Kapitalizmden Sonra Tufan
Merve KÜÇÜKSARP
Artı Gerçek - Ekoloji ekonomisti olan ve sürdürülebilir kalkınma üzerine çalışmaları bulunan akademisyen yazar Tim Jackson’un Büyüme Sonrası- Kapitalizmden Sonra isimli kitabı Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Jackson, bu çalışmasında kapitalizmi tarihsel düzlemde ele alıyor ve onun karakteristik özelliklerini, yaşam döngüsünü, insanlığı ve dünyamızı nasıl bir evrime soktuğunu sorguluyor.
'Büyümeden Sonrası', iyi bir hayatın, bizden sonraki nesillerden çalınan bir dünya ile kurulmadığını, üretme ve büyüme takıntısının, sahip olmanın hazzını zayıflatabileceğini anlatıyor. Kapitalizm sonrası dünyayı tahlil ediyor, dünyaya zarar vermeden, büyüme hayallerine gem vurarak, bununla birlikte toplumsal olarak ilerlemeye devam ederek, nasıl daha iyi koşullarda yaşayacağımızın izini sürüyor.
Anlatı Robert F. Kennedy’nin Kansas Üniversitesinde bir basket maçı öncesi 1968 yılında yaptığı seçim konuşmasıyla başlıyor. Kennedy’nin 20. Yüzyılın ortalarında sürekli büyüme hasretinin pek çok bakımdan toplumu ve dünyayı nasıl yozlaştırdığı üzerine değindiği meseleleri masaya yatırıyor ve onun o gün dikkat çektiği hususları on yıllar boyunca liderlerin nasıl görmezden geldiklerine değiniyor.
Aynı yıllarda başka isimler de Kennedy ile aynı endişeleri dile getirirler. Keza Herman Daly isimli genç bir tarım ekonomisti de “Canlı Bilimi Olarak Ekonomi” isimli yazısında kapitalizmin arzu ettiği minvalde sürekli bir büyümenin mümkün olmadığının, imkanların ve kaynakların kısıtlı olduğu gezegenimizde bu büyümenin bir raddede durağanlaşacağının ve bunun kaosa sebep olacağının altını çizer. Nitekim zaman bu endişeleri haklı çıkarır ve bu uyarıların dillendirilmesinin üzerinden henüz on yıl geçmemişken 1970lerde ekonomik olarak bir durağanlık baş gösterir.
O günden bu gününe, tarih ha bire tekerrür edip durur, ne vakit fahiş büyüme hasıl olsa, onun sonucunda emekçilerin ezildiği buhranlar ya da durağanlaşmalar baş gösterir. Ancak yine de, bir Amerikan rüyası olan kapitalizmden insanlık defalarca büyük patlamalar ve krizler tarafından uyandırılmasına rağmen, yöneticiler ve halk -kolektif hafızanın faniliğinden midir bilinmez, büyümenin sürdürülebilir olduğuna, herkes için her daim daha fazlasının olacağına inanmaya teşnedirler. Her dem büyümeyi sürdürmenin bir başka sonucu ise, ekolojik tahribat, finansal açıdan kaygan bir zeminde olmak ve toplumsal kaos olur ekseriyetle.
Aslına bakarsanız kapitalizm özünde daha fazla olanın daha iyi olduğunu savunan bir aşırılık ideolojisidir. İlk bakışta her şey iyi gibidir de, ekonomik büyümedeki artış insanlara büyük kapılar açar, yoksulluktan kurtarır. Geleceği gören, parası olan ve talihi açık kişiler için fırsatlarla dolu bir çağ başlar, beslenme, barınma, eğlence, sağlık, teknoloji ve daha pek çok alanda ekonomik büyüme semeresini sunar. Ancak bu 'lüküs hayat' sahnesinin arkasında seyircilerin görmedikleri başka bir dünya vardır; sınıf eşitsizliği ve ekonomik büyümenin zararlarıdır bunlar.
Kapitalizm bir aşırılık ideolojisidir ya, nüvesinde sınırların ihlali ve inkârı vardır. Bu öz, kapitalizmin sınırlı olanlar ile sınırsız olanlar arasında ayrım yapamamasına, hem kendi varlığı için hem de insanlık için sıkıntılar yaratmasına sebep olur. Keza evrimin hiçbir kademesinde görülmeyecek denli çok sayıda tür kaybolmakta, ormanlarımız, okyanuslarımız, tarım alanlarımız, iklimimiz ve bedenimiz erozyona uğramakta, gıdalarımız bütün insanlığın alıştığı halinden uzaklaşmakta, yapaylaşıp bozulmaktadır. Bolluğun, refahın ve lüksün bedelini bu yapaylığa mahkûm olarak ödüyor, gelecek nesillere de ödetmeye ant içiyoruz. Nitekim kapitalizmin iflas ettiği, iflas ederken dünyayı ne hale getirdiği on yıllardır üzerinde durulan ve uluslararası panel ve konferanslarda dikkat çekilen bir mevzudur.
Kapitalizmin aşırılıklarının bir neticesi de insanların ruh sağlığına yaptığı kötü etkidir. Zira bugün, her şeye kolayca ulaşabilmenin mümkün olduğu bir dünyada depresyon salgın bir hastalık gibi hızla yayılıyor. İntiharlar her geçen yıl artıyor. Bu, iyi yaşamanın, her şeye sahip olmak anlamına gelmediğine dair sunturlu bir delildir. Bu, aynı zamanda ekonomist Richard Easterlin’in 1974 yılında sorduğu, ekonomik büyüme insani payı arttırıyor mu, arttırmıyor mu, sorusuna dair verilebilecek bir yanıttır da. Daha fazla para bizi zaman zaman mutlu yapabildiği gibi, belli bir düzey aşıldıktan sonra istatistiki olarak yapmamaktadır. Hatta eldeki bulgulara göre derin sınıfsal farkların olduğu, gelir eşitsizliklerin ayyuka çıktığı ülkelerde yalnızca yoksul kesim değil, zenginler de mutsuzluk ile cebelleşir. Toplumlardaki gelir seviyelerindeki eşitsizliği törpülemek, insanlığın tümünü iyileştirecek bir reçetedir.
Kapitalizm beslenme gibi en temel yaşamsal ihtiyaç üzerinde de dengesizlik yaratır. Nitekim dünyanın önemli bir kısmında insanlar çocukluk çağından itibaren obeziteyle mücadele ederlerken - rakamlar 1975 yılından itibaren üç kat arttığını gösteriyor-, dünyanın pek çok bölgesinde açlıktan ölen insanların sayısı her geçen gün artıyor, çok sayıda çocuk açlık sebebiyle fiziksel gelişim gösteremiyor. Üstelik sistemin sofralarımıza getirdiği hazır ve suni gıdalar da kalori dengemizi bozuyor, fiziksel olarak pasifleşen hayatımızla birlikte insanlık tarihinde emsali görülmemiş bir yaşam formuna bedenimiz uyum sağlamaya çalışıyor.
KAPİTALİZMİN TRUVA ATI: “YAPABİLİRSİN”
Tim Jackson’un üzerinde durduğu bir mesele de bunca vaadine ve arzına rağmen kapitalizmin insan için bir tatminsizlik kaynağı olmasıdır.
ABD Başkanı Ronald Reagon, Güney Carolina Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada büyümenin önünde hiçbir sınır olmadığını, insanın zekâsı, hayal gücü ve merakının dizginlenemez olduğunu söyler. Bu görünürde ilham verici konuşma, insanları her şeyin kendi ellerinde olduğuna, isterlerse her şeyi başarabileceklerine, zira dünyanın mahir olana ve başarabilmesini bilene sınırsız kaynaklar ve zenginliklerle kaplı bir yer olduğuna dair bir post-kapitalist dönemde sıkça dile getirilecek bir anlatının kilometre taşıdır.
Bugün kapitalizmin en parlak buluşu kuşkusuz bireylerine sunduğu “yapabilirsin” vaadidir. Bu vaat, isterlerse başarabileceklerine inananların zengin olmak, müreffeh bir hayat yaşamak için sınırlarının üzerinde çalışmalarını salık veren hatırı sayılır bir motivasyon kaynağı olurken, aynı zamanda onların güzelleşmeleri, daha iyi görünmeleri, daha saygın bir kimliğe sahip olmaları, belki de idol olarak gördükleri birine benzemeleri, son kertede arzuladıkları insan olmaları amacıyla daha çok alış veriş yapmaları, daha fazla para harcamaları için de itici bir güç olmaktadır. Üstelik “yapabilirsin” diye motive edilen bireye hayatının tüm sorumluluğunu yüklendiği gibi, kişi başarısız, parasız ve mutsuz olduğunda sistemi suçlamak ve sistemi değiştirmek için örgütlenip harekete geçmek yerine, bunu kendi eksikliği olarak görmeye teşnedir.
Ancak yine de bizler şunu biliyoruz ki, “yapabilirsin” düsturu, nice devrime, icat ve buluşa sebep olmuş, arzularının peşinde koşan insanlar, torunlarına güzel şeyler de hediye etmiştir. Hatta insanlığın evrimi, kendi sınırlarını zorlama ve aşma öyküsü olarak da okunabilir. Bu bağlamda Jackson, insanın sınırlı bir varlık olduğunu, gezegendeki imkânların ve kaynakların da kıt olduğunu çocuklarımıza anlatmanın, onları mücadeleci, umutlu bir birey yetiştirme şansını elimizden alacağını iddia eder. Ancak diğer türlüsü de onların hayal kırıklığına uğramalarına yahut arzusuna ulaşmak için gezegene ve topluma zarar vermekte beis görmeyen biri olmalarına sebep olabilecektir. “Yapabilirsin” fikrine umut bağlarken, sınırları da görmek, analiz etmek gerekir bu yüzden. Zira doğa koruyucusu Wendell Berry’nin işaret ettiği gibi, sınırlar insani ve dünyevi düzlemde idrak edilmesi, ilişkilerin ve anlamların bolluğu için kısıtlayıcı değil, teşvik edici olur.
Bununla birlikte yapabileceğine inanan insan sınırlarını zorlayıp başardığında, daha fazlasına sahip olduğunda, keza arzu ettiği gibi göründüğünde, arzu ettiği hayatı yaşadığında da onun duyacağı haz ve tatmin kısa ömürlü olur. Daha fazlasına ve daha iyisine sahip olmak kapitalizmin vaadidir ve bu çoğunlukla zahiri bir idealdir. Kapitalizmin başarısı işte buradadır. Onca tüketime ve arza rağmen hala bireyi tatmin etmemesinde, aç bırakmasında, tüketme arzusunu yellemesindedir.
Tatminsizliğin ve huzursuzluğun harcama arzusunu körüklediği satış ve pazarlamada da itibar gören bir prensiptir. Nitekim mağazalar ve markalar, tüketicide huzursuz edici bir harcama itkisi yaratmak için ellerinden geleni yaparlar. Mağazaların kapısından içeri girer girmez müşterileri karşılayan yüksek tempolu ve desibelli müzikler, mağazanın dört bir yanına asılan -ve müşterilerin kendilerine olan güvenlerini zedeleyecek denli- güzel veya yakışıklı modellerin fotoğrafları, onların stres seviyelerinde artış yaratarak alışverişte ihtiyatlı davranışlarının azalmasına yol açarlar. Ancak alış veriş yapan tüketicilerin daha sonra yaşadıkları o bitimsiz hayal kırıklığı da araştırmalarla desteklenen bir gerçektir.
Oysa bir Amerikan rüyası olan kapitalizmden fersah fersah ötede başka bir coğrafyada Buddha’nın öğretisi çok daha farklı bir mutluluk –ya da tatmin- gerçeğini işaret eder. Manevi bir anlam arayışının her nevi maddi dayanaktan ve hazdan daha kalıcı ve sahici olacağını savunur. Kaldı ki insan ruhu böyle bir anlama kapılacak niteliktedir. Jackson, insanların bu anlamı ve hazzı akış ismini verdiği bir fazda bulabileceklerini anlatır.
Akış bir şeyi yaparken ona odaklanma ve yaptığımız işten haz alma, ona kendimizi bırakabilme becerisidir. Jackson’un akıştan kastı bir tenis maçında kazanıp kaybetmeyi düşünmeden odaklanarak o anın içinde olabilmek, yalnızca maça ve oyuna dikkatini vermektir. İnsanlar yetenekleri ve eğitimleri çerçevesinde kendilerine akışa kapılacakları bir uğraş bulabilir, odaklanarak akışa kapılabilirler. Akış tüketimden daha kalıcı ve gerçek tatmin sağlar. Üstelik potansiyelimizi açığa çıkabilir. Bazı örneklem gruplar üzerine yapılan gözlemler, fiziksel sporlar, zanaat ve yaratıcı faaliyetler, toplumsal etkileşimler ve meditasyon gibi eylemlerde akış haline geçen bireylerin maddi koşullara bağının daha az olduğundan ve daha çok tatmin olduklarından bahseder. Buna karşın günümüzde kabul gören maddiyatçı değerlerin bu akış hissini ve kalıcı tatmin duygusunu zayıflattığı da bir gerçektir.
KAPİTALİZM ÖLDÜ MÜ?
Tim Jackson kitabında aynı zamanda Kapitalizm Öldü mü sorusuna cevap arıyor. Jackson’a göre kapitalizmi öldüren kapitalizmin kendisidir, hiç bitmeyen açlık hissi, büyüme arzusu, büyürken insanlığı, hukuku, adaleti, demokrasiyi, iklimi, koskoca bir gezegeni yok etmesidir.
Büyüme yalnızca kapitalizme özgü değildir. Bütün sistemler büyüme üzerine kuruludur. Keza Jackson ne safi bir kapitalist sistemin, ne de içinde kapitalizmden bir pare taşımayan başka bir sistemin mümkün olabileceğini savunur. Sosyalist ve komünist sistemlerde dahi malların dağıtımında ve fiyatların belirlenmesinde bir dereceye kadar piyasalar etkili olur. Ancak şu vardır ki hiçbir ideoloji ya da sistem kapitalizm kadar büyümeye bağlı değildir. Marx’ın işaret ettiği gibi kapitalizm süreci büyüme sürecinin bizatihi kendisidir.
Üstelik bu büyüme yaratılırken, şirketler emeğin maliyetini düşürerek karı korurlar, bu hem işçi ve üretici arasında bir gerginlik meydana getirir, hem de hükümetlerin gösterdiği denetimsizlikler, zayıf para ve kemer sıkma politikaları tüm bu sistemin altında çalışan sınıfın ezilmesine sebep olur. Toplumsal koşulların kötüleşmesi demokratik ve siyasi bir kaosa da yol açar aynı zamanda. Nitekim Jackson, kapitalizmin dünyamız ve insanlık için bir başarısızlık deneyimi olduğunu ve sonsuz büyüme vaadinin de kapitalizmle birlikte ölüme mahkum olduğunu şu sözlerle anlatır:
“Kapitalizmin kendi başarısızlıklarına hiçbir yanıtı yoktur. Kara öncelik vermeyi sürdürürken toplumsal adaletin peşinden gidemez. Borsalara tapmayı sürdürürken iklimimizi koruyamaz. Milyonlarca yaşam söz konusu olduğunda kendisini iktidarsız, koşulların merhametine kalmış halde bulmaktadır. Kapitalizmin sonsuz büyümeye duyduğu temel inanç enkaz altındadır. Mitin kendisi ölüm sancıları içindedir.”
Tim Jackson, Büyümeden Sonra isimli eserinde kapitalizme dair derinlikli otopsi yaptığı gibi, 21. yüzyılda insanlığın tarihin nasıl bir dönemecinde yer aldığını, kapitalizmin dünya için sürdürülebilir bir sistem olup olmadığını sorguluyor, bilhassa pandemiden sonra insanların çizmeleri gereken rotaları tarif ediyor ve son kertede eserini şu sözlerle özetliyor:
“…bu kitabın görevi işte budur. Büyüme mitinin ötesine bakmak. Kapitalizmin ötesine bakmaya cüret etmek. En kıymet verilen varsayımlarını yeniden ziyaret etmek. Hem bizi beslemiş hem de bize zarar vermiş hakikatlere meydan okumak. Farklı bir bakış tarzı ve daha iyi bir var olma biçiminin temellerini atmak. Bize belirsiz gelecek içinde kılavuzluk edecek bir ‘büyüme sonrası anlatı’ yeni bir kurucu mit, daha sağlam bir vizyon geliştirmek…”(KÜLTÜR SANAT)