Gülten Kaya: Ahmet Kaya, hizaya asla girmeyen bir aykırıydı
Esra ÇİFTÇİ
İSTANBUL- Türkiye O’nu 1985 yılında çıkardığı “Ağlama Bebeğim” albümüyle tanıdı. Sonraki yıllarda çıkardığı albüm çalışmalarının yanı sıra halk konserleri de yapan Ahmet Kaya, gösterilen ilgi, katılım ve coşkuya rağmen ülkenin birçok yerinde “sakıncalı” bir şarkıcı oldu. Türkiye’de her söylediği söz ve şarkısı olay olan Ahmet Kaya hakkında birçok dava açıldı ve kendi deyimiyle emniyetler onun ikinci adresi oldu.
Bu baskılara rağmen Kaya, kimliğini hiçbir zaman inkar etmedi ve mücadele etti. Birçok albümünün toplatılmasının ve konserlerinin iptal edilmesinin yanı sıra 10 Şubat 1999 yılında Magazin Gazetecileri Derneği’nin Princess Otel Kongre Salonunda düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü aldı ve ödül konuşmasında, “Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Annelerine, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum” dedi.
Bu sözleri üzerine davetliler arasında bulunan bir grup tepki gösterip çatal-bıçak fırlatmaya başladı. Olaylar büyümeye başlayınca Ahmet Kaya salondan çıkarıldı. O gecenin ardından dönemin medya kuruluşları da Ahmet Kaya’ya yönelik linç kampanyasını sürdürdü.
Önceden sözleşmeleri ve anlaşmaları yapılmış konserlerini vermek için gittiği yurt dışında linç kampanyaları aralıksız devam edince kalmak zorunda kaldı ve Kaya için mecburi sürgün başladı. Paris’te kaldığı evde, 16 Kasım 2000 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu henüz 43 yaşındayken aramızdan ayrıldı.
Gülten Kaya, Ahmet Kaya'yı Artı Gerçek'e anlattı.
'O BİR SANAT İNSANI'
Bize Ahmet Kaya’yı kısaca anlatın desek ne dersiniz?
Ahmet Kaya, alışılageldik tüm normların ve başkaları tarafından çizilmiş tüm çizgilerin dışında, benim tabirimle hizaya asla girmeyen bir aykırıydı. Dolayısıyla özellikle onu hiç tanımamış insanların anlaması, analiz etmesi zor oluyor. Sevildiği kadar hedef gösterilmesi paradoksal biçimde hem çok geniş ve heterojen bir topluluğun duygusuna dokunmuş olmasında, hem de ve buna rağmen önemli oranda anlaşılamamasında. İçinden geldiği gibi yaşayan, düşünen üreten ve konuşan bir insan o. Bir muhalif ve itirazlarını daima duyurmak isteyen bunu da üretimi ve inandıkları üzerinden yapan bir sanat insanı. Varoluşunu inandığı değerlere dayandıran ve kendisini böyle anlamlı kılan insanlar, yaşadıkları yeri ve içinden geçtikleri zamanı iyi tanırlar. Kendi ömürlerini böyle sürdürürken, rahatsız ettikleri, ürküttükleri, karşı çıktıkları da boş durmaz ve dolayısıyla kurmak istedikleri o yapay denge ve denklem bozulmuş olur.
'BİR HÜZÜN GÜNÜ OLAN 6 MAYIS TARİHİNDE İMZA ATMAYA GİDİYORUZ'
İlk ne zaman ve nasıl tanıştınız?
O ilk anı kendisiyle değil, önce sesiyle yaşadım ben. Bir arkadaşım, bir gece ilk albüm çalışması “Ağlama Bebeğim”i dinletti bana. İçerden yeni çıkmıştım. Dönemin yıkıcı duygusuna karşılık şarkılardaki cesaret çok etkileyiciydi. 12 Eylül yıllarıydı ve cesur şarkılar dinliyordum. Doğal olarak önce “kim bu?” dediğimi hatırlıyorum. Bizzat tanışmamız ise daha sonradır. Selda Bağcan çok yakın arkadaşım ve dostum. O’na ve Sezer Bağcan’a ait bir ses kayıt stüdyosunda birlikte çalışmaya karar veriyoruz. İşte tam o günlerde bir gün kapı çalıyor, ben açıyorum ve karşımda tertemiz giyimli, gözleriyle gülen genç bir adam. Tatlı bir kabadayı havası da var. “Selda ile randevum vardı” diyor. Onları buluştururken Selda tanıştırıyor bizi. “Gülten, bu arkadaş Ahmet Kaya” diyor. İlk an şimşeği filan çakmıyor tabi ama sonrasında odama geliyor. Belli ki hakkımda biraz fikir sahibi. “Metris’te kalmışsınız” deyip başlıyor bitmek bilmez sorular sormaya. Hiç anlatma yanlısı değilim ama merakını ciddiye alıyorum yine de. İlgili olmasını duyarlılık olarak algılıyor ve hiç yanılmıyorum. Böyle başlıyor yolculuğumuz. Bir hüzün günü olan 6 Mayıs tarihinde de blujean pantolonlarımız ve gömleklerimizle imza atmaya gidiyoruz. Nişan, düğün, davet, gelinlik vs. geleneksel olan ne varsa artık, hiçbiri olmadan kendi yolumuzu yürümeye başlıyoruz.
'O’NU SARMALAYAN VE YAPI TAŞLARINI ÖREN HEM SINIFSAL HEM KÜLTÜREL ÇOK FAZLA FAKTÖR VAR'
Ahmet Kaya müziğe ilk ne zaman ve hangi koşullarda başladı?
Profesyonel anlamda ilk stüdyo kaydı albümü olan “Ağlama Bebeğim” i 1985 yılında çıkardı. Birikmesinin, biriktirmeye başlamasının bir tarihi yok. Herkeste olduğu gibi O’nu da sarmalayan ve yapı taşlarını ören hem sınıfsal hem kültürel çok fazla faktör var. Bir tarafı Adıyaman ve babadan dinlediği Kürtçe klamlar, bir tarafı Malatya ve 50’li yılların sonu. Ailesindeki birçok insan enstrüman çalıyor ve söylüyor. Çocukluğunun Malatya’sında yazlık çay bahçelerindeki alaturka konserlerden de Arguvan ağzı tabir edilen Alevi türkü ve deyişlerinden de, Elazığ/Harput türkülerinden de besleniyor. Göçle İstanbul’a geliş 70’li yıllara ve 12 Mart sonrası yükselen toplumsal muhalefete tekabül ediyor. Ozanların ve Devrimci gençlerin coşkuyla büyük kalabalıklara marşlar, şarkılar söylediği bir dönemin içinde, kısa süreli de olsa kendi kuşağına yaşatılanlardan nasibine düşeni de alıyor, gözaltı süreçleri yaşıyor. 77 Mayıs’ında ölen yakın arkadaşları ile ayakkabısının teki kalıyor Taksim Meydanı’nda. Böylece, zaman zaman siyaha zaman zaman griye boyanıyor gençliği, diğer kuşakdaşları gibi.
'HAYATIN İÇİNDEN BU KADAR ÖZEL TESADÜFLER ÇOK AZDIR'
Yusuf Hayaloğlu ağabeyiniz. Ahmet Kaya’yı daha çok Hayaloğlu’nun şiirleriyle tanıdık. Hayaloğlu’nun, şiirlerini Ahmet Kaya’ya verme hikayesi ve arkadaşlıkları nasıldı?
Ağabeyim Yusuf Hayaloğlu’nu, uzun saçları, şiir yazması, elektro gitarını çalıp, İngilizce şarkılar söylemesiyle yazmışımdır ailemin en küçüğü olarak çocukluk hafızama. Yani o hep yazıyordu. Ahmet’i onunla tanıştırmam ve şiirleri konusunda ipuçları vermem tabi ki bilahare o güzel ortak eserlerin yaratılmasına vesile oldu. Ağabeyim son derece donanımlı biriydi. Her ikisinin üretken, zeki, mizahı son derece güçlü, yetenekli ve neredeyse aynı evde büyümüşler gibi ortak bir kültürel çevreden geliyor olmaları sahiden büyük ayrıcalıktı. Şansızlığımız ise bu ayrıcalığın kısa sürmesiydi. Hayatın içinden bu kadar özel tesadüfler çok azdır, biri de bize denk düştü sanıyorum. Hemen her konuda bu kadar senkronize olabileceğiniz, yol yürüyebileceğiniz insan çok azdır ve bu müthiş bir konfordu. Bitti …
'TİPİK IRKÇI BİR GÖSTERİ, BİR NEFRET SUÇUYDU'
Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül töreninde Ahmet Kaya yaptığı konuşma nedeniyle linç edilmeye çalışıldı. O gece için bugün ne diyeceksiniz?
O ödül gecesine dair çok fazla ayrıntı anlatmaya gerek duymuyorum çünkü bütün görselleri de dahil olmak üzere her şey dijital dünyada kayıt altında artık. Hafızada yani. Olan şuydu. Bir halkın varlığına, diline, kültürüne tahammülsüz ve inkârcı bir cahil güruh yakın tarihteki utanç sayfasında yerlerini aldılar. Acıklı olan bunlar “sanatçı”, “gazeteci” vs. sanılıyordu. Yani bir toplumun aydınlık yüzü sayılabilecek gruplar. “Cehalet” nitelemesinin dahi masum kaldığı tipik ırkçı bir gösteri, bir nefret suçuydu o.
'AHMET İÇİN FİİLİ SÜRGÜN SÜRECİ BAŞLAMIŞ OLDU'
Ahmet Kaya yurt dışına hangi koşullarda gitti?
O sıralar ben bir Avrupa turnesi sözleşmesi yapmıştım. Anadilinde bir eser okumak isteyen sanatçıyı bu suçtan yargılayan Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) ise yurtdışına çıkış yasağı koymuştu. Bu turne sözleşmesine riayet etmemenin yaptırımı da vardı sözleşmede. Avukatlarımızın ısrarlı talebi ve sözleşmeyi de mahkemeye sunmaları üzerine mahkeme bu yasağı kaldırdı ve Ahmet normal olarak turne için yurtdışına çıktı. Tam da o turne sürerken, başta “Türkiye Türklerindir” gazetesi olmak üzere, inanılmaz hoyratlıkta haberler üretmeye başladılar, 8 sütuna manşetler atıldı. TV ana haber bültenleri vs. topluca harekete geçip yeniden ve başka davaların açılmasına zemin oluşturdular ve Ahmet için fiili sürgün süreci başlamış oldu.
Ölüm anında yanında mıydınız?
Evet ben ve küçük kızımız orada, yanındaydık. Kucağımızda uğurladık onu. Anın duygusu ise asla anlatılamaz!
'AHMET KAYA’NIN HAYAT İÇERİSİNDEKİ DURUŞU, KÜLTÜREL KİMLİĞİ, BU AİDİYETİNE DAİR GÖZE ALDIKLARI, HER ŞEYİ ORTADA'
Erdoğan dönem dönem Ahmet Kaya’ya ilişkin sözler sarf ediyor. Ne diyeceksiniz bu duruma?
Ahmet Kaya’nın hayat içerisindeki duruşu, kültürel kimliği, bu aidiyetine dair göze aldıkları, sahip çıktığı tüm değerler, yurt sevgisi ve üretimi, sözü, her şeyi ortada. Bunların bütününe bir sahip çıkma, sanatçıyı var eden tüm o dinamiklere, yapı taşlarına, demokratik ve özgürlükçü kültüre sahip çıkma, insan hakları ve diğer tüm haklar ve hukuk konusunu gündemin ilk sırasında tutma tavrı, hangi ülke ya da lider söz konusu olursa olsun, o ülkeyi de liderini de büyütür, çağın içine alır ve ona sayfa açar. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu bir konser sırasında Ahmet’in kullandığı cümlenin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Şöyle demişti yaklaşık olarak, “Cumhuriyeti daha özgür yaşamak, inanca saygının, düşünceye özgürlüğün olduğu bir Cumhuriyeti yaşamak ve artık şarkı söyleyen, şiir okuyan insanların tutuklanmadığı, tutuklanmayacağı Cumhuriyetlerde görüşme üzere…” Bir yakın tarih yüzleşmesi olmasını çok istediğimi de belirterek Ahmet’in özlediği ve tanımladığı o Cumhuriyetleri dilerim ben de… Hakkın, hukukun, özgürlüklerin bezediği, demokrasi gibi en sağlam ayağın üzerinde duran bir Cumhuriyet.
Ahmet Kaya’nın ölümünün üzerinden 22 yıl geçti. Bu 22 yılda Türkiye’de ne değişti?
Ülkede fiziki şartlar değişti. Yollar, binalar, doğa değişti. Yeşiller gri oldu. Çok ölenler oldu, çok tutuklananlar, çok yargılananlar. Çok susanlar, susturulanlar oldu. Ve çok konuşanlar da. Şarkılar, şiirler iyileştirsin hepimizi. Sanat iyileştirsin.
Ahmet Kaya'nın ailesi davayı kazandı