek olan karartının da bilinciyle,

hayatın kendisi gibi yarım/eksik, 

yaşamak kadar özgür ve mahkum/mahsur,

hislerin ve devinimin sonsuz/duraksızlığına karşın 

anlamın dönüştüğü/sıkıştığı dil ile ifade etmeye çalışacağım.

acı: kristalize

Şiirin en mühim varoluşsal niteliğinin acı olduğunu ancak bir kumaş gibi eskidikçe üzerine yapışan koku ve kırçıllı dokudan anlarız. O sebeple şiiri en başta koklamak, incelikli -dokunmuş- olan bu büyü yöntemini kavramak/dokunmak, yani "damarlarda hissedebilmek" gerekir. Çünkü her şair, şiire kendini dikmiştir. 

Eleştiriyi bir meslek olarak var eden entel cenahların, kabiliyetsizliklerini örtbas etmeye çalışıp, bilmekle kirletmek/ kirleşmek suretiyle itibarsızlaştırıldı en önemli kavramlardı anlamak ve anlayış. Bu kavramları üzerinden keskin bir biçimde, katedilmesi gereken ciddi bir zihniyet meselesi var ki, petrolün varil fiyatı üzerinden radyasyona uğrayan kemiklerin kıkırdak gibi eğilip bükülebilir hale gelmesinden dolayı içinden çıkılamaz bir hal almıştır hayat ve şiir. 

Duyguların yırtıldığı ve sesin hıçkırdığı böylesine bir yazım biçiminde haz olarak algıladığımız/ hissettiğimiz çizgi, zil takıp göbek atmak olmadığından dolayı bu itirazın, yani şiirin söylemdeki kuvvetine/ sıkılığına ve ahenkten göz kırpan büyüsüne yerleşmek gerekir. Şiirde bu iki önem birbirine sıkıca kenetlenmiştir.

Şiiri dile getirebilmek/ yazabilmek ne kadar incelik gerektiriyorsa, şiir de sizden gayet tabi incelik bekleyecektir. Suya sabuna dokunmadan, arka fondan arabesk bir tuşeyle, şiiri sevmekte/ yazmakta/ yaşamakta/ dile getirmekte gayet özgürsünüz. Ancak unutulmasın, utanış kadar: Şiir, herkesi sevmek zorunda değildir! (Zafer Yalçınpınar)

Şiir, şiirdir.

Şair; erdem nakışıyla bezenmiş şiir ceketini, omurgasını kaybetmeden giymeye devam ettikçe o ceket elbet zaman rüzgârının aşındırmasıyla birlikte şeklini bulacaktır. Ancak yayınevleri ve editörlerin şiire batırdığı turnusol kâğıdı, toplum değerlerinin iğdiş edilmesiyle paralel bir stratejik hamle içermesinden dolayı şiirin her seferinde mavi renk almasında, yani yalnızca istenilen tipe bürünmesinde bu dayatma ve baskıcı tutumlar sergilenmeye devam edecektir.

Bilinsin ki bir gün kırmızı, yırtacak o mavinizi...

"bal çalınmaz dillerin kederi,/ başkaldırıyla dölleyecek imgeyi./ artık, derisi sıyrılmaz bu balığın"

CEM ONUR SEÇKİN: ŞİİRDE DİLİ KULLANMAK ASLINDA CERRAHİ BİR AMELİYATTIR

Şiiri yazılı bir söz ya da tözün itirazı olarak kalıplaştırmak yanlıştır, çünkü şiir kendi evrenini var etmeye gelmenin dışında yokluğuyla da bütünleşik metafiziksel bir kavramdır. Şiirdeki karşı koyuş da ilerici yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır. Hatta şiir de şair gibi yoldur kendisine. Bazen bu yolculukta sürreal noktalara değinir, bazen dadacı konuşur, bazen varoluşsal davranır ancak bu yolculuk hedonistler gibi salt hazza yönelik değildir. Haz anlıktır ve nesneyi donuk kılar, yani şair bir dondurmacı değildir ki dipfrizde dondurulmuş tezahürlerin dışına çıkmasın.

Salt hazcı yaklaşım şiiri kısır bir döngüye tabii tutar. Eğer bu döngü suya sabuna dokunmayan bir şiire kapı açıyorsa suya sabuna dokunmayan şiir kendisine dikkat etsin, bu zamanlarda salgın oldukça fenomen!

Dil konusundaki anlaşmazlığa gelirsek; şiirde dili kullanmak, aslında cerrahi bir ameliyattır. Kelimelerin kan kaybetmemesi gerekir. İmgelerin güzel dikilmesi önemlidir. Hayattaki gerçekliğin ve dokunun anatomisi iyi bilinmelidir. Diğer türlü şiirden çok ceset çıkar ortaya. 

Bazı yayınevlerinin popüler olana çalışıp, ithalat ve ihracat kolonileri kurmaktan öteye geçtiklerini sanmıyorum.  Duyar kasarak eril ve dişil eleştirileri kamuoyuna pazarlamak dışında bir magazinleri bulunmamakta. Nitelikli şiir yazanların ya da kendi şiiri peşinde koşanların itildiği bir edebiyat ortamı içerisindeyiz ayrıca. Kitap, şair ya da yazar eleştirilerinin mahalle dedikodusuna çevrilerek, insan insanın kurdu haline dönüşmüş durumda. Son dönemde meydana gelen tartışmalardan bunu çok rahat bir şekilde anlayabiliriz. 

Yayınevlerinin ve günümüz edebiyat ortamının bu durumda olması eserlerin üretimini de kısırlaştırmaktadır. Çünkü meydan muharebelerinde olduğu gibi bir şeyler yağmalanmakta. Bu kişilik olabilir, saygı olabilir hatta sevgi de olabilir. Kirli bir topluluk sizce temiz olan duyguları ve düşünceleri ne kadar tozlanmamış aktarabilir? "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve kardeşçesine" unutuldu. Tek ve hür ve kardeşçesine olmadan "nasıl çıkacak peki karanlıklar aydınlığa?" Nasıl kudretlenecek kemiklerimizin en sıhhatsiz dokusu? Kemiklerimiz kırılmaya devam eder işte böyle. Çektiğimiz acıların faizini de öderiz, örtülü şairler oluruz örtülerimizi soyunarak. 

Öne Çıkanlar