Kürt yazarlar anlattı: 'Yazarlar Kürtçeyi ayakta tutmaya çalışıyor...Yayınevleri yetersiz'
Zelal Sahidenur SARİ
VAN- Yayıncılığın giderek zorlaştığı bu günlerde Kürtçe yayıncılık hem ekonomik krize hem de özgün sorunlara karşı ayakta durmaya çalışıyor. 50’nin üzerinde Kürtçe yayınevi bulunmasına rağmen yazarlar, kitaplarını yayımlatacak yayınevi bulmakta ve kitaplarını bastırmakta zorlanıyor.
Kürt yazarlar Mehmet Akdoğan ve Mehmet Gür, Kürtçe yayıncılığın içinde bulunduğu koşulları ve yaşadıkları sorunları Artı Gerçek'e anlattı.
KÜRTÇE YAYINCILIK 1889’DA BAŞLIYOR
Kürtçe yayıncılığının yılları aşan serüveni Mikdad Midhad Bedirxan tarafından 1889'da çıkarılan Kürdistan Gazetesi ile 1889’da Kahire’de başlıyor. Kürtlerin latin alfabesiyle buluşması ve bu alfabeyle kitap basılması 1935 yılında Erebê Şemo’nun yazdığı ‘Şivanê Kurmanca' ile oluyor. Sovyetler Birliği'nde yaşayan Erebê Şemo, dünyaca ünlü Rus yazar Maksim Gorki ile bir araya geldiğinde yazdığı romanın el yazmasını ona veriyor.
SİYASİ ATMOSFER BELİRLEYİCİ BİR ROL OYNUYOR
O günden bu yana değişmeyen baskı koşullarında Kürtçe yayımlanan onlarca dergi, onlarca gazete ve yayınevi kapanıyor. Siyasi atmosfer bu konuda oldukça etkili olurken, 2013-2015 yıllarında Çözüm Süreci ile birlikte gelişen olumlu atmosfer Kürtçe’nin ve yayıncılığın ilerlemesini sağlıyor. Fakat bu durum da çözüm sürecinin bitmesiyle birlikte değişiyor.
EKONOMİK KRİZ YAYINCILIĞI DERİNDEN ETKİLİYOR
2016’dan sonra çeşitli zorluklara göğüs germeye çalışan Kürt yazarlar ve yayıncılar Türkiye’de derinleşen ekonomik krizden de kötü etkileniyor. Kitap basmak kadar kitabı satın almak da artık giderek zorlaşıyor. Matbaacılıkta kullanılan ham maddenin ithal edilmesi ve Türk Lirası’nın değer kaybetmesi bu sorunun ana kaynağı olarak görülüyor. Hâl böyle olunca yazarlık Türkiye’de özgün koşullarla birlikte Kürtler için daha da zorlaşıyor.
'DOĞDUĞUN YER YAZAR OLMANDA ETKİLİ'
Yazar Mehmet Akdoğan, kişinin doğduğu yerin, içinde bulunduğu koşulların ve çevresindeki yaşanmışlıkların yazarlık serüveni üzerinde etkili olduğunu dile getiriyor ve kendisinin de böyle bir süreçten geçtiğini söylüyor. Akdoğan’ın doğduğu köy eskiden Hakkari’ye, şimdilerde ise Şırnak’a bağlı ve 90’lı yıllarda en ağır koşullarının yaşandığı yerlerden biri.
Akdoğan, doğduğu yerin yazarlığı üzerindeki etkiyi ise şöyle ifade ediyor:
“Benim doğduğum yer yazar olmam için fazladan zemin sundu. Çünkü hem kültürel açıdan güçlü bir yerdi hem de son çeyrek yüzyılın bütün acılarının en yoğunlaştığı yerlerden biriydi. Burası Kürt kültür ve edebiyatının temeli, bozulmamış Kurdî gelenek ve göreneğin olduğu, bunların bir arada bulunduğu bir bölgeydi. Yine acıların, ölümün ve kahramanlıkların en fazla yaşandığı, dilendirildiği bir yerdi. Ben de her Kürt genci gibi 90’lı yılların havasına kapıldım ve o bölgede yaşanan her şeye tanıklık ettim, bunu derinden hisedenlerden biri oldum. Tabii hissetmenin bile bir bedeli vardı. Ben de uzun süre cezaevinde kalarak bedel ödedim ya da ödettiler. Fakat eğer direnme gücünü gösterirsen, ödenilen bedeller sende müthiş bir yaratım gerçekleştirir. Ben de binlerce yazar gibi cezaevinde yazmaya başladım."
'HİÇBİR MÜCADELE DİL OLMADAN BAŞARIYA ULAŞMAZ'
Hiçbir mücadelenin dil olmadan başarıya ulaşamayacağını belirten Akdoğan, "Ödenen bütün bedellerin temelinde dil vardır. Hiçbir mücadele dil olmadan başarıya ulaşamaz. Varlık yokluk meselesi tam da dilin varlığıyla ilgilidir. Maalesef Kürtçeyi sahipleme, okuma, yazma ve konuşmayı yaygınlaştırma noktasında çok gerideyiz. Devletin politikaları bu noktada çok katı, yasakçı ve oyalamacı. İnkâr ve imhayı en çok Kürt dil ve kültürü üzerinde yürütüyor. Buna karşı her ne kadar bir direnme varsa da istenilen düzeyde değil. Bu konuda kurumlarımız çok çaba gösterse de baskı yüzünden belli bir eşik aşılamıyor. İnsanın kendi dilinde yazmasından daha kutsal bir şey yok. Geleceğe böyle eserler bırakmak kendi varlığını garantiye almak ve geleceğe taşımaktır. Aksi takdirde tarih bizi affetmez" dedi.
'ONCA EMEKLE BASILAN KİTAPLAR OKUYUCUYA ULAŞAMIYOR'
Kürt yazarların yaşadığı sorunların dünyanın hiçbir yerinde yaşanmadığını söyleyen Akdoğan, “Az önce bahsettiğimiz direniş yazarlıkta da ortaya çıkıyor. Kürt yazarların yüzde 60’ı cezaevinde yazıyor. Burada büyük bir mücadele söz konusu ve şöyle ilerliyor: Yazmak, yazdığını dışarı çıkarmak, bilgisayara geçirmek ve en önemlisi de para bulup basmak. En acı olanı ise bunca emeğe rağmen okuyucuya yeterince ulaşmamak ve Kürtçe bilen okuyucu sayısının yetersiz olması. Ekonomik nedenler ve yayınevlerinin Kürtçe kitapların okuma oranının düşük olması düşüncesiyle olumsuz yaklaşmaları ayrıca bir sorun teşkil ediyor" diye konuştu.
'BÜTÜN KİTAPLARIM BENİMLE BİRLİKTE YARGILANDI'
Beş kitabını da cezaevinde yazan Akdoğan, kısa bir süre sonra yayımlanacak romanının müjdesini vererek şunları aktardı:
"Kürdün kitabının trajedisi böyle devam etmemeli. Bütün bunlara rağmen ben umutsuz değilim. Biz gelişmeye devam ediyoruz her anlamda. Teknoloji bizim için önemli. Kurumlar da hassasiyet göstermeli bu meseleye. Zaten ortaya çıkan eserlerde çeşitlilik arttı. Dünyanın her yerinde temsiliyetimiz var. Elimizdeki imkanlarla bulunduğumuz bütün alanları iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Koşullar ne olursa olsun sonuçta biz yasaklı bir dilin yazarlarıyız ve yasak olanı yazıyoruz. Bu psikolojik olarak da seni zorluyor. Benim bütün kitaplarım benimle birlikte cezaevinde yargılandı. Telefondan yazmak zorunda kaldığım yayımlanacak romanım da sürgünde basılacak. O yüzden koşullar ne olursa olsun Kürtler yazmalı. Ve herkes tüm kurum kuruluşlarla birlikte üstüne düşeni yapmalı."
'CEZAEVİNDE YAZDIĞIM KİTABIMIN KAHRAMANI KIZIMDI VE ÇIKTIĞIMDA BENİ TANIMIYORDU'
Tıpkı Akdoğan gibi cezaevinde yazmaya başlayan bir diğer yazar da Mehmet Gür. Henüz 16 yaşındayken siyasi nedenlerle cezaevine giren Gür, ilk yıllarda Türk edebiyatıyla daha ilgili olduğunu, cezaevi arkadaşlarının teşvikle Kürtçe’nin deryasına kapıldığını söylüyor. Gür, "Bana göre Kürtçe ne yazmaya ne de siyaset yapmaya yetmeyen bir dildi. Kürtçe okumaya arkadaşlarımın teşvikiyle başladım. Mehmed Uzun’dan sonra Kürtçe okumayı hiç bırakmadım. O zaman gördüm ki bırak yazmayı ve siyaset yapmayı, Kürtçe daha fazlasına da yetecek bir dil. Bu alandaki çalışmalarımı kültür, tarih, güncel konular ve dil üzerine makaleler yazarak sürdürdüm. Yedi yıl cezaevinde böyle geçti ve çıktım. On yıl sonra tekrar tutuklandım ve bu defa kitap yazacaktım, kararlıydım. Cezaevine girdiğimde yeni evlenmiştim ve bir kızım olmuştu. Çocuk hikayeleriyle ilgili bir deneme yazdım. Kitabımın kahramanı kızımdı ve onun için yazdım. Cezaevinden çıktığımda kızım beni tanımıyordu. Bizde olduğu gibi onda da travmalar oluşmasın diye cezaevine getirmelerini istemiyordum. Çok sonradan alıştı. Kızımı sadece Kürtçe konuşarak Kürt kültürüyle büyüttüm. Kısa bir süre önce de ikinci kitabım 'Şex Zîro' yayımlandı” dedi.
'AKADEMİK KÜRTÇE DEDİLER, İNSANLAR KENDİ DİLLERİNDEN KORKAR OLDU'
Bütün Kürt yazarların ortak sorunları yaşadığını belirten Gür, “Yazdığın kitabı bastırmak ve okuyuculara ulaşmak bütün Kürt yazarların yaşadığı sorunlardır. Kitap basmak artık eskiye oranla daha maliyetli bir durum ve Kürt yazarların tamamına yakın büyük bir çoğunluğu kitaplarını kendi ceplerinden bastırıyorlar. Bu ciddi bir masraf. Yayınevleri, okuyucu azlığından şikâyet ederek kendisi basmıyor kitapları. Bu yüzden bir yazar kitap yazarken bütün sorumlulukları kendi başına üstleniyor. Okuyucunun az olması da kişilerin kendi dilinin bilmemesinden kaynaklanıyor. Bir de 'akademik Kürtçe' diye bir şey dediler, herkes kendi dilinden korkar oldu. Böyle bir tanımlama olamaz. Kürtçenin de her dil gibi bir grameri ve dil yapısı var. Bu akademik bir şey değil. Ben kendim günlük yaşamda kullandığım kelimeleri kullanmaya özen gösteriyorum. Sonradan ortaya çıkan kelimeleri kullanmamaya dikkat ediyorum” diye konuştu.
‘YAYINEVLERİN YETERSİZLİĞİ YAZARIN DA OKUYUCUNUN DA ÖNÜNÜ TIKIYOR'
Yayınevlerinin kitapları okuyucuya ulaştırmada yetersiz hale geldiğini aktaran Gür, “Yayınevleri neredeyse hiç reklam yapmıyor. Topluma kitabı ulaştırmak konusunda yetersiz kalıyorlar. Birçoğu, yazara 'kitabını kendin sat' bile diyor. Yazar bu noktada kendi ilişkileri üzerinden bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ve bu yüzden kitaplar bölgesel kalıyor ve bütün okurlara ulaşamıyor. Yayınevlerinin yetersizliği yazarın da okuyucunun da önünü tıkıyor" dedi.
'KALEMİ GÜÇLÜ YAZARLAR YETERİNCE TANINMIYOR'
Kürt eleştirmen sayısının azlığının da yazarların gelişmesinde bir engel olduğunu ifade eden Gür, "Okuyucularla birlikte Kürtçe bilen uzman eleştirmen sayısının azlığı da bizi zorluyor. Bu yazarın ilerlemesinin önünde ciddi bir engel. Söyleşi kültürü şimdilerde gelişti. Umarım daha da iyiye gider ama daha birçok nokta var gelişmesi gereken. Eleştirmenlerin az olmasının bence temel nedeni Kürtlerin bu kadar parçalanmış ve farklı devletlerin sömürgesinde olmasından kaynaklanıyor. Bu aşılabilecek bir sorun zaman içerisinde. O zamana kadar bütün Kürt yazarların birbirlerinin kitabını okuması ve eleştirmesi gerekiyor. Kürtler büyük bir edebiyatın sahibi. Kürtlerin yazarlarını tanıması gerekiyor. Şakiro’nun bir sözü var, ‘Türklerin bir kör Aşık Veysel’i var ama Kürtler benim kıymetimi bilmedi’ diye. Gerçekten öyle. Bizde kalemi güçlü çok yazar var ama ne yazık ki yeterince tanınmıyorlar” diye konuştu.
'KÜRT YAZARLAR İKİ İŞTE BİRDEN ÇALIŞIYOR'
Yazarlığın bir yoğunlaşma sürecinin olması gerekirken Kürt yazarların ikinci bir iş yapmak zorunda olduklarını aktaran Gür,"Bir yazarın yazarlık yapabilmesi için zamanının olması gerekiyor. Yoğunlaşması, kitap okuması ve toplum içinde gözlem yapabilmesi, hepsi bir zamanın ürünü. Çünkü bir yazar beslendiği tüm şeylerden bir sentez yaratıyor. Gündüz çalışan insanlar gece eve gidince bir şeyler yazmaya çalışıyor. Bu süreçte hem kendini ekonomik olarak finanse etmesi hem de yoğunlaşması gerekiyor. Böyle bir sıkıntı yaşıyor. Bir yazarın günlük 7-8 saat çalışması gerekiyor. Kürt yazarların yaşadığı en temel sorun bu. Ve yazarlar Kürtçeyi ayakta tutmaya çalışıyorlar. Onlar olmasa bu dil kaybolur. Çünkü şimdiki yeni nesil hiç Kürtçe bilmiyor. Van gibi yerde sokakta dolaşıyorsun; çocuklar Kürtçe bilmiyor, kendi dilleriyle büyümüyor. Yabancı bir dille büyüyor ve o ulusun karakterini taşıyor. Çünkü dil bir ulusun karakteridir. Kürtler ya Türk ya Fars ya da Arap karakteriyle büyüyor" dedi.